Yayın Dünyasının Don Kişot’u: Ahmet İzan

Bernhard Cella der ki; “Kimse yayıncılık üzerine konuşmuyor, çünkü bu gri bir alan.” Gerçekten de yayıncıların birçoğu bu konu üzerine konuşmak istemiyor pek. Ancak cesurca bizimle söyleşen bir yayıncı bulduk: İzan Yayıncılık sahibi Ahmet İzan. 28 Eylül tarihinde 28.olarak düzenlediği okur-yazar buluşması öncesi kendisiyle söyleştik.

Ulus: Sayın İzan, bizimle söyleşi yapmayı kabul ettiğiniz için öncelikle teşekkür ederiz. Üstelik ücretsiz kitap basan bir yayınevisiniz. Türkiye’de hiç de kar getirmeyen, hatta tam tersine zarar ettiren bir sektör olan kitap yayıncılığına nasıl bulaştınız?

Ahmet İzan: Ben yıllarca reklam sektöründe çalıştım. Bu konuda bir de işyerim vardı. Reklamcılık da bir sanat olmaktan çıktı. Her şey bilgisayarlarla yapılır oldu. Sermayesi olan insanlar bu işe girdi. Çok çok pahalı makineler aldılar, yani bizim elimizde yapılacak iş bırakmadılar. Yanımda dört beş kişi çalışıyor, hepsi sigortalı ki bu benim yaşamdaki duruşum gereğiydi. Bir gün benim şalterler attı. Gittim vergi dairesine hesabı kapattım. Sağa sola olan borçlarımı ödedim. Çalışanların biriken SSK primlerini ödedim, ellerine üç beş bir şeyler verdim. Arkasından çıktım, eve geldim. O gece çok rahat bir uyku uyudum. Devlet hariç kimseye borcum kalmamıştı, devlet de zaten benden bir şekilde alırdı. Vicdanım rahat uyudum. Sonrasında yıllarca hiç iş yapmadım. İş yeri olan bir sürü arkadaş çağırdı, üstelik iyi maaşlarla ama çalışmamaya yemin etmiştim. Evet zor oldu ama çalışmadım.

Çalışmayı, hele bir şekilde ticarete dönmeyi asla düşünmezken yazar ve şair arkadaşlarımın kitap bastırmak için verdikleri mücadeleye tanık oluyor ve üzülüyordum. Sonra da gözümü karartıp, yayınevini kurdum.

Ulus: İlk bastığınız kitaplar nelerdi ve Covid sürecinde kurulmanın size ne gibi zorlukları oldu?

Ahmet İzan: Çok eski bir arkadaşım benden yardım istemişti öncesinde. Tiyatrocu bir arkadaş. Drama üzerine kitapları vardı ve bastırmak için yayınevi arıyordu. Onu aradım önce. Toplam yedi tane kitabını bastık öncelikle. Bunlar da yıllardır bilgisayarına hapsettiği kitapları kızın. Onlar çıktıktan sonra da arkası geldi. Ancak gerçekten de çok zorlandık, hala da zorlanıyoruz.  Tam iş yapacakken Covid’in gelmesi moral bırakmadı. Moral bırakmadığı gibi kitap satışları azaldı.  Ama tüm bu sıkıntılara rağmen bir 700 kitabımız oldu şu sıralar. Ama bu arada da 700’e yakın kitabı da reddettik.

Ulus: Peki neden reddettiniz?

Ahmet İzan: Biz bu işe girerken kaliteli eserler basma isteği ile giriştik bu işe. Ancak o 400 eser istediğimiz doluluk ve kalitede değildi. Ancak bunu yazarlara uygun bir dille, onları kırmadan anlatmak, reddetmek de kolay değildi. Kelime haznem gelişti sırf bu yüzden. Onların üzülmelerine üzülürken, dosyası kabul edilen yazara durumu bildirdiğimizde attığı çığlık ise en büyük mutluğum oluyor.

Ulus: Bir yazarın sevinç çığlığı sizi bu kadar mutlu ettiğinize göre yazarlara büyük önem veriyorsunuz. Gerçi olması gereken ama pek göremediğimiz bir tavır. Neden?

