İstanbul Barosu Başkanı İbrahim Kaboğlu: Genel af çıkarsa Türkiye yeni bir suç sarmalına girer
İstanbul Barosu Başkanı İbrahim Kaboğlu: Genel af çıkarsa Türkiye yeni bir suç sarmalına girer
İstanbul Barosu Başkanı Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu, anayasa değişiklik talebi, baro hakkında açılan 'terör soruşturması' ve cezaevlerindeki doluluk ekseninde genel af ihtimallerini Euronews Türkçe'ye değerlendirdi.
İstanbul Barosu Başkanı Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu Çarşamba günü Euronews Türkçe'ye verdiği demeçte son dönemde gündeme gelen "genel af" tartışmalarına ilişkin olarak "Genel af çıkarsa Türkiye yeni bir suç sarmalına girer," uyarısında bulundu.
Adalet Bakanlığı verilerine göre Türkiye'de 2 Ocak 2025 itibarıyla 328.708'ü hükümlü, 55.508'ü tutuklu olmak üzere toplamda 384.216 kişi cezaevlerinde tutuluyor.
Tutuklu mahpuslar hapishane nüfusunun yüzde 14,45'ini oluştururken, hüküm giymiş kişiler ise yüzde 85,55'ini oluşturuyor.
1 Ocak 2025 itibarıyla ise Türkiye'de toplamda 405 ceza infaz kurumu bulunuyor ve bu kurumların toplamda 301.397 kişilik kapasitesi bulunuyor.
Mahpus sayısının, kurumlardaki yatak kapasitesinden daha fazla olması nedeniyle tam olarak 82.819 kişi cezaevlerinde yatacak yer bulamıyor.
Bu kapsamda cezaevlerinin "seyreltilmesi gerektiğini" ifade eden ancak "genel affın" büyük bir tehlike doğurabileceğine dikkat çeken Kaboğlu, "Birincisi, cezaevi koşullarını düzeltmemiz gerekiyor. İkincisi ise evet, Türkiye'de cezaevlerinin seyretilmesi gerekir ama bir koşulla. Hep aflarda yanlışlık yapıldığı üzere, bir kişiyi öldüren, bir kişinin namusuna tecavüz eden, evini soyan yani bir kişiye zarar veren ve suç işleyen insan affedilmez," diye konuştu.
'Af, düşünce ve siyasal suçlar için söz konusu olabilir'
Affın göreceli ve yoruma açık suçlar için mümkün olabileceğini vurgulayan Kaboğlu, cezaevinde bulunan ve Türkiye İşçi Partisi (TİP) Milletvekili olan Can Atalay ile Selahattin Demirtaş ve Osman Kavala örneklerini verdi.
Kaboğlu, "Af daha çok düşünce suçları için, siyasal suçlar için af söz konusu olabilir. Çünkü bunlar görecelidir. Diyelim ki şimdi Can Atalay İtalya'da yaşıyor olsaydı, Osman Kavala Fransa'da yaşıyor olsaydı, Selahattin Demirtaş Almanya'da yaşıyor olsaydı ya hapisten çıkmış olacaktı ya da hiç hapse girmeyeceklerdi," diye konuştu.
Kaboğlu sözlerine şöyle devam etti:
"Burada şu var, hukuku etkili kılmak. Mahkemeler ve savcılıklar, insanları hapsedilmesini gerekli kılan durumlarda hapse göndermeli. Seçilmiş kişiler, sivil toplum örgütü savunucuları, çevre savunucuları, düşünce suçluları... Bunlar yüzlerce binlerce. Dolayısıyla bakış açılarımızı doğrultmamız gerekiyor. Yoksa, Türkiye'nin daha çok uçuruma doğru yuvarlanmasına kürek çekeriz."
Suçsuz ceza alanlar ile cezasızlık politikası dilemması
İstanbul Barosu Başkanı Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu cezasızlık politikalarındaki zıtlık ve dilemmaya vurgu yaparak, "Bir yandan cezasızlık var. Polisler, uyuşturucular, çeteler, iktidar yandıları, mafya babaları... Onlar için bir cezasızlık. Bir yandan da hukukun genel ilkelerine ve hukukun genel olarak uygar ülkelerde uygulandığı biçimine göre hapiste bulunmaması gerekenler. Bu açıdan bu asimetrik ilişkiyi çok iyi tartışmamız gerekir," dedi ve şöyle devam etti:
"Yoksa genel af çok tehlikeli bir kavramdır. Göreceksiniz eğer bir genel af olursa yine yankesiciler, sahtekarlar, palacılar, uyuşturucu babaları çıkacaklar, birkaç yıl önce olduğu gibi politikacılarla resim çektirecekler ve kendilerini toplumda meşrulaştıracaklar. Türkiye yeni bir suç sarmalına girecek."
