YUMMAYIN KİRPİKLERİ?
Zeynep ve ailesi Ankara'da yaşıyorlardı. Daha sonra babasının görevi dolayısıyla Adapazarı'na taşındılar. Babası özel bir şirkette çalışıyordu. Adapazarı güzel bir yerdi, üstelik çok sevmişlerdi. Bundan sonra yaşamlarını burada, bu kentte geçirecekleri için ailece çok mutlu olmuşlardı...
12 Temmuz 1967 Cumartesi günüydü!
“ Zeynep o, gün kurstaydı. Eve geldiğinde Annesi temizlik yapıyor, Babası henüz işten gelmemişti.
Anne babam gelmedi mi?
Çok acıktım, diye sordu.
Anne, merak etme kızım birazdan gelir, az bekle.
Annesi temizliği bitirip, akşam yemeğini yapmış masayı hazır bile etmişti. Birlikte babasının gelmesini beklemeye başladılar.”
Annesinin yemekleri mis gibi kokuyordu ve karnı çok açtı. Hadi ya baba neredesin ya? Diye sitem ediyordu ki, kapının zili çaldı.
Annesi mutfaktan seslendi, kızım koş kapıyı aç babandır gelen!
Zeynep kapıyı açtığında babasıyla karşı karşıyaydı. Babası kızını kucağına aldı, saçlarını okşadı, bağrına basarak iki yanağından öptü. “Prensesim” büyümüşte kapımı açıyor öylemi! Dedi. Babasının son defa Zeynep’e “prensesim” diyeceğini, son kez sarılıp papatya kokulu kızım diye seveceğini nereden bilebilirdi?”
Zeynep;
Yemeklerini yediler, çaylarını içtikten sonra herkes odasına yatmaya gitti Yarın tatildi. Erken kalkıp, ailece pikniğe gideceklerdi. Zeynep de odasına gidip, biraz kitap okuduktan sonra uykuya dalmıştı.
Saat gece bir civarıydı. Büyük bir gürültü ile uyandı. Uyanır uyanmaz hemen odadan çıkacaktı. Çıkmasına fırsat kalmadan şiddetli deprem olduğunu anladı. Ağlamaya ve bağırmaya başladı. Babası ve annesi de kalkmış, bağırışlar çoğalmıştı.
Biraz sonra bir büyük gürültü daha duyuldu ve ondan sonrasını hatırlamıyordu.
Kendine geldiğinde şok yaşıyordu. Etrafı karanlıktı bir yeri göremiyordu. Daracık bir yerde tozun, toprağın içindeydi. Bağırıyordu, ağlıyordu ama kim duyardı ki? Saat kaçtı? Sabah mıydı, akşam mıydı? Hangi zamandaydı, bilemiyordu?
Fakat bulunduğu alan o kadar dardı ki, ne yaparsa yapsın hareket edemiyordu. Zeynep’in durumu iyiydi. Fakat annesi babasını düşünüyordu. Birkaç kez denedi, olduğu yerden kalkamıyordu. Üzerine düşen molozlar yüzünden hareket kabiliyetini yitirmişti. Vücudunda kırıklar oluşmuştu, ağrılardan çok sancı çekiyordu…
Biraz soluklanıyor nefesinin yettiği kadar tekrar tekrar bağırıyor, eline geçen beton parçalarıyla beni duysunlar maksadıyla sağa sola vuruyordu. Aradan ne kadar zaman geçtiğini bilmiyordu. Çünkü karanlıkta zaman mefhumu yoktu. Biraz dinleniyor, gelen sesleri dinliyor, tekrar beton parçalarına vuruyor ve bağırıyordu. Şans eseri sesini duymuş olacaklar ki; kurtarmak için çalışmaya başlamışlardı.
Dışarıdan gelen sesleri duyduğunda kurtulacağını anlamıştı. İçine umut ışığı doğdu, lakin anne ve babası için dua ediyordu. Kurtarmaya çalışanlara sürekli anne ve babasını soruyordu. Kurtarma ekibi konuyu değiştiriyor başka şeyler anlatıyorlardı. Her sorduğunda merak etme seni çıkaralım, sonra onları da kurtaracağız, diye Zeynep’i teselli etmeye çalışıyorlardı.
Dışarıdan gelen sesler, umudunu artırmaya yetiyordu ve büyük güç veriyordu. Açlık susuzluk değil de, bir karanlığın içinde çaresiz kalmak çok korkutucuydu. Saatlerce çalışmadan sonra, ekiplerin o şifalı elleri, Zeynep’i karanlıktan ve beton yığınlarının altından kurtardığında aradan iki gün geçmişti ve inanamıyordu. Ağlamak istiyor ağlayamıyordu. Kaskatı kesilmişti.
Beton yığınlarının arasından çıkarıp sedyeye aldıklarında, etrafında büyük bir kalabalık ve uğultu vardı. Cehennemden çıkmış gibiydi. Ağlayanlar, alkışlayanlar…
Ambulansa alınırken kurtarma ekipleri enkazdan bir kadınla, erkeğin cansız bedenini çıkardık, dediklerini duyduğumda, yüreğinde korkunç bir sancı hissetti.
Çıkardık dedikleri kadınla-erkek kimdi? Anne babası olabilirler miydi? Ama bir türlü onlara olabileceğine de konduramıyordu. Daha kurtarılmayı bekleyen yüzlerce insan vardı? Başkaları da olabilirdi.
Dayısının ambulansın içinde sarılıp, iç çekerek ağladığında anlamıştı. Zeynep’e ağlamazdı ki kurtarıldığına sevinirdi. Kurtulmuştu Zeynep. Sevinmesi gerekmez miydi? O iki cansız beden annesi ve babası olabilir miydi?
Merak içindeydi, ısrarla soruyordu. Fakat, şokta olduğu için, kimse doğru söylemiyordu. İçi bir tuhaf olmuştu. Sürekli annesi ve babası gelecek umudu içerisindeydi. İkna edilemeyince, sakinleşmesi için İğneyle uyuttular.
Ertesi gün kendine geldiğimde, anne ve babasının hayatlarını kaybettiğini öğrendiğinde bayıldı. Gözlerimi açtığında dayısı ve akrabaları yanı başındaydı. Anne ve babası yoktu…
Yapayalnızdı!
Ailesi yok olmuştu…
Artık dayısının yanında büyüyecekti. İyi ki dayım varmış, dedi. Dayısı, Kendi çocuklarından daha fazla babalık yaptı Zeynep’e. Hayata tutunması için çok çaba harcadı. Yaşadığı sürece kendi çocuklarından hep önde tuttu.
Her ne olursa olsun?
Dayı, amca bile olsa, kimse annesinin ve babasının yerini doldurabilir miydi?
Asla...
Yaşıyor muydu, yaşamıyor muydu? Hâlâ bilmiyordu. Gökyüzünde ona selam verecekleri anı iple çekiyordu...
Bugün 17 Ağustos 1999 depremini 25. Yılı.
Yummayın kirpikleri?
Anılarına saygıyla…