Ahmet İzan: Tabii ki. Yazmak kimilerine göre çok kolay görünse de aslında çok zor bir eylemdir. Yazar, umutlarını, hayallerini, sevinçlerini, hüzünlerini kâğıda döker. Belki de yıllarını alır bu iş. Hele ki bir araştırma kitabı ise daha da zorlu bir süreç. Bir şeyleri araştırırken bol bol okur. Okuduğu her kaynak onu başka kaynaklara yönlendirir. Belki de yazdığı kitaptan çok kitap okur, sonra oturup yazar. Şimdi böylesi bir emek sarf ederek bir eser ortaya koymuş olan insanlara ben saygı duymayayım da ne yapayım.

Ulus: Çok yerinde ve haklı bir söylem içindesiniz. Ancak ülkemizde maalesef bu böyle olmuyor. Özellikle de yayın dünyasında öyle değil maalesef. Bu konuda ne söylemek istersiniz?

Ahmet İzan: Çok haklısınız. Yazar bin bir emekle kitabını yazar ve bekler onu basabilecek bir yayınevi bulmayı. Yayınevlerine gönderir, yanıt bile alamaz çoğu zaman. Sonra gider bir yayıncıya “Kitabımı kaç liraya basarsınız?” diye sorar. Bakın dikkat edin “Kaç lira?” diye soruyor. Yeter ki yazdıkları birilerine ulaşsın diye. Oysa ne emek vardır o kitapta ama yazar bilir ki bu yayıncının umurunda bile değildir. Astronomik fiyatlara anlaşılır genelde. Yazar parayı verir ve bir de üstüne çoğu yayınevi tarafından resmen hor görülür oldu. Bu nedenledir ki çoğu insanın emekleri bilgisayarında, herkesten gizli durmaktadır. Ben biraz da bu yüzden girdim bu işe. Onlar hak ettikleri değeri görsünler diye.

Ulus: Bu anlamda sizi edebiyat alanında mücadele veren bir aktivist olarak görebilir miyiz?

Ahmet İzan: Orasını bilemem ama çok sevdiğim bir abim, sevgili Ramazan Teknikel’in deyimiyle bir ‘Don Kişot’ olabilirim belki. Yel değirmenlerine çomak sokan…

Ulus: Yazarlarınızdan ne istiyorsunuz?

Ahmet İzan: Öncelikle samimi olmalarını isterim. Benim onlara gösterdiğim gibi saygı ve sevgi isterim. Gerisi zaten onların üretimi. Eserlerini bize Word olarak göndermeleri gerekir. Eserlerini kitap formatına getirip öyle yollamalarını çok istemiyoruz. Çünkü bu iş arkadaşları daha çok yoruyor. Onlar bize Word formatında yollasınlar, sonrasında editör ve yayın ekibimiz gereğini yapar. Ancak bazen çok şaşırıyorum…

Ulus: Neden?

Ahmet İzan: Diyorum ki bazen bizim yazarlar “Türkiye’de yaşamıyorlar mı? Ana dilleri Türkçe değil mi? Yıllarca okullarda bu dersleri görmediler mi?” diye. Çünkü öyle eserler geliyor ki Türkçe kurallarından bihaberler. Hadi siz bilmiyorsunuz hiç mi bilen bir arkadaşınız yok? Önce onlara gönderip okutturun, en azından bildikleri kadarıyla bir düzeltme yapılsın, sonra gönderin. Evet bizim sağ olsunlar para için değil hatır için bize editörlük yapan arkadaşlarımız var ama onlara da yazık değil mi? Biraz daha düzgün yollasalar onlara da az iş düşer. Daha hızlı basıma girer kitaplar. Hem onlar hem biz mutlu oluruz.

Ulus: Bu süreçte en çok kızdığınız yazar?

