Tarihte önemli günler vardır. Olayların akışını değiştiren, iz bırakan, ardından yıllarca ya da asırlarca hatırlanan günler. Tarihin yazıldığı günler de diyebilirsiniz. Örneğin 26 Ağustos Türkler için böyle önemli bir tarihi dönüm noktasının yaşandığı günlerdendir.
26 Ağustos 1071, Malazgirt Zaferi olarak andığımız, Romen Diyojen’in komutasındaki Bizans ordusunu Büyük Selçuklu Devleti hükümdarı Alparslan’ın yenerek Anadolu’yu Türkler için bir yurt haline getirme sürecinin başlangıcını oluşturur. 953 yıl olmuş…
26 Ağustos 1922, Ulusal Kurtuluş Savaşımızın son safhası olan ve bizi 30 Ağustos zaferine götüren Büyük Taarruz’un başladığı gündür. 102 yıl olmuş… Şehitlerimizin ruhu şad olsun. O taarruz ile Anadolu işgalden kurtulmuş, Mudanya Mütarekesi ile başlayan barış süreci bir yıl sonra Lozan Antlaşması ile Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunu hazırlamıştır.
Bir başka 26 Ağustos
26 Ağustos’un dünyanın başka bölgelerinde de önemli sayıldığı günler var. Burada onlardan birine değinmek istiyorum.
16 yıl önce Türkiye’nin yakın coğrafyasındaki konjonktürü değiştiren Rusya-Gürcistan savaşının sonunda ateşkes ilan edilmiş ve Gürcistan bir hafta önce 8 Ağustos’ta Güney Osetya’ya askeri harekat başlatmasının bedelini toprak kaybı ile ödemişti. Üstelik sadece Güney Osetya değil aynı zamanda Abhazya da elinden gitmişti.
Gürcistan topraklarında yer alan bu iki toprak parçasının statülerini hatırlayalım. Abhazya, Gürcistan içinde bir “özerk cumhuriyet”, Güney Osetya ise bir “özerk bölge (oblast)” idi. SSCB’nin, kuruluşundan itibaren aslında dili Rusça olan ancak farklı halkları bir araya getiren bir imparatorluk sistemi olduğunu, bir bakıma Çarlık Rusya’sının yeni bir devlet modeli ile devamı olduğunu kabul etmek gerekir. Bu sistem, esasen egemen devletlerin gönüllü bir federasyonu olarak tarif edilmekteydi zira teoride birliği oluşturan her kurucu cumhuriyetin açık olarak federasyondan ayrılma hakkı mevcuttu. Bu hak hiç bir zaman kullanılamadı, o başka, ama sistem böyle tanımlanmıştı.
Devlet hiyerarşisi içinde cumhuriyetlerin altında yer alan “özerk cumhuriyetler” bulunuyordu. Bu özerk cumhuriyetlerin de aslında Sovyet cumhuriyetleri gibi kendi parlamentoları, bakanlar kurulları, devlet aygıtları ve yerel yönetimlere kadar varan yapılanmaları mevcuttu. Tek farkları, Sovyet cumhuriyetlerinin sahip oldukları “ayrılma” hakkına sahip olmamaları idi. Hiyerarşide üçüncü kategoriyi ise “özerk bölgeler” oluşturuyordu. Bunlar üstlerindeki yapılara göre çok daha sınırlı haklara sahip olan, nüfuslarını oluşturan etnik ve milli unsurlara göre adlandırılan yapılardı. İşte Abhazya böyle bir “özerk cumhuriyet”, Güney Osetya da böyle bir “özerk bölge” idi.
SSCB dağıldıktan sonra Sovyet cumhuriyetleri bağımsız birer devlet oldular. İçlerindeki özerk cumhuriyetleri ve bölgeleri de beraberlerinde götürdüler. Ama sistem çökmüştü bir kere. Bu özerk cumhuriyet ve bölgeler de yaşanan merkezkaç kuvveti fırsat bilerek “ayrılma hakkı” kullanmak istediler. Eski SSCB topraklarında yaşanan bir çok ihtilaf bu hakkın kullanılmak istenmesiyle ortaya çıkmıştır. Abhazya ve Güney Osetya Gürcistan’dan ayrılmak istemişler ve bağımsızlıklarını ilan etmişlerdi. 8 Ağustos 2008 tarihinde Gürcistan Güney Osetya’ya karşı bir askeri harekata başlamış, ancak Rusya’nın mukabelesi sonucu hüsrana uğramıştı. Kısa sürede savaş bitmiş, ateşkes sağlanmıştı. Abhazya ve Güney Osetya, Rusya’ya kendilerini tanıması için başvuruda bulundular.
