Gemlik Asliye Ceza Mahkemesinde bir avukat, Atiye Keskin’in “Güneş Batarken Sararır” başlıklı bir yazısının bir bölümünü hıçkırarak okuyordu… Adı Mustafa Kemal Keskin’di. Türkiye’nin en tanınmış Vergi Hukuk’u avukatlarından birisiydi. Hayatında ilk defa bir ceza davasına girmiş ve bir hakim huzurunda ilk defa gözyaşı dökmüştü; çünkü sevgili karısı Atiye Keskin (Kubanlı) bir trafik kazasında ölmüştü.
Ağlıyordu; çünkü sevgili karısının trafik kazasından sonra cankurtaranla hastaneye sevk edilirken Allah’ın “Hayy” ismini sayıkladığını, son nefesini verirken de bu ismin yüce manasına sığınarak dudaklarını kapayıp, gözlerini yumduğunu tam elli iki gün sonra öğrenmişti.
Kendisi geçirdiği bir kalp krizi dolayısıyla yoğun bakımda ölümle pençeleşirken, o çok sevdiği karısı kollarının arasından süzülüp Hayy’a, yani, ezeli ve ebedi olana kavuşmuştu.
Sanki karısının manevi dünyasının güzelliğini, ancak O’nun ölümüyle fark etmiş gibi, biraz da esefle, “Güneş batarken sararır” diyor; sesi kısılıyor; sonra tamamen susuyor ve konuşmasını gözyaşlarıyla tamamlıyordu.
Mustafa Kemal Keskin’in ağzından dökülen , “Güneş batarken sararır” sözleri Simavna (Kütahya) Kadısı oğlu Şeyh Bedrettin’e aitti…
Şeyh Bedrettin, çağının en büyük Kur’an yorumcularından birisiydi ve Şehzade Musa Çelebi’nin Seraskeriydi.
Musa Çelebi, kardeşi Mehmet Çelebi ile yaptığı taht savaşını kaybedince, boğularak öldürülmüş; Serasker olan Şeyh Bedrettin önce İznik’e sürülmüş, sonra da asılmıştı.
Çırılçıplak soyulmuş bir şekilde idam sehpasına doğru götürülürken kendisine;
-Neden benzin sarardı? Diye alay ederek soran savaşın galibi Mehmet Çelebi’ye Simavnalı Şeyh Bedrettin ;
-Güneş batarken sararır, diye cevap vermişti.
Şeyh Bedrettin, bu sözleri ile güneşin sararıp batarken arkasında bıraktığı ışıkların gökyüzünü kızıla boyamasını; ufukta kaybolup gittikten sonra da güneşin ışıklarının insanları aydınlatmaya devam etmesini; aydınlığın karanlığa yenilmesinin korkusu insanların üzerine tam çökerken, sabaha karşı o kızıl rengin karanlığı yenerek; güneşin yeniden doğuşunu müjdelemesini anlatmış; yani, Şeyh Bedrettinler yeniden doğacak demişti. Bunun için, Atiye Hanım, Hazreti Hüseyin’in şehadetini anlatan bir yazısının başlığına Şeyh Bedrettin’in idam sehpasına çıkarken yeni hünkara verdiği bu cevabı koymuştu.
Atiye Hanım da, Şeyh Bedrettin gibi; dini, milliyeti ne olursa olsun gönlünde, düşüncelerinde “insan”ı yüceltir; insanın özüne saygı duyar; insanla yeryüzünün diğer canlılarını, Tanrı’nın temsilcisi olarak görürdü. Nüktelerini yazdığı “İstanbul” gazetesinin gece sekreteri, Atiye Hanımın bir trafik kazası sonucunda ölümünü; “Nükte sustu, ışık söndü” diye okuyucularına sunmuştu.
Kader ağlarını örmüş, Av. Mustafa Kemal Keskin’in, nükteleriyle insanlara ışık saçan “güneş”i de, sararak batmıştı.
Şeyh Bedrettin’in dediği gibi, Atiye Hanımın eserlerindeki nüktelerin ışıkları da; kendisi dünyamızı terk ettikten sonra, tıpkı sararıp battıktan sonra yeniden doğan güneş gibi, insanların dünyasını aydınlatmaya devam edecek.
“Güneşin batarken sararması”nın güzelliğini, Nazım da o eşsiz mısralarıyla, “Şeyh Bedrettin Destanı’nda” ölümsüzleştirmişti:
“Ortada
yere saplı kılıç gibi dimdik
bizim ihtiyar
karşısında hünkar
bakıştılar.
Aydınlandı içi gözlerinin
dedi:
-Mademki bu kere mağlubuz
Netsek, ne eylesek zaid
Gayri uzatman sözü
Mademki fetva bize aid
Verin ki basak bağrımıza mührümüzü
******
Yağmur çiseliyor
Gecenin geç ve yıldızsız bir saatidir
ve yağmurla ıslanan
yapraksız bir dalda sallanan şeyhimin
Çırılçıplak etidir.
******
(Gelecek yazımda, Atiye Keskin (Kubanlı)nın Gönül Dünyası)