Ankara Kalesi - Anıl ÇEÇEN - Prof.Dr.
Köşe Yazarı
Ankara Kalesi - Anıl ÇEÇEN - Prof.Dr.
 

HALKI TEKRAR KAZANMAK

Yaz aylarına giriş ile birlikte uluslararası alanda önemli ve büyük toplantılar ile genel seçimler birbiri ardı sıra gündeme geldiler. Özellikle doğu ve batı bloklarının içinde yer alan büyük devletler, bu aşamada ülke genelinde birbiri ardı sıra genel ve yerel seçimlere doğru adımlar attılar. Büyük devletlerde siyasal alanı düzenleyen seçimlerin sonuçları tam anlamıyla büyük bir değişiklik olarak gündeme geldiğinde, var olan siyasal düzenleri alt üst ederek devletleri tavır almaya doğru sürüklerken, aynı devletlerin böylesine bir dönem içinde uluslararası genel kurul ve kongreler düzenleyerek, bütün dünya için bir alternatif düzen getirebilecek yeni yaklaşımların, uluslararası genel kurulların gündem maddeleri içinde gündeme getirildiği göze çarpıyordu. Siyasal değişiklikler kongreler aracılığı ile öne çıkarılırken, uluslararası alanda öne çıkarılan bölgesel ve kıtasal çizgideki yeni arayışlar, giderek daha adil, daha eşitlikçi ve barışçı politikalara doğru bütün devletlerin yönetimlerinde, değişik yönelimlerin güncelleşerek tartışma konusu haline geldikleri görülmüştür. Siyasal alanda böylesine çok yönlü hareketlilikler birbirini izlerken, böylesine çok yönlü dönüşüm programlarında yer alan bütün devletler içinde bulundukları küresel organizasyonlar aracılığı ile gelmekte olan yeni dünya düzeni oluşumları içinde birbiri ardı sıra bağımlılık ilişkilerine giren yeni yapılanmalarda, eski düzenlerinden uzaklaştırılmış ama daha tam olarak da geçmişin uzantılarından gelen yepyeni oluşumların, birbirlerini tetikleyerek öne doğru geçtikleri ortaya çıkmıştır. Her devlet ya da her yönetim böylesine bir süreç içinde hem geçmişten gelen yapılanmaları hem de geleceğin dünyasında en iyi yerlerde bulunma çabalarının ortak yönlenmesinde yapılmakta olan çalışmaların devreye girdikleri anlaşılmaktadır.             Son zamanlarda eski dünya düzeninin geride kalması üzerine yenilik arayışları hem bilim dünyasında hem de siyaset sahnesinde birbirini izlemiştir. Devletler ve hükümetler kendi ülkelerini el altında tutarak beklenmedik gelişmelere karşı çıkışlar yapmışlardır. Yer küre yeni dünya düzeni arayışları içinde yuvarlanıp giderken, artan nüfus ve çevre kirlenmesi gibi yeni dev sorunlarla insanlık uğraşmaya başlamış ve bu doğrultuda uluslararası toplantılar düzenlenerek, ülke siyasetleri yeni ortaya çıkan bilimsel veriler aracılığı ile yapılmaya başlanmıştır. Siyasal alanın giderek değişim trendlerine doğru yönlendirilmesi üzerine, benzeri çizgide yeni gelişmeler daha sonraki aşamada ekonomi üzerinden gündeme gelmiş ve bu doğrultuda siyaset ve ekonomik ilişkiler ağı eskisinden çok daha farklı bir gelişme sürecinden sonra, gelecek yüzyıllara uyum sağlayacak atılımların birbiri ardı sıra yola girdikleri ortaya çıkmaya başlamıştır. İki büyük dünya savaşı sonrasında eski düzenden yeni düzene doğru geçişler başlamıştır. Artan nüfusun gereksinmeleri karşılanmaya çalışılırken, birbirini takip eden bazı küresel ekonomi konferansları da birbiriyle bağlantılı bir çizgide son yıllarda giderek karmaşık bir hal alan insanlığın içine sürüklendiği böylesine içinden çıkılmaz bir çıkmazdan çıkış durumu yaratılmaya çalışılmıştır. Seksen yıllık bir sosyalist deneyimden sonra insanlık kapitalizm ile baş başa kalmış ama ne var ki geçmişten gelen deneyler ve birikimlerin yeni dönemi açacak yönde gelişmeler göstermemesi nedeniyle, beklenmeyen birçok gelişme sonraki aşamalarda olumsuz sonuçlar vermişlerdir.              Avrupa Birliği örgütünün öncülüğünde (yeni ekonomik düzen için forum) başlığı altında, dünya ülkelerinin birbirleriyle rekabet etmeleri gerekirken, yarışa katılamaz bir olumsuz durumla ekonomik krizlerden kurtulmaya çaba gösteren önde gelen bazı büyük ülkeler, devletçi bir yaklaşımı benimseyerek, işleri yoluna koymaya çaba gösterirken, diğer Avrupa ülkeleri bazı büyük devletler ve şirketler ile  çok yönlü ilişkilere dayanarak, uluslararası yönlendirmelerin dışında daha iyi bir konuma gelebilmenin arayışı içinde de olmuşlardır. Avrupa ya da Amerika gibi kıtasal devletler sahip oldukları bilim, eğitim ve araştırma kuruluşları aracılığı ile her türlü siyasal, ekonomik ve bilimsel konu ve sorunlara çözüm aramak için gerekli olan adımları attıkları gibi giderek güncel hayatın içinde öne çıkan çıkmazlara da çıkış aramaya devam etmektedirler. Bu yılın önde gelen ana sorunu olarak ekonomik krizin yansımaları öne çıktıkça, sorunlara çözüm arayışları da birbiri ardı sıra gündeme gelmektedir. Ulaşım hizmetlerinin teknik anlamda çok gelişmesiyle kısalan yollar, aynı zamanda ülkelerin giderek yakınlaşması aracılığı ile de ekonomik ve siyasal entegrasyona doğru gitmekte ve aynı zamanda gelecekte tek bir dünya devleti yapılanmasını öne çıkarmaktadır. Dünya tarihinin başlangıcından bu yana emperyalist güçler ve büyük devletler, kendilerinin merkezinde yer aldıkları tek bir dünya devleti oluşumunu her zaman için istemişler ve bu amaca ulaşmak her türlü yakınlaşma ya da bütünleşme gibi yolları denemişlerdir.             