Şimdi sizlere durup dururken “Anadolu ne demek, anlamı nedir, kelimenin kökeni hangi dilden gelir?” diye soracak olsam Ulus Gazetesinin Yöneticileri gibi sizler de muhtemelen “Bu Ahmet’in beynindeki nem oranı arttı. Böyle de soru olur mu ?” dersiniz heralde. Sonra da ilave edersiniz büyük ihtimalle “Kelime öz be öz Türkçe ‘Ana’ ve ‘dolu’ sözcüklerinim birleştirilmesinden oluşturulmuş. Ülkemizin vefakar, cefakar, kahraman analara dolu olduğunu anlatıyor”.
İyi de analarla dolu olunca çocuklarla da dolu olmalı. O zaman neden “yarının büyükleri, bugünün küçükleri” olan çocukları ön plana çıkarıp “Çocukdolu” veya “Veletdolu”, yahut “Etfaldolu”, “Tıfıldolu”, hatta “Kopildolu” dememişler ?.
(Ara not: “ velet” Arapça kökenlidir, çocuk, evlat anlamına gelir. Yine Arapça kökenli “etfal” tıfıl kelimesinin çoğuludur, yani “çocuklar” anlamındadır.
“Kopil” yunanca kopeli sözcüğünden gelir ve çocuk anlamını taşır. Bugün Arnavutluk’ta ve Sırbistan’da çocuk kelimesinin karşılığı olarak kullanılır.)
Tabii “ana” ve “çocuk” olabilmesi için normalde bir de “baba” olması gerekmez mi? Babaların başları kem mi ki de “Babadolu” dememişler güzel ülkemizin Asya tarafında kalan kısmına…..hiç olmazsa bir bölümüne.
Şimdi bu saçmalıkları okuduğunuzda ya bendenizin “kayış sıyırttığına” iyice emin oldunuz……ya da içinizde bir tereddüt belirdi, şüphe tohumları, filizlenmese bile çimlendi. “Ahmet bu kadar da saçmalıyor olamaz. Acaba sorusunun altında bir şey mi var ? Yoksa doğru bildiğimiz bir yanlışı mı düzeltmek istiyor?” tereddütü başgösterdi.
Haklısınız.
Ulus gibi köklü geçmişe sahip, ciddi bir gazeteyi ve sizler gibi entellektüelleri, Türkiye aydınlarının “crem de la crem” tabakasını saçmalıklarımla meşgul etmek aklımdan bile geçmez.
Pek tabii ki yazının başında yer alan soruları sormamın bir sebebi var. Aranızda bilmeyenler olabileceği düşüncesiyle, bilenlerin affına ve müsamahasına sığınarak konuyu irdelemek istedim.
“Anadolu” kelimesi her ne kadar Türkçe gibi görülse de kökeni Türkçe değil.
5.yüzyılda yaşamış bir Konstantinopolis Patrik’i var. Muhterem, hem Ortodoks, hem de Katolik kiliseleri tarafından “aziz” ilan edilmiş. O tarihlerdeki Hristiyan dünyası adamı o denli önemsemişler yani. İsmi……..
………….Konstantinopolisli Anatolius.
Demek ki o tarihlerde kullanılan bir “Anadolu” kelimesi var ve bu sözcüğün Türkçe ile yakından uzaktan hiç bir ilgisi yok.
Çünkü……
Kelimenin kökeni eski Yunancadaki “Anatellos” veye “Anatello” sözcüğü.
Grekçede de “Anatole” şeklinde yerini bulmuş..
“Güneşin doğduğu istikamet” yani “Doğu” anlamında kullanılıyor.
Bizans döneminde ise “Anatoliken Therma” denilmiş Anadolu’ya, “Anatoliken/ Anadolu Eyaleti” manasında.
Yani, yani, yani…… ne “ana”yla, ne de “dolu”lukla ilgisi yok.
Eski Yunanlılar ayrıca, Asya Kıtasının özelliklerinin büyük ölçüde taşıdığını düşündüklerinden buraya “Mikro Asia” demişler. Batılı ülkeler bu gün”Asia Minor” deyimini kullanıyorlar. Bizim de, zaman zaman “Küçük Asya” veya “Ön Asya” ifadesini kullandığımız oluyor
Peki, eski Yunanlılar “Anatllos / Anatello / Anatole” nerken nereleri kastetmişler ?
Onlara göre Anadolu, İskenderun'dan Hayfa’ya kadar çizilecek bir hattın batısında kalan topraklar. Batısını anladık da, kuzey ve doğu sınırı nerede? Bilmiyorum doğrusu.
Osmanlılar ise hesabı biraz daha geniş tutmuşlar ve Fırat Nehrine kadar uzanan toprakları Anadolu saymışlar.
Bugün biz daha pratik davranıp “Anadolu”yu Türkiye'nin Asya’da kalan / bulunan kısmı olarak tarif ediyoruz.
……………………
Güzel bir Pazar sabahında aranızdan bazılarına "Hadi canım" dedirtecek bu yazıyı kaleme almak nereden aklıma geldi, biliyor musunuz ?
Nereden bileceksiniz.
Bakın anlatayım.
Son zamanlarda mülakat yöntemiyle işe alınanlar hakkında birçok haberler, iddialar izliyoruz, işitiyoruz.
Yıllar önce Dışişleri Bakanlığındaki görevim sırasında bir kez dört yıl, bir kez de üç yıl olmak üzere Sınav komisyonunda yer aldım.
Bugünleri bilmem ama o zamanlar çok zordu Dışişleri sınavları. Zor bir yazılı imtihanı geçenler, çok daha zor bir sözlü sınavı ile karşılaşırlardı. Öyle torpil, morpil, akraba makraba, kayırma ayırma olmadan yapılan bir sözlü sınav. On küsur konudan sınava girerlerdi iki gün boyunca. Her konu için önlerindeki kutudan bir soru çekerlerdi. En zor konu ise Genel Kültür kısmıydı. Bu bölümde Sınav Komisyonu üyeleri olarak bizler önümüzde oturan adaya çeşitli sorular yöneltirdik. Çok zor sorular. Amacımız adayın sadece bilgisini ölçmek değil, aynı zamanda cevabını bilemediği müşkül bir durumla karşılaştığında nasıl hareket edeceğini görmekti. Meslekte çok önemlidir bu. Sorduğumuz sorulardan biri de, bu yazının başında sizlere yönelttiğim “Anadolu” sorusu olurdu . Karşımıza gelen bir kaç üniversite bitirmiş, master, doktora yapmış adayların hiç birinden doğru cevap alamamamız bizleri hem şaşırtmış hem de üzmüştü.
İşte bugünkü “mülakat ”lardan esinlenip eski sınavları hatırlayınca bu konuyu sizlerle paylaşmak aklıma geldi. Yoksa ukalalık etmeye, bilgiçlik taslamaya hiç bir niyetim yoktu.
Bir sonraki yazımda Yurdumuzun Trakya kısmını ele alayım mı, bilmiyorum doğrusu.
Bakalım bu yazıya ne tepkiler gelecek, kaç kişi okuyacak, kaç kişi “Delete” tuşuna fazla mesai yaptıracak….ona göre karar vereceğim.
Herkese keyifli Pazarlar dilerim.