Türkiye Cumhuriyeti yirmi birinci yüzyılın içine doğru ilerlerken, bütün dünyada yeni
bir çizgide yerelleşme rüzgarları estirilmektedir. Küresel emperyalizmin bütün dünya kıtalarına
egemen olmaya çalıştığı ve bu doğrultuda geçen yüzyıldan gelen hegemonya rüzgarları estirilirken
diğer yandan da bu durumun tamamen tersi bir doğrultuda yerelleşme ve bölgeselleşme gibi yeni
siyasal yapılanma çabaları ve girişimleri birbirini izler bir biçimde siyaset sahnesinin gündemine
gelmektedir .Tam bu aşamada Türkiye Cumhuriyeti ulus devleti küresel saldırganlığın var olan ulus
devleti kemirerek yok etmesi girişimleri yaşanırken, ülkemiz yeni bir yerel yönetimler genel seçimi
dönemecini aşmak durumu ile karşı karşıya gelmiştir. Küresel emperyalizm her yönden geliştirdiği
saldırı mekanizmaları üzerinden yeni bir dünya düzenini oluşturmaya çalışırken, diğer yandan da
yeryüzü kıtalarında yaşamakta olan on bine yakın etnik, dinsel ve de kültürel alt kimlikli grupların
ortaya çıkışları ile yakından ilgilenmektedir. Bu doğrultuda küçük alt grupların dünya haritası
üzerindeki yerleşimleri her yönü ile incelenerek, eskisinden farklı yapıda yeni bir düzene doğru
üzerinde yaşadığımız dünya gezegeni yönlendirilmektedir. İşte böylesine bir yeni yaklaşım yeni dünya
düzeni için ortaya çıkarılmaya çalışılırken, yavaş yavaş ortaya çıkan yeni rüzgarların sonucunda dünya
kıtalarının genel görünümü terk edilerek, var olan haritalar üzerindeki yerler, bölgeler ve benzeri
diğer yerleşim merkezleri oluşturulmak istenen çok farklı bir yapılanma için, eski ulus devletlerin
çatısı altından çıkartılarak var olan devlet sayısının iki yüzlü rakamlardan, iki binli rakamlara doğru
ulaştırılması gibi bir arayışın, giderek yeryüzü sahnesinde gündeme oturarak siyasal oluşumların ve
süreçlerin belirleyicisi olduğu görülmektedir. Büyük devletlerin yeni küresel saldırılarına tamamen
ters bir yönde öne çıkan yerelleşme ve bölgeselleşme oluşumlarıyla devletlerin büyüklükleri ortadan
kalkarken, orta boy ya da giderek zayıflayan büyük devletlerin zayıflamaları sayesinde yeni yerel ya
da bölgesel yapılanmalar daha küçük devletleşme oluşumlarının önünü açmaktadır.
Yerelleşme kavramı insanlık tarihi boyunca her dönemde farklı içerikler ya da yapılanmaların
yansıması ya da yönelişi olarak öne çıkarken ve dünya imparatorluklar çağını yaşarken bu devlet
modelinin ortadan kalkmaya başlamasıyla ulus devletlere geçerken, yerellik ya da bölgesellik
faktörleri beraberce gündeme gelmişler ama daha sonraki aşamada da nüfus artışları üzerinden her
devlet kendi nüfusuna sahip olurken aradan geçen üç yüz yıllık zaman dilimi içinde imparatorluklar
sonrasında kurulan bölgesel yapılanmalarda ulus devletler ortaya çıkarak, yirminci yüzyıl dünyasını iki
yüzü aşkın devlet oluşumu üzerine kurmuştur. İmparatorluklar geçen yüzyılın başlarında ulus
devletlere dönüşerek parçalanırken, yirmi birinçi yüzyılın başlarında da bu kez ulus devletlerin yerel
yönetimlere dönüşerek, ya şehir devletleri ya da eyalet devletlerine dönüşmeleri gibi bir değişim
rüzgarı bugünün dünya düzenini zorlarken , yerelleşme ve bölgeselleşme akımları dünyanın her
bölgesinde ortaya çıkarak, ulus devletlerin tıpkı yüz yıl önce imparatorlukların dağılmasında olduğu
gibi ,bölücülük ve çöküş senaryolarının gerçeklik kazanmalarına yardımcı olma aşamasına gelmiştir .
Bu günün dünyasında küresel hegemonya ilişkileri giderek güçlenirken ulus devletlerin ortadan
kalkmasına yardımcı olacak bir biçimde yerelleşme ve bölgeselleşme oluşumlarının da birbiri ardı sıra
öne geçerek geçerlilik kazandıkları anlaşılmaktadır. Yirminci yüzyıl ulus devletler düzeni içinde geçip
giderken, geçen yüzyıldan gelen bölücü ve küçültücü bazı siyasal oluşumların , devletleri şehir ya da
eyalet parçacıklarına bölerek , her bölgede şehir ve eyalet devletlerinin bir araya geleceği bölgesel
birlik ya da federasyon gibi yeni oluşumların devreye girdikleri göze çarpmaktadır . Bu doğrultuda
geliştirilen yerindelik ilkesi üzerinden yerelleşme ya da bölgeselleşme oluşumları devreye girerken, varolan ulus devletlerin tıpkı imparatorluklar gibi dağılma sürecine doğru sürüklendiği görülmektedir .