Yaz döneminin başlarında gündeme gelen ekonomik sıkıntıların ciddi bir küresel çıkmaza doğru dünyayı sürüklediği görülürken, Avrupa Birliğinin merkezi devleti olan Almanya’nın başkenti olan Berlin şehrinden bir ses gelmiş ve tıpkı güvenlik kongreleri gibi bir ekonomi zirve toplantısı aracılığı ile yeni ekonomi için yeni bir forum örgütü oluşumuna gidilerek, halkı yeniden kazanabilmenin yolları en üst düzeyde araştırılarak kapitalist sistemin çıkmazlarının giderek ezdiği halk kitlelerinin harcanmaması ve giderek on milyarlık bir büyük nüfus yapılanmasına dönüşen küresel halkların çıkarları doğrultusunda adımlar atılmasına çalışılmıştır. Alman devletinin öncülüğünde yapılan bu toplantıya (HALKI YENİDEN KAZANMAK) adı verilerek, giderek kapitalizmin emperyalizme dönüşmesi yüzünden, vatandaşlık bağları ile kendi ulus devletlerine bağlılık kazanmış olan halk kitlelerinin toplumsal yaşamdan uzaklaştırılarak devletler ile halkları ya da ulusal toplum yapılarını karşı karşıya getirme gibi bir büyük çıkmaz ile insanlık karşı karşıya getirilmiştir. Avrupa birliği gibi batı blokunun bir parçası olan kıtasal organizasyonun, dünya yeniden bir büyük küresel ekonomik bunalım aşamasına gelmesi dikkate alınarak, Berlin Bildirgesi adı verilen bir memorandum çağrısı, bütün dünya devletleri dikkate alınarak dünya kamuoyuna açıklanmıştır .Dünya kapitalist sisteminin ana merkezlerinden birisi olan Avrupa Birliği’nin en büyük devleti tarafından örgütlenen BERLİN BİLDİRGESİ’nin, bütün dünya ülkelerine yönelik bir yaklaşım içinde diğer devletlerin temsilciler aracılığı paylaşılması da durumun ne kadar ciddi ve vahim olduğunu göstermektedir . Ekonomik çöküntünün önüne geçmek üzere harekete geçen Avrupa Birliği örgütü, bu doğrultuda (HALKI YENİDEN KAZANMAK) sloganı ile hareket ederek yeniden devletler ile halkları bir araya getirmektedir. Daha önceleri Washington Antlaşması ile bir hizada buluşan batı blokunun kapitalist devletlerinin bugün de BERLİN BİLDİRGESİ’ni imzalayarak insanlığın önüne çıkmaları, her açıdan olumlu bir yaklaşım olarak ortaya yeni bir alternatif getirmektedir. İlk kez batı dünyasından bir ses halkın yeniden kazanılmasını dile getirerek dünya kamuoyunu uyarmaktadır.             Almanya merkezli Bern Bildirgesi diğer ekonomik kuruluşların ötesine giderek uluslararası alanda çalışan kuruluşları değil ama doğrudan halk kitlelerini muhatap alarak son yıllarda giderek yoksullaşan toplumsal tabanın harekete geçirilerek alt sınıfların gelir düzeyleriyle ekonomik seviyelerinin orta tabakalar ile eşit bir düzeye getirilmesi düşünülmüştür. Yarım yüzyılı aşkın bir zaman dilimi öncesinde insanlık iki büyük cihan savaşı sonrasında, yeni bir dünya düzeni kurmaya çalışırken ve düşük büyüme getiren yüksek enflasyonu önlemek için mücadele ederken, o dönemin özel koşullarında neo-liberal adı verilen on maddelik Washington Antlaşması kabul edilerek imzalanmıştı. Savaşlara açıkça karşı çıkıldığı o dönemde batı kapitalizmi daha rasyonel bir yeni düzene yönlendirilirken, ekonomik sorunların piyasalar üzerinden serbestlik anlayışı çerçevesinde çözüme kavuşturulması ayrı bir ortak rıza yaklaşımı olarak benimsendi .Giderek artan nüfusun ulus devletleri sarsması ve zamanla daha kritik bir geçiş dönemine zorlamasıyla birlikte ,Washington Antlaşmasının ana ilkesi merkez bankasının bağımsız olması ve böylece ekonomik alandaki durgunluk olarak öne çıkan stagflasyon ile mücadele edilmesi ana ilke olarak kabul ediliyordu. Piyasa ile merkez bankalarının karşı karşıya getirilmesiyle birlikte serbest piyasa kontrolü altındaki batı ülkeleri, rekabetçi bir ulusal döviz kuru politikası izlemeye yönlendirilerek çoklu bir döviz kaosundan kurtarılmaya çalışılıyordu. Her durumda ulus devletlerin kendi ekonomilerine müdahale etme hakkının tanınmadığı Washington antlaşması rekabeti küreselleştirerek yepyeni küresel bir dünya düzeni getirmeye çalışıyordu. Özel sektörcülüğü sonuna kadar destekleyen ABD öncülüğündeki batı blokculuğu, devletleri özellikle kendi piyasalarını yönetmekten vazgeçirerek özgürlükçü bir serbest piyasacılığı bütün dünyaya yaymaya çaba gösteriyordu. Kamu açıklarının kapanması ve yabancı sermaye gelişinin desteklenmesi için alınması gereken önlemlere, öncelik verilen Washigton konsensusu çerçevesinde kapitalist düzen değişen koşullarda güvence altına alınmaya çalışılıyordu. Kamu kaynaklarının toplumsal hizmetlere yönlendirilmesi, servetten daha çok gelir ve harcamaların vergilendirilmesi ile ekonomik durgunluktan uzaklaşılarak daha iyi ve halk kitlelerinin çıkarları doğrultusunda piyasa hareketliliğini öne çıkarıyordu. Kamu kaynaklarının toplumun tabanına yönelik bir yeniden değerlendirme ile kullanılması, sosyal ilişkilerde rahatlama sağladığı gibi aynı zamanda ekonomik hareketlilik gerçekleştirerek ekonomik çarkların daha hızlı dönmesine de elverişli bir ortam yaratmıştır. Piyasa düzenleyici mevzuatın kaldırılması ve kamu açıklarının kapanması ile de devletler halklarına ekonomik destek vermesiyle, geçmişten gelen süreç içinde ekonomik durumları sınırlı olan çalışan halk kitleleri için daha fazla sosyal masraf ve yatırım öngören yaklaşımlar, halk kitlelerinin ekonomik durum ve sorunlarının rahatlatılmasına öncelik verildiği aşamalarda halk kitlelerinin yeniden vatandaş olarak devletin bağrına basılmasına giden yolu açmıştır. Batı ülkelerinde dayanılmaz hale gelen servet ve gelir dağılımı eşitsizliği ile  küresel iklim değişikliğinin getirdiği toplumsal yıkımlar ve her kıta üzerinde öne çıkan siyasal ve bölgesel çatışmalar neo-liberal  yaklaşımlar ile çözülemez bir düzeye geldiği aşamada, her devlet kollarını açarak kendi halk kitlelerini kucaklayarak bağrına basmak zorundadır, aksi takdirde kendi devletinin sistemi tarafından dışlanan milyonlarca insanın açlık ve işsizlik gibi iki olumsuz faktörün etkisi altında kalmaları kaçınılmaz bir olumsuzluk ortamı olacaktır .Böylesine olumsuz bir durumda  koruyucu ve destekleyici müdahalelerle ekonomi canlanacaktır. Washington mutabakatından tam yarım yüzyıl sonra batı Avrupa’nın önde gelen merkezlerinden birisi olan Berlin şehrinde ikinci bir toplumsal mutabakatın imzalanması küresel kapitalist sistemin