Ali Eralp - Eğitimci-Araştırmacı-Yazar
Köşe Yazarı
Ali Eralp - Eğitimci-Araştırmacı-Yazar
 

DELİ DUMRUL KÖPRÜLERİ…

Zamanında Deli Dumrul adında zalim bir eşkıya yaşarmış. Bir dere üstüne köprü yapmış. Bu dere, kuru, susuz bir dereymiş... Köprüden geçenden otuz akçe, geçmeyenden de döve döve kırk akçe alırmış. “Neden böyle yapıyorsun” diye sorduklarında, “Ben güçlüğüm, kahramanım, dilediğimi yaparım” diye yanıt verirmiş. İktidara da Deli Dumrul’u örnek aldı herhalde. “Ben güçlüğüm, ben ülkenin sahibiyim, dilediğimi yaparım, kimseye hesap vermem” diye, para babalarına köprüler yaptırmaya başladı. Sonra da yaptırdığı köprülerin parasını köprüden hiç geçmeyen; adını, yerini dahi bilmeyen gariban halktan topladı. O da yetmedi; inim inin inleyen insanlardan devşirdiği paralarla kendini destekleyenleri, servete gark etti. Onları yüksek makamlara oturttu. Denize nazır, etrafı ormanlarla çevrili Köşklerde, saraylarda, villalarda yaşattı. Bakanlar komşu ülkelere özel uçaklarla gidip geldiler. Bazılarına iki üç maaş birden bağlandı. Altlarına son model makam arabaları verdi.     Daha sonra, “Ben güçlüyüm, ben ülkenin sahibiyim, dilediğimi yaparım, kimseye hesap vermem” diye,  kamu mülkünü, aş – iş, geçim kaynağı fabrikaları babalar gibi sattı. Milyonlarca dolar değerindeki fabrikalar bir yıllık kârlarına yandaş patronlara, iş adamlarına peşkeş çekildi. Bunların arasında çimento, kâğıt, şeker, bez, otomobil montaj, silah, sigara, demir – çelik, elektrik santral, dokuma fabrikaları da vardı… Tümü de kamunun malıydı ve bu tesislerde milyonlarca işçi çalışıyordu… İhracat yapılıyordu. Yıllar sonra eti, yumurtayı, sekeri, samanı bile dışarıdan almaya başladık… Oysa Türkiye dünyada kendine yeten yedi ülkeden birisiydi. Ne tarım kaldı ne sanayi. Çünkü BOP böyle istiyordu. Az gelişmiş ülkelere mal satabilmek için ülkede her çeşit üretim durmalı, bitirilmeliydi… Şeker fabrikaları yüzme havuzlu malikânelere, villalara dönüştü. Emekçiler perişan oldu. Vatan perişan oldu. Bunun yanında yine ilaç üreten SSK ve askeri ilaç fabrikalarını da yok ettiler. İlaç üreten bir tek sanayi kurumu bırakmadılar. Babalar gibi sattılar Ama maden arayıcılarına, termik santral yapanlara ormanların, derelerin talanını serbest bıraktılar. Adamlar kestiler, biçtiler, istedikleri gibi ormanları, dereleri yağmaladılar, kelaynaklara çevirdiler... Bir zamanlar, “Termik santral yapacağız” diye Soma’da 6 bin zeytin ağacını yok etmişlerdi. Danıştay yürütmeyi durdurunca “Pardon” dediler. Ama o güzelim ağaçlar geri gelmedi. Deli Dumrul hikâyesinin sonunda nasıl hesap sorulduysa, onlar da bir gün açlığa mahkum ettikleri insanların, aldıkları canların hesabını vereceklerdir…    
Ekleme Tarihi: 05 Ağustos 2024 - Pazartesi

DELİ DUMRUL KÖPRÜLERİ…

Zamanında Deli Dumrul adında zalim bir eşkıya yaşarmış. Bir dere üstüne köprü yapmış. Bu dere, kuru, susuz bir dereymiş...

Köprüden geçenden otuz akçe, geçmeyenden de döve döve kırk akçe alırmış. “Neden böyle yapıyorsun” diye sorduklarında, “Ben güçlüğüm, kahramanım, dilediğimi yaparım” diye yanıt verirmiş.

İktidara da Deli Dumrul’u örnek aldı herhalde.

“Ben güçlüğüm, ben ülkenin sahibiyim, dilediğimi yaparım, kimseye hesap vermem” diye, para babalarına köprüler yaptırmaya başladı. Sonra da yaptırdığı köprülerin parasını köprüden hiç geçmeyen; adını, yerini dahi bilmeyen gariban halktan topladı.

O da yetmedi; inim inin inleyen insanlardan devşirdiği paralarla kendini destekleyenleri, servete gark etti.

Onları yüksek makamlara oturttu. Denize nazır, etrafı ormanlarla çevrili Köşklerde, saraylarda, villalarda yaşattı. Bakanlar komşu ülkelere özel uçaklarla gidip geldiler.

Bazılarına iki üç maaş birden bağlandı. Altlarına son model makam arabaları verdi.

    Daha sonra, “Ben güçlüyüm, ben ülkenin sahibiyim, dilediğimi yaparım, kimseye hesap vermem” diye,  kamu mülkünü, aş – iş, geçim kaynağı fabrikaları babalar gibi sattı.

Milyonlarca dolar değerindeki fabrikalar bir yıllık kârlarına yandaş patronlara, iş adamlarına peşkeş çekildi.

Bunların arasında çimento, kâğıt, şeker, bez, otomobil montaj, silah, sigara, demir – çelik, elektrik santral, dokuma fabrikaları da vardı…

Tümü de kamunun malıydı ve bu tesislerde milyonlarca işçi çalışıyordu…

İhracat yapılıyordu.

Yıllar sonra eti, yumurtayı, sekeri, samanı bile dışarıdan almaya başladık…

Oysa Türkiye dünyada kendine yeten yedi ülkeden birisiydi.

Ne tarım kaldı ne sanayi. Çünkü BOP böyle istiyordu. Az gelişmiş ülkelere mal satabilmek için ülkede her çeşit üretim durmalı, bitirilmeliydi…

Şeker fabrikaları yüzme havuzlu malikânelere, villalara dönüştü.

Emekçiler perişan oldu. Vatan perişan oldu.

Bunun yanında yine ilaç üreten SSK ve askeri ilaç fabrikalarını da yok ettiler. İlaç üreten bir tek sanayi kurumu bırakmadılar. Babalar gibi sattılar

Ama maden arayıcılarına, termik santral yapanlara ormanların, derelerin talanını serbest bıraktılar. Adamlar kestiler, biçtiler, istedikleri gibi ormanları, dereleri yağmaladılar, kelaynaklara çevirdiler...

Bir zamanlar, “Termik santral yapacağız” diye Soma’da 6 bin zeytin ağacını yok etmişlerdi. Danıştay yürütmeyi durdurunca “Pardon” dediler.

Ama o güzelim ağaçlar geri gelmedi.

Deli Dumrul hikâyesinin sonunda nasıl hesap sorulduysa, onlar da bir gün açlığa mahkum ettikleri insanların, aldıkları canların hesabını vereceklerdir…

 

 

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve ulusgazetesi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.