Arkeolojik eserlerin çalınması, ülke dışına kaçırılması, yapılan bütün hukuki düzenlemelere, alınan tüm tedbirlere rağmen Cumhuriyet döneminde de devam etti ve bala da ediyor maalesef.
Artık dışarıya anıt mezarlar, abideler, mabetler gibi eserler kaçırılamıyorsa da, daha küçük ebattakilerin kanun dışı yollarla götürülmesinin önü bir türlü alınamıyor.
Bol paralı, az ahlaklı, aç alıcılar olunca bu kere devreye bizim aç ve ahlakı düşük , yerli ve milli “Indiana Jones”larımız giriyor. İzin almadan gizli kazılar yapıp toprağı köstebek yuvasına çevirerek, mevcut asar-ı atikaya zarar vererek bulup çıkardıkları değerli eserleri yok pahasına yabancılara satıyorlar.
(Ara Not: Son zamanlarda, özellikle internet üzerinden, metal dedektörü satışları artmış. Herhangi resmi bir izin vey şarta bağlı olmayan define arama dedektörlerinin fiyatı, kalitesine göre birkaç bin liradan başlayıp 200-300 bin liraya kadar çıkabiliyormuş. En pahallı olanlar, altın, gümüş gibi değerli madenler için diğer metallerden farklı sesler çıkarıyor reklamı ile satılıyormuş. Bunlardan edinen yerli ve milli “Indiana Jones”larımız ıssız yerlerdeki arkeolojik alanlara gecenin ilerleyen saatlerinde gidip etrafı delik deşik ediyorlar, kalıntılara zarar veriyorlar. Oysa, uzmanların belirttiğine göre metaller arasında ayrım yapıp farklı sesler , sinyaller veren bir dedektör yok. Dedektör teneke parçasına da altına da aynı sinyali verir. Üstelik, aslında genellikle mayın aramada kullanılan bu cihazların etki alanı toprağın 30, bilemediniz 50 santim derinliğidir)
Ülkemize her yıl kara, hava ve deniz yoluyla giren çıkan milyonlarca yerli ve yabancı yolcu olduğu dikkate alınırsa ne kadar dikkatle araştırılırsa araştırılsın kaçakçılığın önünü almak mümkün olamıyor. ,Hafta sekiz dokuz basında falanca gümrükte şu kadar arkeolojik eserin yurt dışına kaçırılmak istenirken ele geçirildiğine dair haberlere rastlıyoruz. Yakalamalar çoğunlukla ihbar sonucu oluyor Gümrükte ele geçirilenlerin mi yoksa yakalanamayanların mı daha çok olduğunu merak ediyorum doğrusu.
Peki, biz gerekli tedbirleri elden geldiğince alıyoruz, yasal düzenlemeleri yapıyoruz da uluslararası alanda bu konuda bir kural, sözleşme, anlaşma falan yok mu?
Var tabii, ama uyan kim?
Uluslararası alandaki temel belge Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim, Kültür Örgütünün (UNESCO) hazırladığı 1970 tarihli “Kültür Varlıklarının Kanunsuz İthal, İhraç ve Mülkiyet Transferinin Önlenmesi ve Yasaklanmasına İlişkin Alınacak Tedbirler Hakkında Sözleşme”.
UNESCO, çok geç kalmış bu Sözleşmeyi eserleri çalınan devletlerin (Sözleşmede bu devletler için “kaynak devletler” tabiri kullanılıyor) ısrarı üzerine, nihayet 1 970 yılında hazırladı ama eserleri çalan, alan, götüren büyük devletler metni uzun süre imzalamadılar.
Aslında Sözleşme o devletlerin lehine hükümler içerir.
Öncelikle, Sözleşme, eski ifade ile”makabline şamil” değildir. Yani geriye dönük işlemez, 1970 öncesi üstüne çökülen eserler için uygulanamaz. Üstelik, taraf olan devletlerde de ancak yürürlüğe girdiği tarihten itibaren geçerlik kazanır.
Ayrıca bu tarih belirlemesi, büyük devletlere bir anlamda, daha önce hukuka aykırı şekilde edindikleri, aldıkları, çaldıkları eserleri adeta meşrulaştırma imkanı yaratmış olur.
Bu Sözleşmeyi biz de önce imzalamadık. Sebebi bizim müzelerimizde de başka yerlerden getirilmiş asar-ı atika bulunmasıydı. Dikkat ettinizse, bizdeki eserler için “ alınmış, çalınmış” kelimeleri yerine “getirilmiş” sözcüğünü kullandım.