yeniden halk kitlelerini kazanabilmek hedefi doğrultusunda adım atılmasını gösteren önemli bir adımdır. Washington mutabakatı ile başlatılan Neo-liberalizm yoluna girerek kendini kurtaran uluslararası kapitalist sistem, Washington antlaşması ile ortaya çıkarak kurumlaşmış ve yarım yüzyılı aşkın bir süre uygulamada kalarak evrensel sistemin üzerine oturduğu bir siyasal düzeni de gerçekleştirmiştir. İngilizler ile Amerikalıların Atlantik okyanusunun kuzey yarı küresinde adım attıkları geleceğin yapılanması sürecinde, Atlantik ittifakı ABD-İngiltere ortaklığı olarak öne çıkıyor ve NATO antlaşması imzalandıktan sonra alınan güvenlik önlemleri  çizgisinde halk kitlelerini sisteme bağlı tutmak amacıyla, sermayeci bir açılım yerine bölgesel mutabakata taraf olan büyük devletler, savaş yıllarının getirdiği çöküş ve aşırı masrafları öne sürerek, yeni kurulmakta olan sistemin kendisini demokrasi cephesi ilan etmesi üzerine, halk için halktan yana bir ekonomi politikası siyasal gündeme getirilerek, savaş sonrası yıllarda uzun süren savaşlar altında kalıp ezilme tehlikesi çeken devletlerin ulusal tabanları, Washington antlaşması ile alınan temel ve genel kararlar doğrultusunda savaş sonrasında devreye giren soğuk savaş düzeninde hem savaş riskleri ile uğraşıldı hem de yeni bir dünya düzeni oluşturabilmenin çalışmaları yapıldı. Ne var ki, dünya savaşı sonrası soğuk savaş döneminde devletler arası hegemonya mücadeleleri devam ettirildi ama gerçek anlamda yeni bir sisteme dayanan ve kuralları ile bir bütünsellik getiren bir uluslararası sistem, Sovyetler Birliği adını alan toplumcu karşı güç merkezi tarafından engel çıkaran alternatif sosyo-ekonomik yapılanma ile yeni bir sosyalist doğu bloku oluşturularak, gelmekte olan dünya düzeninin daha adil ve dengeli bir biçimde oluşturulmasına dikkat edilmiştir. Washington konsensus’un getirmiş olduğu bir uzlaşma ortamı üzerinden savaş sonrası dünya sistemi kurulurken, merkezi güç konumunu ele geçiren ABD, kurulmakta olan kapitalist sistemin neo-liberal kurallar bütününden ortaya çıkan yeni bir yaklaşımı öne çıkarmıştır. Avrupa ülkelerinin kapitalist modellerinin yeterli olamadığı küresel yapılanma aşamasında ABD kaynaklı neo-liberalizm sermayenin fazlasıyla kollanmasını öne çıkardıkça, halk kitleleri güç durumlara sürüklenerek, açlık ve işsizlik çıkmazlarında bocalamaya başlamışlardır. Özelleştirme politikalarıyla her ülkenin önde gelen kamu ekonomik kuruluşları özelleştirilirken, yoksulluk çıkmazı içinde sürünüp giden halk tabanı bazan işsizliğe bazen de açlığa giden yollarda yalnız bırakılmışlardır. Bu yüzden neo-liberalizmin ekonomik reçeteleri bir türlü yeterli olmamış, toplumlar giderek zenginler ve yoksullar ayırımı kıskacında boğulmaya başlamıştır. Devletler arası rekabet düzeni içinde göreve gelen hükümetler neo-liberalizm çıkmazından kurtulamamışlardır. Devletçi bir ekonomiyi reddederek buna karşı çıkan neo-liberaller, bütün dünyayı bir şirketler ortaklığı tarafından yönetilen küresel bir ekonomik devlet olarak görmeye başlamışlardır. Devlet ve ekonomi ilişkilerinin giderek sorunlu hale gelmesiyle birlikte neo-liberal çevrelerin hegemonyası artmış ve hükümetlerin belirli gruplar arasında paylaştırdığı devlet gelirleri toplum içinde ciddi eşitsizlikler yaratmış ve bu nedenle de haksızlık giderek artarak adil olmayan bir yeni ortama doğru insanlığı sürüklemiştir . Savaş sonrası dönemde yükselen neoliberalizm, önce yükselerek demokratik toplum yapılarını etkilemiş, iki binli yıllara gelindiği aşamada ise neo-liberalizmin küçülttüğü mikro devletler öne çıkmaya başlamış ve halk kitleleri perişan duruma düşmüşlerdir. Herkese daha iyi bir yaşam, iş ve çalışma düzeni getireceğini vaad eden neo-liberalizm başta batının önde gelen devletleri ve bu sisteme yakın duran diğer ülkeleri sistem içinde çökerterek, daha iyi bir dünya vaadi ile yarım yüzyıl uyuttuğu dünya devletleri ve halklarını gene eskisi gibi istismar etmeye yönelirken, aradan geçen yüz yıllık bir zaman dilimi içinde sömürgecilik bütün dünya kıtaları üzerinde batının önde gelen devletlerinin zorlamalarıyla yaygınlık kazanmıştır. Batı dünyasındaki normal yaşamı dengelemek üzere sosyalist düzenin devreye girmesine çalışılmış ama din, etnik köken ve kültürel kimlik gibi belirsiz ve çözümsüz durumlar yüzünden dünya toplumları parçalanmaya başlamıştır. Yirminci yüzyıla girerken var olan yirmi imparatorluk kendi içinde paramparça olarak belirli ülke ve bölgelerdeki halk topluluklarının üzerinde oturdukları aynı topraklar, ortak devlet çatısı, ortak pazar ve yaşam düzeni üzerinden sahip olunan birlikteliklerin devreye girmeleriyle birlikte kişiler, aileler, sülaleler ve de hanedanlar birlikte ortaya çıkarak, belirli bir zaman dilimi içinde yaşanılan bölge ve çevreler üzerinde belirli güç hegemonyasına sahip olabilmişlerdir. Bu tür köken ayrılıklarının çok kültürlü toplum yapılanmaları içinde birlik ve bütünlüğü bozdukları görülmektedir. Batı tipi demokrasilerde etnik köken ve dinsel inanç ayrılıkları fazlasıyla toplumsal yapıları bozduğu ve zamanla, belirli bölgelerde küçük devlet yapılanmalarını öne çıkararak, bütün dünya ülkelerinde sosyal ve siyasal anlamda dağılmalara giden yolları açmaktadır. Toplumların ve devletlerin kuruluşunda bu tür alt kimlik oluşumları çözülmesi gereken sosyal ve siyasal sorunları genelde öne çıkarmaktadırlar. Devlet içindeki siyasal kadrolaşmalarda alt kimliklerin kullanılmaya başlanması ile nepotizm adı verilen akrabalıklar ve alt kimlik birliktelikleri üzerinden sömürge devletlerinin yönetimleri bir başka görünümlü sorunlar da yumağı olarak öne çıkarabilmektedir. Köylerden ya da kırsal