Abdullah Öcalan, Selahattin Demirtaş ve Osman Kavala
Kürdistan İşçi Partisi (PKK) lideri Abdullah Öcalan'ın olası bir salıverilmesi ile ilgili nasıl bir formül geliştirebileceğini dair soruya yanıt vermek istemeyen Kaboğlu, Gezi Parkı protestoları nedeniyle tutuklu 2017'den bu yana Marmara Kapalı Cezaevi'nde (eski adıyla Silivri Cezaevi) tutuklu bulunan Osman Kavala ve Kobani davası nedeniyle Edirne Cezaevi'nde hapsedilen Selahattin Demirtaş'ın bir af durumunda serbest bırakılma ihtimalini ise şöyle değerlendirdi:
"Eğer hukuka saygılı olarak ilerleseydik o zaman mesela ben derdim ki 'Önce Madde 138'i uygulayın'. Samimi olan taraf; Anayasayı uygulayarak toplumdaki bu başıboşluğu, düzensizliği, gerilimi, barışı tehdit eden ortamı yumuşatıp, sonra adım atardı. Dolayısıyla burada zaten yaklaşım tarzı yanlış. Ben o yanlış yaklaşım tarzına ilişkin soruyu yanıta kalkışarak o yanlış tartışma tarzını meşrulaştırıcı bir taraf olmak istemem."
AK Parti'nin sivil anayasa talebi: 'Anayasa zaten doğası gereği sivildir'
İktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) ağırlıkla son iki yıldır yeni anayasa değişikliği ile "darbe anayasası" olarak nitelendirdiği 1982 Anayasası'nı "sivil anayasaya" dönüştürülmesini savunuyor.
Mayıs 2024'te Erdoğan, "Bugün Türk demokrasisi, yeni ve sivil anayasa yapma eşiğini aşacak güce, kudrete, olgunluğa fazlasıyla sahiptir" ifadelerini kullanmıştı.
Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu ise 2017’de yapılan anayasa değişikliği için "O bir reddi mirastı ve Cumhuriyet anayasacılığının sonu oldu," ifadesini kullanıyor.
AK Parti'nin “sivil anayasa” talebini değerlendiren ve “sivil anayasa” kavramının karşılaştırmalı anayasa hukukunda bir karşılığı olmadığını vurgulayan Kaboğlu, “Anayasa zaten doğası gereği sivil ve dünyevidir. Ancak 2017 kurgusunun otoriter yapısı ve bu yapıdan doğan keyfi uygulamalara neden oluyor,” diye konuştu.
2017’deki anayasa değişikliğinin getirdiği “keyfi alan”ı örnekleyen Kaboğlu, özellikle yürütmenin hesap vermezliğini eleştirerek şu örneği verdi:
“Bir bakan görevden alınıyor ve yerine yenisi atanıyor. Cumhurbaşkanı ‘affettim’ diyerek resmi gazetede duyuru yapıyor. Ancak anayasada böyle bir yetki yok. Anayasada bir bakanlar kurulu da yok. Bu tarz uygulamalar anayasal bilgi kirliliği yaratıyor.”
Anayasada öncelikli değişiklik ihtiyacının bir “hükümet sistemi” sorunu olduğunu belirten Kaboğlu, “Bugünkü sistemde hesap verebilir bir hükümetin bulunmaması, demokratik denetimi imkansız kılıyor. Bu da kaosa, yoksulluğa ve hukuksuzluğa yol açıyor,” sözlerini dile getirdi.
Anayasaya saygı sorunu
Anayasada demokratik ve otoriter hükümler bulunduğunu belirten Anayasa Profesörü Kaboğlu, otoriter hükümlerden yola çıkarak keyfi bir alan açıldığını söylüyor.
Demokratik de olsa otoriter hükümler de olsa anayasaya bağlılığın önemine çeken Kaboğlu sözlerine şöyle devam etti:
"Keyfi alan genişledikçe, sayısı arttıkça ve hacim olarak genişledikçe o zaman aslında anayasa dışı uygulamalar çoğalıyor. Bir kişinin hapse atılması ve Rahip Brunson'nın hapisten çıkarılması ya da Osman Kavala'nın bir kapıdan çıkarılıp öbür kapıdan içeri girmesi gibi... Yargı çıkartıyor, yürütme, 'Hayır seni çıkartmam' diyor. Şimdi bunlar keyfi alanlara giriyor."
Cumhurbaşkanlığı kararnameleri ile "keyfi alanın" genişlediğini belirten Kaboğlu, Bakanların "görevlerinden affını istemesi" ve bu "görevden afların" kabul edilmesine ilişkin bir anayasa zemini olmadığını da belirtti.
"Bir bakan görevden alınabilir yenisi atanabilir ama 'Ben seni affettim' demek çok iyi görevini yapan bir bakanı şaibe altına sokuyor. 'Suçu neydi de affettin?' sorusunu akıllara getiriyor. Böyle bir yetkisi yok cumhurbaşkanının. Ya da gerçekten pisliklere bulaşmış bir bakan affedilmiş oluyor fiilen. Kimse kaynağını anayasadan almayan devlet yetkisi kullanamaz anayasaya göre. Ve toplumda bu anayasaya saygı sorunu tartışılmadığı için aslında bir anayasal dezenformasyon yaratılıyor."
Anayasal bir bilgi kirliliğinin oluşmasından sitem eden Kaboğlu, "O nedenle benim vurguladığım iki kavram var. Birincisi anayasaya saygı duyun. Bu yürürlükteki anayasaya otoriter de olsa saygı gösterin. İkincisi anayasal bilgi kirliliği yaratmayın. Örneğin bakanlar kurulu olmadığı halde bugün bakanlar kurulu toplanıyor demek bir anayasal bilgi kirliliği yaratmaktır," sözlerini dile getirdi.
Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.