Osmanlı İmparatorluğu zamanında İstanbul kadısını temsil eden onun adına hüküm veren kaza kadılarına ayak naibi denilirdi. Bunlar bir takım idari işlere de bakarlardı.
Bektaşinin birinin bir miras meselesi dolayısıyla İstanbul kadısına işi düşer. Fakat kadı yolsuz bir kişi olduğundan karşı tarafı tutar. İhtiyar Bektaşi haklı olduğu için durmadan kadı efendiyi gelir sıkıştırır…Nihayet kadı onu başından savmak için işini Kadıköy ayak naibine havale eder.
“Baba erenler böyle yollarda yorulma, Kadıköy’ünde oturuyorsun, oradaki ayak naibi işini çözer” der.
Kadıköy’ünde de işinin aksadığını ve çıkmaza kaldığını üzülerek gören Bektaşi, İstanbul kadısına uzun bir mektup yazar. İşinin artık Allah’a kaldığını ifade eder. Mektubun sonuna da birkaç satır ilave eder:
Ahmak kadı mahkemeyi mülk sana
Fakiri ezip çıkar zenginden yana,
Baş olmayan yerde ayak ne gezer
Ayak naibini bulmak boşuna.
İstanbul kadısı bu satırları okuyunca artık bektaşinin bu işten vazgeçtiği zannı ile rahat bir nefes alır.
Aradan kısa bir zaman geçer. Ufak bir sebeple kadı efendinin Karaköy’deki koca hanı bir gecede kül olur.
Bektaşi bir geçmiş olsun mektubu yazar ve mektubunu da;
Her başa gelenin vardır nedeni,
Derdi çeken bilir ibret handadır.
Adalet mührüne oyun edeni,
Malla ikaz eder sıra candadır.
Satırları ile bitirir.
İstanbul kadısının içini manevi bir korku alır. Can kaygısına düşer. İhtiyarı çağırır, işini yolunca halleder ve af diler…
Birçok dairelerde, işyerlerinde ortada çalışan insanları sorumlu tutarız. Bir oteldeki pislik için personel çağırır, oğlum bu ne hal deriz. Bir dairedeki aksaklıktan memura çıkışırız. Adliyede, gümrükte, idarede, eğitimde, din işlerinde daima karşımıza çıkan, gözümüze görünenle tartışırız. Amma vücuda kumanda eden nasıl bir beyin varsa her işin de bir kumanda edicisi beyni vardır. Kadı yolsuz olunca ayak naibini de kendisine uydurur. Hatta bu işlerin beyni durumunda olanların verdikleri emirlerin nasıl tatbik edildiğini de kontrol etmeleri gerekir.
Onun için “Bir aslanın idare edeceği ceylan ordusu, bir ceylanın idare edeceği aslan ordusundan güçlüdür” denilmiştir. Memleketin en büyük işlerinden en küçük köyüne kadar olan işlerinde mutlaka bir sorumlu vardır. Ama öyle devirler vardır ki bu devirlerde yolsuzluk ve hırs ön olur. Gerçekten işleyen beyinler ayaklar altına itilir. Ayaklar baş, başlar ayak olur. Ayak naibi durumunda olanlar, başlarının yolsuzluklarında yürürler. Tarih boyunca ülkeler akılsız başlardan çektiklerini tarihe sığdıramazlar.
Bu gün dünyanın her memleketinde büyük devlet adamı sıkıntısı vardır. Bu sıkıntı dünya barış ve huzurunu da etkilemiştir.
Hırstan kinden arınmış, insanlık sevgisi ile dolu, öfkesini yenecek güçte, her saltanatın geçici olduğunu idrak eden hakikat yolcusu, sevgi dolu kişiliği olan devlet adamları memleketin işleyen beyinleridir.
İnsanoğlu zekası ile uzaya ait sırları çözmeye başlamıştır. Radar sondajları ile yıldızlar arasındaki mesafeleri dakik olarak ölçmektedir. Ne yazık ki gerçekten insanlığa, memlekete hayırlı olacak şekilde çalışan beyinleri ölçecek ve seçecek bir yol bulunamamıştır. Onun için bir çok ülkelerde ayaklar baş, başlar ayak olarak, kargaşalık, bunalım ve yokluk içinde çırpınıp durmaktadırlar.
(Gelecek yazımızda Atiye Keskin (Kubanlı)nın, “Bir Nükte Bir Işık” kitabından “Arif Kime Derler” nüktesini okurlarımıza sunacağız)