kesimden gelen küçük toplulukların uluslaşmaya direnmelerinin altında yatan ana nedenler, sonu nepotizme giden sosyal parçalanma ve çürüklükleri göstermektedir. Bugün içine girilen yeni dönemde insanlığın yaşadığı on bin yıllık bir ortak geçmiş incelenirken, uluslararası yapılanmayı ABD üzerinden Atlantikçiler, Washington uzlaşması ile tüm dünyaya yayarken, Almanya’nın önderliğinde yayılan Berlin bildirgesi milli devletleri ve milliyetçi kesimlerin savunmasını yaparak ve emperyalist saldırılara ve müdahalelere karşı çıkarak, uluslararası alanda Avrupa-Atlantik ya da ulusal-uluslararası gruplaşmalarla bir yakınlık içine geldikleri önlenmektedir. Batı ülkelerinden başlayarak bütün ülkelere yayılan ekonomik dengesizlik ve krizler, devletleri ele geçirmiş olan siyasal kadrolar tarafından ekonomik zorbalık yönetimlerine doğru milyonlarca insanın yaşadığı büyük ülkelerde önce eşitlik ortadan kaldırılmakta, daha sonraki aşamada da gruplaşmalar öne gelince etnik, dinsel, kültürel alt kimlikler toplum için bölücü ve yıkıcı girişimler birbiri ardı sıra gündeme gelmektedir. Vergide adalet, insanca ücret, sosyal adalet ve toplum barışı gibi temel hak ve özgürlük sorunlarının çözümü için bir araya gelen siyasal partiler ile birlikte tüm meslek örgütleriyle birlikte sendikalar ve sivil toplum kuruluşlarının ortak miting ve eylem programlarına yönelmeleri, çözüm üretmeyen iktidar ve muhalefet partilerine karşı, halk kitlelerinin toplumsal direniş atakları olarak siyasal gündemi dengelemek üzere belirli bir program çerçevesinde uygulamalara başlanmıştır. Türkiye’deki bu gelişmeler başta Avrupa Birliği üyesi olan ülkeler ile diğer Asya-Afrika devletleri tarafından da paylaşılmaktadır. Halk kitlelerinin geleceği güvence altına alınmadan halklar yeniden kazanılamaz. On milyar nüfus ile on bin yıllık insanlık tarihi karşılaştırılmalıdır. Devletlerin vatandaşlarını karşılarına almaları ile kendi vatandaşlarının bir araya gelmesinden oluşan ulusal toplum ile yakınlaşması sosyal barış ve siyasal adalet ile sürekli barış ortamı isteyen genç ve dinamik toplum kesimlerini, birlikte düşünerek ve değerlendirerek adım atılması, üzerinde yaşanılan dünya gezegeninin geleceğinin güvence altına alınması açısından fazlasıyla önem taşımaktadır. Halk kitleleri işsizlik ve açlık çıkmazından kurtulabilmek için çeşitli girişimlerde bulunurken, sendika ya da meslek kuruluşu üyesi olan aydın, emekçi, bürokrat ve işçilerin, siyasal partilerin şimdiye kadar gerçekleştiremediği toplumsal muhalefeti yerine getirmek üzere harekete geçtikleri görülmektedir. Devletlerin ve siyasal partilerin halk kitlelerinden giderek uzaklaştığı bir dönemde, bütün çalışan sınıflar ve toplum kesimlerinin, yeni dönemde öne çıkarak anayasa, yasa ve insan hakları bildirgelerinde var olan temel hak ve özgürlüklerini, daha da etkili bir biçimde dile getirilerek yükselen mücadelelerin en üst noktasına kadar tırmandırmaları gerektiği, Avrupa’nın medeni ülkelerinde görüldüğü gibi tam anlamıyla bir insan hakları örgütlenmesi olarak, siyasal gündemdeki yerlerini alacaktır. Ekonomik krizler inişli çıkışlı yapıları ile her zaman için ülkelerin istikrarı açısından fazlasıyla devletleri ve hükümetleri uğraştırabilmektedir. Devletlerin kamu çalışanlarına diğer ülkelere paralel bir çizgide ödemeler yapabilmesi, ancak ve ancak denk bütçe uygulamaları ile mümkün olabilmektedir. İşçi sınıfının önderliği gibi farklı yaklaşımlar geçen yüzyılda yaşanan siyasal gelişmeler ile geride kalırken, çalışanların sendikalar ve ortak meslek örgütleri aracılığı ile topluca meydanlara inmeleri ve bu gibi eylemleri daha sonraki aşamalar da siyasal boşluk bulunan yerlerde toplumun birer neferi gibi mücadele etmeleri kaçınılamaz bir yurt görevi olarak öne çıkmaktadır.            Dünyada yaşanmakta olan hareketlilik düzeninde bütün devletler öne çıkarak, sahip oldukları olanaklar ve güç şemsiyesi altında toplanarak geleceğe dönük bir var olma mücadelesine girişecekleri gibi bir beklenti, giderek bütün toplum kesimlerinde ve meslek kuruluşları ile birlikte bazı siyasal çevreler ve de partilerde öncelik kazanmaktadır. Çalışanların ve tüm emekçi kesimlerin temsilcilerinden oluşan geniş halk kitlelerinin geçmişten bugüne kazanılmış olan haklarına bütünüyle mücadelelerin desteği ile sahip çıkacakları günlerin önümüzdeki süreç içinde gündeme geleceği ve yeni dönemde gündeme geldiği gibi yıllarca sürdürülmüş olan her türlü hak ve özgürlük mücadelelerine önümüzdeki dönemlerde saygı gösterilerek hareket edildiği zaman, batı tipi demokrasilerin boş bir masal olmadığı, anayasa ve yasalarda belirtilen hak ve özgürlüklerin gelecekte devlet ve sivil toplum kuruluşlarının dayanışmalarıyla birlik içinde mücadele kavramı yeni dönemin önde gelen bir açıklaması olarak kabul edilecektir. Avrupa ile Asya kıtaları arasında yer alan bir merkezi ülke olarak Türkiye Cumhuriyeti yeni dönemde önemli misyonlar ile karşı karşıya kalacaktır. Türkiye Cumhuriyeti’nin kendisinden beklenen bugünkü misyonu, bir merkezi devlet olarak bütün merkezi güçleri başkent Ankara’da bir araya getirmektir. Türk devleti eski Osmanlı imparatorluğu arazisi üzerinde çağdaş bir cumhuriyet devleti olarak, dünyanın merkezini yeni bir güç merkezine dönüştürmek zorundadır. Türkiye yeni dönemde önceden sırtını döndüğü Türk halkını yeniden kazanabilmek üzere, yüzünü Türkiye’nin her yanında yaşam mücadelesi veren Türk insanına ve ulusuna acilen dönmek zorundadır. Türk halkını Türk devletinin kucaklamasıyla, bir büyük Türk gücü yeniden dünya merkezinin en güçlü otoritesi olacak ve bütün Türk devletlerini yönlendirecektir.   
Ekleme Tarihi: 19 Temmuz 2024 - Cuma