25 Ağustos 2008 tarihinde Rusya parlamentosunun alt kanadı Duma ile üst kanadı Federasyon Konseyi oybirliği ile bu tanıma talebinin kabul edilmesini uygun gördüler ve kararı Rusya Devlet Başkanı Medvedev’e sundular. 26 Ağustos 2008 tarihinde de Medvedev kararı onayladı, Abhazya ve Güney Osetya birer bağımsız devlet olarak Rusya tarafından tanındılar. Bugün bu iki devleti Rusya dışında sadece Nikaragua, Venezuela, Suriye ve Nauru tanıyor.
Kafkasya’nın Rusya için önemi
Abhazya ve Güney Osetya’nın bağımsız devletler olarak Rusya tarafından tanınması Kafkasya bölgesini Rusya’nın kendi güvenliği açısından ne kadar önemsediğini gösterir. Zira Güney Kafkasya’da üç bağımsız devlet olan eski Sovyet Cumhuriyetleri Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan, bağımsız ve fakat batı dünyasının çok taraflı kuruluşlarına üye olmaksızın varlıklarını sürdürdükleri ölçüde, Kuzey Kafkasya’da ortaya çıkabilecek ayrılıkçı eğilimlerin önünde adeta bir emniyet şeridi gibi bir güvence olarak görülürler. Kuzey Kafkasya çok etnili ve çok uluslu bir yapıya sahiptir ama bu topraklar Rusya Federasyonu içinde farklı özerk cumhuriyetler olarak varlıklarını sürdürmektedirler. Çeçenistan örneğinde görüldüğü gibi, Rusya bu bölgede kendi toprak bütünlüğüne zarar verecek her türlü gelişmeyi kuvvet kullanarak bastırmaya hazırdır.
Rusya ile Ukrayna arasında iki buçuk yıldır süren savaş da aynı Kafkasya gibi Rusya’nın bir tür “lebensraum” olarak kabul ettiği ve Rusya’nın batısında güvenliğini sağlamak için vaz geçilmez addettiği topraklarda devam ediyor. Rusya’nın güvenliğini bu şekilde kuvvet kullanarak sağlamaya çalışmasını uluslararası hukuk açısından olduğu kadar insani açıdan da kabul edilebilir görmek mümkün değil. Ancak, arka planındaki endişeyi, kabul etmesek de bilmek yerinde olur.
Azerbaycan’ın başarısı
Bu köhnemiş Sovyet denkleminden en başarılı olarak çıkan Azerbaycan olmuştur. Sovyet sisteminin böl-yönet taktiğinin Gürcistan’dakine benzer bir örneği Azerbaycan ve Ermenistan arasında da yaşanmış, Azeri topraklarında Ermeni nüfusun çoğunluğu oluşturduğu Dağlık Karabağ bir özerk bölge olarak Azerbaycan topraklarında Azerbaycan’ın hükümranlığında bırakılmıştı. Türkiye’nin doğu sınırlarıyla komşu olan Nahçıvan ise bir özerk cumhuriyet olarak Azerbaycan’a bağlı bırakılmış ancak Azerbaycan’ın asıl toprakları ile Nahçıvan arasındaki Zengezur bölgesi Ermenistan toprakları olarak belirlenerek Azerbaycan ile Nahçıvan’ın bütünlüğü engellenmişti.
Dağlık Karabağ sorunu bu özerk bölgenin SSCB’nin dağılışını fırsat bilerek ve Ermenistan’ın da kışkırtmasıyla bağımsızlık ilan etmesi üzerine çıkmış, Azerbaycan toprakları Ermenistan tarafından işgal edilmişti. Bu duruma son veren ikinci Karabağ savaşı sonunda 2020 yılında Azerbaycan işgal altındaki topraklarını ve Karabağ’ı kurtarmış ve Azerbaycan’ın toprak bütünlüğünü yeniden sağlamıştır. Azerbaycan’ın zaferini ve başarısını küçümsemek anlamına gelecek hiç bir söylem rağbet görmemelidir. Azerbaycan bu tür söylemlere sahada ve masada gereken cevabı vermiştir. Zaman artık Güney Kafkasya’da daha gerçekçi, kalıcı ve istikrarı sağlayıcı bir barış düzeni üzerinde çalışma zamanıdır. Bu bakımdan Türkiye’ye de önemli görevler düşüyor. Mesele sadece Zengezur koridorunda demiryolu, otoyol, köprü inşaatından ibaret değildir. Türkiye, kendi topraklarında ekonomisini ve büyümeyi sürdürülebilir kılmak için dayanak olarak gördüğü inşaat sektörünü yurt dışına da ihraç etmek yerine, gerçek ve kalıcı bölgesel barış için emek vermelidir.