Zira bizimle eseri alan, çalan, üstüne çöken, yağmalayan büyük ülkeler arasında bir “nüans ” var. Biz, müzelerimizdeki eserleri o tarihlerde bize ait olan topraklardan getirdik, yabancı ülkelerden değil. Yani yurt dışından değil ülke içinde bir yerden diğerine naklettik.
…….ve nihayet biz de 1981yılında Sözleşmeye taraf olduk.
Büyük devletlerin çoğu da 1970 Sözleşmesini imzaladılar, sonunda.
Biz, tarih sınırlaması nedeniyle, örneğin Halikarnas Mozelesini, Bergama Tapınağını, Knidos aslanını geri isteyemiyoruz. İngiltere de aynı nedene dayanarak Yunanistan'a Elgin Memerlerini iade etmiyor.
1970 Sözleşmesindeki eksikliklerin giderilmesi, uygulanma usullerine açıklık kazandırılması için UNESCO, Roma’daki, hükümetler arası bağımsız bir kuruluş olan UNİDROİT’e başvurdu. UNİDROİT’ hazırladığı 1995 tarihli Sözleşme ile çalınan veya yasadışı yollarla elde edilen kültür varlıklarının iade iddialarının, alan ülkenin milli mahkemelerince incelenmesini, değerlendirilmesini ve iddia, talep haklı görüldüğü takdirde iadesini şart koşuyor. Biz buna dayanarak 1981 sonrası ülke dışında olduğunu tesbit ettiğimiz eserleri geri istiyor ve çoğu kez alabiliyoruz.
Nitekim, geçtiğimiz günlerde basında yer alan bir habere göre “ABD ve İngiltere’de dele geçirilen Anadolu kökenli 42 tarihi eser “ daha Türkiye’ye iade edilmiş. Emeği geçenleri kutlarım. İğne ile kuyu kazmak gibi olsa da darası diğer çalıntı eserlerin başına….
……………………….
“ Nihayet bitti” diye hemen sevinmeyin canım…Bir paragraf daha var…..günah çıkarma ve özür paragrafı.
Hani bir laf vardır “Çok bilen çok yanılır” diye. O lafı kendim için uyarlarsam “Çok bildiğini zannederek ukalalık yapan çoğu kez yanılır” demem gerekir.
Neden mi?
Hemen anlatayım.
Aynı zamanda ressam olan Dışişleri Bakanlığından bir meslektaşım, elektronik posta yollayarak, yanlışımı açıkça kafama kakmadan, çok zarif biçimde “Kouros ” ve “Kora” kelimelerinin ne anlama geldiğini izah etti. Bunun üzerine durumu teyid ettirmek ve meseleye açıklık getirmek amacıyla İstanbul’daki bir heykeltraş dostumla temas kurdum ve işin aslını öğrendim.
Eski Yunan heykel sanatında “Kouros” ayakta duran genç erkek heykellerine verilen isimmiş. Heykel çıplak olarak betimlenir ve genellikle bir bacağı önde olarak yontulurmuş.
(Ara bilgi: Heykellerdeki bu bacak pozisyonu konusu bana antik Mısır’daki firavun heykellerini anımsattı. Sözkonusu heykellerde iki bacak yan yana yontulmuşsa, heykelin, firavunun ölümünden sonra yapıldığını, bir bacak, adım atar, yürür gibi önde betinlenmişse heykelin firavun hayattayken hazırlandığını gösterir).
“Kora” ise ayakta duran, genellikle çıplak genç kız, bakire kadın heykellerine verilen admış.
“Torso” da gövde demek olduğundan “Kouros Torsosu” ve “Kora
Torsosu”, toprak altından çıkan, kafası ile kol ve bacakları kopuk heykeller için kullanılan bir terimmiş.
Bunları öğrendiğime çok memnun oldum…..
…….ama……
Bu yazıya konu olan gazete haberini hazırlayan gazeteciye karşı da mahcup oldum. Kendisinden özür diliyorum.
Verdiğim eksik, yarım yamalak bilgi için sizlerden de özür diliyorum.
Tek tesellim, arkeolojik eser hırsızlığı, kaçakçılığı hakkında sizlere aydınlatıcı bulacağınızı umduğum bazı tamamlayıcı bilgileri sunabilmiş olmam .
…………………
Makale, nihayet imdi temmet.
………………
(“Temmet” , eskiden yazıların sonunda kullanılan “bitti, tamamlandı” anlamındaki sözcüktür).