HALKI TEKRAR KAZANMAK

Yaz aylarına giriş ile birlikte uluslararası alanda önemli ve büyük toplantılar ile genel seçimler birbiri ardı sıra gündeme geldiler. Özellikle doğu ve batı bloklarının içinde yer alan büyük devletler, bu aşamada ülke genelinde birbiri ardı sıra genel ve yerel seçimlere doğru adımlar attılar. Büyük devletlerde siyasal alanı düzenleyen seçimlerin sonuçları tam anlamıyla büyük bir değişiklik olarak gündeme geldiğinde, var olan siyasal düzenleri alt üst ederek devletleri tavır almaya doğru sürüklerken, aynı devletlerin böylesine bir dönem içinde uluslararası genel kurul ve kongreler düzenleyerek, bütün dünya için bir alternatif düzen getirebilecek yeni yaklaşımların, uluslararası genel kurulların gündem maddeleri içinde gündeme getirildiği göze çarpıyordu. Siyasal değişiklikler kongreler aracılığı ile öne çıkarılırken, uluslararası alanda öne çıkarılan bölgesel ve kıtasal çizgideki yeni arayışlar, giderek daha adil, daha eşitlikçi ve barışçı politikalara doğru bütün devletlerin yönetimlerinde, değişik yönelimlerin güncelleşerek tartışma konusu haline geldikleri görülmüştür. Siyasal alanda böylesine çok yönlü hareketlilikler birbirini izlerken, böylesine çok yönlü dönüşüm programlarında yer alan bütün devletler içinde bulundukları küresel organizasyonlar aracılığı ile gelmekte olan yeni dünya düzeni oluşumları içinde birbiri ardı sıra bağımlılık ilişkilerine giren yeni yapılanmalarda, eski düzenlerinden uzaklaştırılmış ama daha tam olarak da geçmişin uzantılarından gelen yepyeni oluşumların, birbirlerini tetikleyerek öne doğru geçtikleri ortaya çıkmıştır. Her devlet ya da her yönetim böylesine bir süreç içinde hem geçmişten gelen yapılanmaları hem de geleceğin dünyasında en iyi yerlerde bulunma çabalarının ortak yönlenmesinde yapılmakta olan çalışmaların devreye girdikleri anlaşılmaktadır.

            Son zamanlarda eski dünya düzeninin geride kalması üzerine yenilik arayışları hem bilim dünyasında hem de siyaset sahnesinde birbirini izlemiştir. Devletler ve hükümetler kendi ülkelerini el altında tutarak beklenmedik gelişmelere karşı çıkışlar yapmışlardır. Yer küre yeni dünya düzeni arayışları içinde yuvarlanıp giderken, artan nüfus ve çevre kirlenmesi gibi yeni dev sorunlarla insanlık uğraşmaya başlamış ve bu doğrultuda uluslararası toplantılar düzenlenerek, ülke siyasetleri yeni ortaya çıkan bilimsel veriler aracılığı ile yapılmaya başlanmıştır. Siyasal alanın giderek değişim trendlerine doğru yönlendirilmesi üzerine, benzeri çizgide yeni gelişmeler daha sonraki aşamada ekonomi üzerinden gündeme gelmiş ve bu doğrultuda siyaset ve ekonomik ilişkiler ağı eskisinden çok daha farklı bir gelişme sürecinden sonra, gelecek yüzyıllara uyum sağlayacak atılımların birbiri ardı sıra yola girdikleri ortaya çıkmaya başlamıştır. İki büyük dünya savaşı sonrasında eski düzenden yeni düzene doğru geçişler başlamıştır. Artan nüfusun gereksinmeleri karşılanmaya çalışılırken, birbirini takip eden bazı küresel ekonomi konferansları da birbiriyle bağlantılı bir çizgide son yıllarda giderek karmaşık bir hal alan insanlığın içine sürüklendiği böylesine içinden çıkılmaz bir çıkmazdan çıkış durumu yaratılmaya çalışılmıştır. Seksen yıllık bir sosyalist deneyimden sonra insanlık kapitalizm ile baş başa kalmış ama ne var ki geçmişten gelen deneyler ve birikimlerin yeni dönemi açacak yönde gelişmeler göstermemesi nedeniyle, beklenmeyen birçok gelişme sonraki aşamalarda olumsuz sonuçlar vermişlerdir.

             Avrupa Birliği örgütünün öncülüğünde (yeni ekonomik düzen için forum) başlığı altında, dünya ülkelerinin birbirleriyle rekabet etmeleri gerekirken, yarışa katılamaz bir olumsuz durumla ekonomik krizlerden kurtulmaya çaba gösteren önde gelen bazı büyük ülkeler, devletçi bir yaklaşımı benimseyerek, işleri yoluna koymaya çaba gösterirken, diğer Avrupa ülkeleri bazı büyük devletler ve şirketler ile  çok yönlü ilişkilere dayanarak, uluslararası yönlendirmelerin dışında daha iyi bir konuma gelebilmenin arayışı içinde de olmuşlardır. Avrupa ya da Amerika gibi kıtasal devletler sahip oldukları bilim, eğitim ve araştırma kuruluşları aracılığı ile her türlü siyasal, ekonomik ve bilimsel konu ve sorunlara çözüm aramak için gerekli olan adımları attıkları gibi giderek güncel hayatın içinde öne çıkan çıkmazlara da çıkış aramaya devam etmektedirler. Bu yılın önde gelen ana sorunu olarak ekonomik krizin yansımaları öne çıktıkça, sorunlara çözüm arayışları da birbiri ardı sıra gündeme gelmektedir. Ulaşım hizmetlerinin teknik anlamda çok gelişmesiyle kısalan yollar, aynı zamanda ülkelerin giderek yakınlaşması aracılığı ile de ekonomik ve siyasal entegrasyona doğru gitmekte ve aynı zamanda gelecekte tek bir dünya devleti yapılanmasını öne çıkarmaktadır. Dünya tarihinin başlangıcından bu yana emperyalist güçler ve büyük devletler, kendilerinin merkezinde yer aldıkları tek bir dünya devleti oluşumunu her zaman için istemişler ve bu amaca ulaşmak her türlü yakınlaşma ya da bütünleşme gibi yolları denemişlerdir.