Ahmet İzan: Bir gün bir bayan yazar aradı. Kitap bastırmak istediğini ve bizim şartlarımızı sordu. “Ortada güzel bir eser varsa biz para almıyoruz basım işinden” dedim. “Biz ilk etapta 500 kitap basıyoruz. Bu 1000 için telif vermiyoruz. Ancak ikinci baskıda %17 telif veriyoruz.” dedim. Hemen bir çığlık attı: “Sadece %17 mu? Çok az.” dedi. “Peki daha önce kitap bastırdınız mı?” diye sorunca: “Tabii ki… İki kitabım var.” dedi. Peki kaç liraya bastırdınız ve ne kadar telif aldınız?” diye sordum. “Birini dört bin, diğerini beş bin liraya bastırdım. Sözleşmem de %45 idi telif.” Peki dedim, aldınız mı hiç teliften para? “Hayır hiç almadım.” diye yanıtladı. İşte bu olaya çok sinirlendim. Çünkü evet ben bu işe yeni girdim ama bu piyasada olan bir sürü arkadaşımız var ve işin nasıl döndüğünü biliyorum. Kimse bu telifi vermiyor. Ancak çok satması lazım. Yayınevi de geri zekâlı değil se vermeli zaten bu parayı. Diğerleri içinse durum çok farklı. Bir defa baskı masrafı var, dağıtıma gönderiyorsunuz %55, %60 ile. Üzerine baskı, dizgi, kira, elektrik vb. masrafları da koyarsanız zaten yayıncının eline %10 bile kalmıyorken yayıncı nasıl versin telifi? Olanaksız.

Bir de çoğu yayıncı işin hilesinde. Sözleşmeyi bin kitap üzerinden yapıp yazardan parayı alıyorlar, ancak basılan kitap sayısı yüz elliyi geçmiyor. Yüz tanesini yazara veriyor. 50 tanesini satışa sunuyor. Çünkü inanmıyor satılacağına. Garibim yazar da bin adet kitabım piyasada diyerek mutlu oluyor.

Ulus: Yayıncılık konusunda teknoloji, tablet bilgisayarlar kol kola e-kitaplar üzerinden yükseliyor. Bu teknolojik değişimin Türkiye’deki geleneksel yayıncılığa etkisi nasıl olacak sizce?

Ahmet İzan: Aslında ben çok etkileyeceğini düşünmüyorum. O iş gençlerin daha çok giriştiği bir iş. Özellikle biz yaştakiler kitabı ellerine almadan, onun kokusunu içlerine çekmeden okumaya başlamazlar. Öyle ekran karşısında bir şeyler okumak bize göre değil. O nedenle de yayıncılığa çok sekte vurmaz.

Ulus: Yayınladığınız eserlere baktığımda çocuk kitapları yok denecek kadar az. Neden girişmediniz bu işe de?

Ahmet İzan: Çocuk edebiyatı zorlu bir alandır. Büyüklerin kitaplarında hata yapma lüksünüz var, affedilebilir. Ancak çocuk kitaplarında öyle bir şansınız yok. Çocuk kitaplarında yapılacak bir hata belki de o çocuğun geleceğini etkileyecek. Bu anlamda da çocuk kitapları konusunda güçlü bir ekibim olmadan bu işe girmek istemem açıkçası. Şu anda bekleyen bir sürü kitap var. Ama dediğim gibi hata yapmamak adına bekletiyorum.

Ulus: Neredeyse kurulduğunuzdan beri her ay yazarlarınız için bir okur-yazar buluşması yapıyorsunuz. Hatta 28 Eylül tarihinde de bir buluşma var. Bu buluşmaları düzenlerken düşünceniz neydi ve amacına ulaşıyor mu sizce?

Ahmet İzan: Bu buluşmalara başlarken aslında amacım yayınevim yazarları ile okuyucuyu buluşturmak, yazarlarım arasında bağı ve güç birliğini yakalamaktı. Dediğiniz gibi kurulduğumuz yıldan beri başladığımız bu buluşmalar 28 Eylül tarihinde ne tesadüftür ki 28. buluşma olacak. Amacına ulaştı mı dersek bence ulaştı. Yazarlarım birbirini tanıyor, birlik ve beraberlik bağları kurabiliyorlar ki bu çok güzel bir şey.

Ulus: Bize zaman ayırdığınız için teşekkür ederiz. Son olarak söylemek istediklerinizi öğrenelim.

Ahmet İzan: Ben teşekkür ederim öncelikle. Biz dürüstçe bir işe girdik. Evet bazen çok zorlanıyoruz ama bir şekilde üstesinden geleceğiz. Çünkü siz samimi ve dürüst oldukça kaybetmezsiniz…

 

 

 

Haber: Arzu Kök