            Yaz döneminin başlarında gündeme gelen ekonomik sıkıntıların ciddi bir küresel çıkmaza doğru dünyayı sürüklediği görülürken, Avrupa Birliğinin merkezi devleti olan Almanya’nın başkenti olan Berlin şehrinden bir ses gelmiş ve tıpkı güvenlik kongreleri gibi bir ekonomi zirve toplantısı aracılığı ile yeni ekonomi için yeni bir forum örgütü oluşumuna gidilerek, halkı yeniden kazanabilmenin yolları en üst düzeyde araştırılarak kapitalist sistemin çıkmazlarının giderek ezdiği halk kitlelerinin harcanmaması ve giderek on milyarlık bir büyük nüfus yapılanmasına dönüşen küresel halkların çıkarları doğrultusunda adımlar atılmasına çalışılmıştır. Alman devletinin öncülüğünde yapılan bu toplantıya (HALKI YENİDEN KAZANMAK) adı verilerek, giderek kapitalizmin emperyalizme dönüşmesi yüzünden, vatandaşlık bağları ile kendi ulus devletlerine bağlılık kazanmış olan halk kitlelerinin toplumsal yaşamdan uzaklaştırılarak devletler ile halkları ya da ulusal toplum yapılarını karşı karşıya getirme gibi bir büyük çıkmaz ile insanlık karşı karşıya getirilmiştir. Avrupa birliği gibi batı blokunun bir parçası olan kıtasal organizasyonun, dünya yeniden bir büyük küresel ekonomik bunalım aşamasına gelmesi dikkate alınarak, Berlin Bildirgesi adı verilen bir memorandum çağrısı, bütün dünya devletleri dikkate alınarak dünya kamuoyuna açıklanmıştır .Dünya kapitalist sisteminin ana merkezlerinden birisi olan Avrupa Birliği’nin en büyük devleti tarafından örgütlenen BERLİN BİLDİRGESİ’nin, bütün dünya ülkelerine yönelik bir yaklaşım içinde diğer devletlerin temsilciler aracılığı paylaşılması da durumun ne kadar ciddi ve vahim olduğunu göstermektedir . Ekonomik çöküntünün önüne geçmek üzere harekete geçen Avrupa Birliği örgütü, bu doğrultuda (HALKI YENİDEN KAZANMAK) sloganı ile hareket ederek yeniden devletler ile halkları bir araya getirmektedir. Daha önceleri Washington Antlaşması ile bir hizada buluşan batı blokunun kapitalist devletlerinin bugün de BERLİN BİLDİRGESİ’ni imzalayarak insanlığın önüne çıkmaları, her açıdan olumlu bir yaklaşım olarak ortaya yeni bir alternatif getirmektedir. İlk kez batı dünyasından bir ses halkın yeniden kazanılmasını dile getirerek dünya kamuoyunu uyarmaktadır.

            Almanya merkezli Bern Bildirgesi diğer ekonomik kuruluşların ötesine giderek uluslararası alanda çalışan kuruluşları değil ama doğrudan halk kitlelerini muhatap alarak son yıllarda giderek yoksullaşan toplumsal tabanın harekete geçirilerek alt sınıfların gelir düzeyleriyle ekonomik seviyelerinin orta tabakalar ile eşit bir düzeye getirilmesi düşünülmüştür. Yarım yüzyılı aşkın bir zaman dilimi öncesinde insanlık iki büyük cihan savaşı sonrasında, yeni bir dünya düzeni kurmaya çalışırken ve düşük büyüme getiren yüksek enflasyonu önlemek için mücadele ederken, o dönemin özel koşullarında neo-liberal adı verilen on maddelik Washington Antlaşması kabul edilerek imzalanmıştı. Savaşlara açıkça karşı çıkıldığı o dönemde batı kapitalizmi daha rasyonel bir yeni düzene yönlendirilirken, ekonomik sorunların piyasalar üzerinden serbestlik anlayışı çerçevesinde çözüme kavuşturulması ayrı bir ortak rıza yaklaşımı olarak benimsendi .Giderek artan nüfusun ulus devletleri sarsması ve zamanla daha kritik bir geçiş dönemine zorlamasıyla birlikte ,Washington Antlaşmasının ana ilkesi merkez bankasının bağımsız olması ve böylece ekonomik alandaki durgunluk olarak öne çıkan stagflasyon ile mücadele edilmesi ana ilke olarak kabul ediliyordu. Piyasa ile merkez bankalarının karşı karşıya getirilmesiyle birlikte serbest piyasa kontrolü altındaki batı ülkeleri, rekabetçi bir ulusal döviz kuru politikası izlemeye yönlendirilerek çoklu bir döviz kaosundan kurtarılmaya çalışılıyordu. Her durumda ulus devletlerin kendi ekonomilerine müdahale etme hakkının tanınmadığı Washington antlaşması rekabeti küreselleştirerek yepyeni küresel bir dünya düzeni getirmeye çalışıyordu. Özel sektörcülüğü sonuna kadar destekleyen ABD öncülüğündeki batı blokculuğu, devletleri özellikle kendi piyasalarını yönetmekten vazgeçirerek özgürlükçü bir serbest piyasacılığı bütün dünyaya yaymaya çaba gösteriyordu. Kamu açıklarının kapanması ve yabancı sermaye gelişinin desteklenmesi için alınması gereken önlemlere, öncelik verilen Washigton konsensusu çerçevesinde kapitalist düzen değişen koşullarda güvence altına alınmaya çalışılıyordu. Kamu kaynaklarının toplumsal hizmetlere yönlendirilmesi, servetten daha çok gelir ve harcamaların vergilendirilmesi ile ekonomik durgunluktan uzaklaşılarak daha iyi ve halk kitlelerinin çıkarları doğrultusunda piyasa hareketliliğini öne çıkarıyordu.

Kamu kaynaklarının toplumun tabanına yönelik bir yeniden değerlendirme ile kullanılması, sosyal ilişkilerde rahatlama sağladığı gibi aynı zamanda ekonomik hareketlilik gerçekleştirerek ekonomik çarkların daha hızlı dönmesine de elverişli bir ortam yaratmıştır. Piyasa düzenleyici mevzuatın kaldırılması ve kamu açıklarının kapanması ile de devletler halklarına ekonomik destek vermesiyle, geçmişten gelen süreç içinde ekonomik durumları sınırlı olan çalışan halk kitleleri için daha fazla sosyal masraf ve yatırım öngören yaklaşımlar, halk kitlelerinin ekonomik durum ve sorunlarının rahatlatılmasına öncelik verildiği aşamalarda halk kitlelerinin yeniden vatandaş olarak devletin bağrına basılmasına giden yolu açmıştır. Batı ülkelerinde dayanılmaz hale gelen servet ve gelir dağılımı eşitsizliği ile  küresel iklim değişikliğinin getirdiği toplumsal yıkımlar ve her kıta üzerinde öne çıkan siyasal ve bölgesel çatışmalar neo-liberal  yaklaşımlar ile çözülemez bir düzeye geldiği aşamada, her devlet kollarını açarak kendi halk kitlelerini kucaklayarak bağrına basmak zorundadır, aksi takdirde kendi devletinin sistemi tarafından dışlanan milyonlarca insanın açlık ve işsizlik gibi iki olumsuz faktörün etkisi altında kalmaları kaçınılmaz bir olumsuzluk ortamı olacaktır .Böylesine olumsuz bir durumda  koruyucu ve destekleyici müdahalelerle ekonomi canlanacaktır.

Washington mutabakatından tam yarım yüzyıl sonra batı Avrupa’nın önde gelen merkezlerinden birisi olan Berlin şehrinde ikinci bir toplumsal mutabakatın imzalanması küresel kapitalist sistemin yeniden halk kitlelerini kazanabilmek hedefi doğrultusunda adım atılmasını gösteren önemli bir adımdır. Washington mutabakatı ile başlatılan Neo-liberalizm yoluna girerek kendini kurtaran uluslararası kapitalist sistem, Washington antlaşması ile ortaya çıkarak kurumlaşmış ve yarım yüzyılı aşkın bir süre uygulamada kalarak evrensel sistemin üzerine oturduğu bir siyasal düzeni de gerçekleştirmiştir. İngilizler ile Amerikalıların Atlantik okyanusunun kuzey yarı küresinde adım attıkları geleceğin yapılanması sürecinde, Atlantik ittifakı ABD-İngiltere ortaklığı olarak öne çıkıyor ve NATO antlaşması imzalandıktan sonra alınan güvenlik önlemleri  çizgisinde halk kitlelerini sisteme bağlı tutmak amacıyla, sermayeci bir açılım yerine bölgesel mutabakata taraf olan büyük devletler, savaş yıllarının getirdiği çöküş ve aşırı masrafları öne sürerek, yeni kurulmakta olan sistemin kendisini demokrasi cephesi ilan etmesi üzerine, halk için halktan yana bir ekonomi politikası siyasal gündeme getirilerek, savaş sonrası yıllarda uzun süren savaşlar altında kalıp ezilme tehlikesi çeken devletlerin ulusal tabanları, Washington antlaşması ile alınan temel ve genel kararlar doğrultusunda savaş sonrasında devreye giren soğuk savaş düzeninde hem savaş riskleri ile uğraşıldı hem de yeni bir dünya düzeni oluşturabilmenin çalışmaları yapıldı. Ne var ki, dünya savaşı sonrası soğuk savaş döneminde devletler arası hegemonya mücadeleleri devam ettirildi ama gerçek anlamda yeni bir sisteme dayanan ve kuralları ile bir bütünsellik getiren bir uluslararası sistem, Sovyetler Birliği adını alan toplumcu karşı güç merkezi tarafından engel çıkaran alternatif sosyo-ekonomik yapılanma ile yeni bir sosyalist doğu bloku oluşturularak, gelmekte olan dünya düzeninin daha adil ve dengeli bir biçimde oluşturulmasına dikkat edilmiştir.

Washington konsensus’un getirmiş olduğu bir uzlaşma ortamı üzerinden savaş sonrası dünya sistemi kurulurken, merkezi güç konumunu ele geçiren ABD, kurulmakta olan kapitalist sistemin neo-liberal kurallar bütününden ortaya çıkan yeni bir yaklaşımı öne çıkarmıştır. Avrupa ülkelerinin kapitalist modellerinin yeterli olamadığı küresel yapılanma aşamasında ABD kaynaklı neo-liberalizm sermayenin fazlasıyla kollanmasını öne çıkardıkça, halk kitleleri güç durumlara sürüklenerek, açlık ve işsizlik çıkmazlarında bocalamaya başlamışlardır. Özelleştirme politikalarıyla her ülkenin önde gelen kamu ekonomik kuruluşları özelleştirilirken, yoksulluk çıkmazı içinde sürünüp giden halk tabanı bazan işsizliğe bazen de açlığa giden yollarda yalnız bırakılmışlardır. Bu yüzden neo-liberalizmin ekonomik reçeteleri bir türlü yeterli olmamış, toplumlar giderek zenginler ve yoksullar ayırımı kıskacında boğulmaya başlamıştır. Devletler arası rekabet düzeni içinde göreve gelen hükümetler neo-liberalizm çıkmazından kurtulamamışlardır. Devletçi bir ekonomiyi reddederek buna karşı çıkan neo-liberaller, bütün dünyayı bir şirketler ortaklığı tarafından yönetilen küresel bir ekonomik devlet olarak görmeye başlamışlardır. Devlet ve ekonomi ilişkilerinin giderek sorunlu hale gelmesiyle birlikte neo-liberal çevrelerin hegemonyası artmış ve hükümetlerin belirli gruplar arasında paylaştırdığı devlet gelirleri toplum içinde ciddi eşitsizlikler yaratmış ve bu nedenle de haksızlık giderek artarak adil olmayan bir yeni ortama doğru insanlığı sürüklemiştir . Savaş sonrası dönemde yükselen neoliberalizm, önce yükselerek demokratik toplum yapılarını etkilemiş, iki binli yıllara gelindiği aşamada ise neo-liberalizmin küçülttüğü mikro devletler öne çıkmaya başlamış ve halk kitleleri perişan duruma düşmüşlerdir.

Herkese daha iyi bir yaşam, iş ve çalışma düzeni getireceğini vaad eden neo-liberalizm başta batının önde gelen devletleri ve bu sisteme yakın duran diğer ülkeleri sistem içinde çökerterek, daha iyi bir dünya vaadi ile yarım yüzyıl uyuttuğu dünya devletleri ve halklarını gene eskisi gibi istismar etmeye yönelirken, aradan geçen yüz yıllık bir zaman dilimi içinde sömürgecilik bütün dünya kıtaları üzerinde batının önde gelen devletlerinin zorlamalarıyla yaygınlık kazanmıştır. Batı dünyasındaki normal yaşamı dengelemek üzere sosyalist düzenin devreye girmesine çalışılmış ama din, etnik köken ve kültürel kimlik gibi belirsiz ve çözümsüz durumlar yüzünden dünya toplumları parçalanmaya başlamıştır. Yirminci yüzyıla girerken var olan yirmi imparatorluk kendi içinde paramparça olarak belirli ülke ve bölgelerdeki halk topluluklarının üzerinde oturdukları aynı topraklar, ortak devlet çatısı, ortak pazar ve yaşam düzeni üzerinden sahip olunan birlikteliklerin devreye girmeleriyle birlikte kişiler, aileler, sülaleler ve de hanedanlar birlikte ortaya çıkarak, belirli bir zaman dilimi içinde yaşanılan bölge ve çevreler üzerinde belirli güç hegemonyasına sahip olabilmişlerdir. Bu tür köken ayrılıklarının çok kültürlü toplum yapılanmaları içinde birlik ve bütünlüğü bozdukları görülmektedir. Batı tipi demokrasilerde etnik köken ve dinsel inanç ayrılıkları fazlasıyla toplumsal yapıları bozduğu ve zamanla, belirli bölgelerde küçük devlet yapılanmalarını öne çıkararak, bütün dünya ülkelerinde sosyal ve siyasal anlamda dağılmalara giden yolları açmaktadır. Toplumların ve devletlerin kuruluşunda bu tür alt kimlik oluşumları çözülmesi gereken sosyal ve siyasal sorunları genelde öne çıkarmaktadırlar. Devlet içindeki siyasal kadrolaşmalarda alt kimliklerin kullanılmaya başlanması ile nepotizm adı verilen akrabalıklar ve alt kimlik birliktelikleri üzerinden sömürge devletlerinin yönetimleri bir başka görünümlü sorunlar da yumağı olarak öne çıkarabilmektedir. Köylerden ya da kırsal kesimden gelen küçük toplulukların uluslaşmaya direnmelerinin altında yatan ana nedenler, sonu nepotizme giden sosyal parçalanma ve çürüklükleri göstermektedir.

Bugün içine girilen yeni dönemde insanlığın yaşadığı on bin yıllık bir ortak geçmiş incelenirken, uluslararası yapılanmayı ABD üzerinden Atlantikçiler, Washington uzlaşması ile tüm dünyaya yayarken, Almanya’nın önderliğinde yayılan Berlin bildirgesi milli devletleri ve milliyetçi kesimlerin savunmasını yaparak ve emperyalist saldırılara ve müdahalelere karşı çıkarak, uluslararası alanda Avrupa-Atlantik ya da ulusal-uluslararası gruplaşmalarla bir yakınlık içine geldikleri önlenmektedir. Batı ülkelerinden başlayarak bütün ülkelere yayılan ekonomik dengesizlik ve krizler, devletleri ele geçirmiş olan siyasal kadrolar tarafından ekonomik zorbalık yönetimlerine doğru milyonlarca insanın yaşadığı büyük ülkelerde önce eşitlik ortadan kaldırılmakta, daha sonraki aşamada da gruplaşmalar öne gelince etnik, dinsel, kültürel alt kimlikler toplum için bölücü ve yıkıcı girişimler birbiri ardı sıra gündeme gelmektedir. Vergide adalet, insanca ücret, sosyal adalet ve toplum barışı gibi temel hak ve özgürlük sorunlarının çözümü için bir araya gelen siyasal partiler ile birlikte tüm meslek örgütleriyle birlikte sendikalar ve sivil toplum kuruluşlarının ortak miting ve eylem programlarına yönelmeleri, çözüm üretmeyen iktidar ve muhalefet partilerine karşı, halk kitlelerinin toplumsal direniş atakları olarak siyasal gündemi dengelemek üzere belirli bir program çerçevesinde uygulamalara başlanmıştır. Türkiye’deki bu gelişmeler başta Avrupa Birliği üyesi olan ülkeler ile diğer Asya-Afrika devletleri tarafından da paylaşılmaktadır. Halk kitlelerinin geleceği güvence altına alınmadan halklar yeniden kazanılamaz. On milyar nüfus ile on bin yıllık insanlık tarihi karşılaştırılmalıdır.

Devletlerin vatandaşlarını karşılarına almaları ile kendi vatandaşlarının bir araya gelmesinden oluşan ulusal toplum ile yakınlaşması sosyal barış ve siyasal adalet ile sürekli barış ortamı isteyen genç ve dinamik toplum kesimlerini, birlikte düşünerek ve değerlendirerek adım atılması, üzerinde yaşanılan dünya gezegeninin geleceğinin güvence altına alınması açısından fazlasıyla önem taşımaktadır. Halk kitleleri işsizlik ve açlık çıkmazından kurtulabilmek için çeşitli girişimlerde bulunurken, sendika ya da meslek kuruluşu üyesi olan aydın, emekçi, bürokrat ve işçilerin, siyasal partilerin şimdiye kadar gerçekleştiremediği toplumsal muhalefeti yerine getirmek üzere harekete geçtikleri görülmektedir. Devletlerin ve siyasal partilerin halk kitlelerinden giderek uzaklaştığı bir dönemde, bütün çalışan sınıflar ve toplum kesimlerinin, yeni dönemde öne çıkarak anayasa, yasa ve insan hakları bildirgelerinde var olan temel hak ve özgürlüklerini, daha da etkili bir biçimde dile getirilerek yükselen mücadelelerin en üst noktasına kadar tırmandırmaları gerektiği, Avrupa’nın medeni ülkelerinde görüldüğü gibi tam anlamıyla bir insan hakları örgütlenmesi olarak, siyasal gündemdeki yerlerini alacaktır. Ekonomik krizler inişli çıkışlı yapıları ile her zaman için ülkelerin istikrarı açısından fazlasıyla devletleri ve hükümetleri uğraştırabilmektedir. Devletlerin kamu çalışanlarına diğer ülkelere paralel bir çizgide ödemeler yapabilmesi, ancak ve ancak denk bütçe uygulamaları ile mümkün olabilmektedir. İşçi sınıfının önderliği gibi farklı yaklaşımlar geçen yüzyılda yaşanan siyasal gelişmeler ile geride kalırken, çalışanların sendikalar ve ortak meslek örgütleri aracılığı ile topluca meydanlara inmeleri ve bu gibi eylemleri daha sonraki aşamalar da siyasal boşluk bulunan yerlerde toplumun birer neferi gibi mücadele etmeleri kaçınılamaz bir yurt görevi olarak öne çıkmaktadır.

           Dünyada yaşanmakta olan hareketlilik düzeninde bütün devletler öne çıkarak, sahip oldukları olanaklar ve güç şemsiyesi altında toplanarak geleceğe dönük bir var olma mücadelesine girişecekleri gibi bir beklenti, giderek bütün toplum kesimlerinde ve meslek kuruluşları ile birlikte bazı siyasal çevreler ve de partilerde öncelik kazanmaktadır. Çalışanların ve tüm emekçi kesimlerin temsilcilerinden oluşan geniş halk kitlelerinin geçmişten bugüne kazanılmış olan haklarına bütünüyle mücadelelerin desteği ile sahip çıkacakları günlerin önümüzdeki süreç içinde gündeme geleceği ve yeni dönemde gündeme geldiği gibi yıllarca sürdürülmüş olan her türlü hak ve özgürlük mücadelelerine önümüzdeki dönemlerde saygı gösterilerek hareket edildiği zaman, batı tipi demokrasilerin boş bir masal olmadığı, anayasa ve yasalarda belirtilen hak ve özgürlüklerin gelecekte devlet ve sivil toplum kuruluşlarının dayanışmalarıyla birlik içinde mücadele kavramı yeni dönemin önde gelen bir açıklaması olarak kabul edilecektir. Avrupa ile Asya kıtaları arasında yer alan bir merkezi ülke olarak Türkiye Cumhuriyeti yeni dönemde önemli misyonlar ile karşı karşıya kalacaktır. Türkiye Cumhuriyeti’nin kendisinden beklenen bugünkü misyonu, bir merkezi devlet olarak bütün merkezi güçleri başkent Ankara’da bir araya getirmektir. Türk devleti eski Osmanlı imparatorluğu arazisi üzerinde çağdaş bir cumhuriyet devleti olarak, dünyanın merkezini yeni bir güç merkezine dönüştürmek zorundadır. Türkiye yeni dönemde önceden sırtını döndüğü Türk halkını yeniden kazanabilmek üzere, yüzünü Türkiye’nin her yanında yaşam mücadelesi veren Türk insanına ve ulusuna acilen dönmek zorundadır. Türk halkını Türk devletinin kucaklamasıyla, bir büyük Türk gücü yeniden dünya merkezinin en güçlü otoritesi olacak ve bütün Türk devletlerini yönlendirecektir. 

 

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve ulusgazetesi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.