Yerelleşme kavramı bugünün dünyasında Avrupa birliğinin oluşumu sırasında kesinlik
kazanarak öne çıkmıştır . Küreselleşme ve yerelleşme süreçleri ikiz kardeşler olarak gelişmeler
gösterirken , yeni dünya düzeninde ulus devletlerin yıpranmasına ve zamanla da ortadan kalkmasına
giden gelişmeler birbiri ardı sıra öne çıkınca , geçmiş dönemlerden gelen siyasal yapılanmaların hızlı
bir dönüşüme doğru sürüklendikleri bir ara dönem ortaya çıkmıştır . Küresel emperyalizm ulus aşırı
sistemlerin yükselmesi için çalışırken , bir yandan da ulus altı daha düşük toplum yapıları içinde de
gerek şehir devletleri gerekse eyalet yapılanmaları üzerinden var olan devletlerin ülkelerinin parçalı
bir yapılanmaya doğru iteklendikleri görülmüştür . İmparatorluk devletlerinin sahip oldukları
büyüklüklerden yararlanarak hegemonya alanlarını daha geniş alanlarda geçerli kılmak istemeleri ile
ulus devletleri koruyan bir mekanizma bir süre için yeterli olabilmiş ama zaman içindeki zorlayıcı
baskılar nedeniyle yerelde var olan ve birbirinden çok farklı etnik ve kültürel özellikler aracılığı ile ,
toplumsal yapılarda karışıklıklara neden olan yerel alan özellikleri zamanla ulusal yapıların özelliklerini
yıpratması nedeniyle sosyal karışıklıklara ya da kaotik ortamların tırmanmasına destek sağladığı için
,siyasal açıdan yerelci yaklaşımların ya da yapılanmaların , ulus devlet düzenlerini ve bunların var
olan üniter yapılarını yakından ilgilendirmektedir. Ulus devletlerin üniter yapıları ile yerelci
yapılanmaların alt kimlikçi ve farklı özeliklere sahip olan konumları siyasal düzenlerin istikrarlı bir
biçimde devam ettirilmeleri açısından sakıncalar yaratmaktadır . Ulus ötesi büyük sistemlerin geçerli
olan kültürel standartlarının kullanılarak üniter sistemlerin korunmaya çalışılması ,girişimlerin çatışma
ya da çekişmelere yol açmaması açısından yararlı olmaktadır . Küresel emperyalizm ulusal kimliklere
ve devlet modellerine savaş açtığı için ,yerelci yapılar ile özelliklerden yararlanılarak şehir devletleri
ya da eyaletler üzerinden küçük bölge devletçiklerinin oluşumları zamanla gündeme gelmektedir.
Emperyal devletler kimlik hareketlerini tetikleyerek , normal seyri içinde ulus devletleri yıkıma
sürüklemektedir .
Yerelci hareketler ve oluşumlar zaman içinde belirginlik kazanırken kültürel ve özgül kimlikler
küreselci saldırıların sonucu olarak öne çıkartılırken , ulus devletlerin üniter yapılarının tehlike altına
girdiği bir gerçek olarak ortaya çıkmaktadır . Küresel saldırılar devletleri zor durumlara düşürürken
küreselleşme açısından devletler kaybeden durumuna düşmektedir. Yerel ve küresel gerçeklikler
giderek bir diyalektik ilişki sürecine doğru yuvalanıp giderken , karşılıklı etkileşimler yeni durumlar ve
özellikler yaratarak zaman ve mekan içinde esneyen toplumsal bağlantıların yaygınlık kazanması ile
biçimlenerek ,siyasal ya da sosyal anlamda etkiler yaratabilmektedir .Yerel olaylar ve gelişmeler aynı
zaman ya da mekan durumlarından uzaklaştıklarında ortaya çıkan yeni durumlara göre farklı önemler
kazanmaktadırlar . Gerçekleşen yerel olaylar ulus devletlerin üniter siyasal düzenleri açısından her
zaman olumsuz etkiler yaratabilmiştir . Yerelleşme olgusu çerçevesinde aynı yerde bulunan ya da
yaşamakta olan insanların benzer özellikler gösterdikleri bir doğrultuda küçük çevre birlikleri
oluşabilmekte ,ya da bireylerin seçme ve karar verme özelliklerinin öne çıkmasıyla birlikte
teknolojinin de destekleri ile, birlikte kendi bilişim ve bilgi sistemlerini kurma şansına sahip oldukları
görülmektedir Böylece yerel kültürler canlanarak geleneksel, dinsel ve siyasal değerlere dönüşürken
,hatta çok küçük alanda etkinlik sağlayan marjinal kültürler bile yeniden dirilme fırsatı bularak,
ulusların sosyal düzenini sarsmaktadır .Yerel kültürlerin canlandırılarak etkin olması sayesinde yerel
özelliklerin toplumsal örgütlenme üzerinden ulusal özellikleri ve de bunlara bağlı olarak zaman içinde
oluşmuş olan alt kimlikçi özelliklerin yaygınlık kazanmalarıyla , yerelleşme olgusu hız kazanarak
güçlenmekte ve daha sonraki aşamalarda da yaratılan yerel kültürler üzerinden yerel devletçiklerin
ortaya çıkmasına yol açan gelişmeler , siyasal gündemdeki yerini almaktadır .Ulus devletlerin kuruluşu
ile geliştirilen ülkesel bütünlüklerin, dış desteklerle öne çıkarılan yerelcilik oluşumları aracılığı ile
tehdit altına sokulması , dünya haritaları üzerinde yeni bazı çizgilerin öne çıkartılmasına yardımcı
olmuştur . Yerellik ilkesi küresel eğilimlere karşı doğal bir tepki olarak gelişirken , aynı zamanda ulusal
kültür değerlerini de yıkarak ve var olan dünya düzenini derinden sarsarak devlet sayısını
fazlalaştırmaktadır .
Avrupa Birliği süreci için her devlet bölge meclislerini oluşturmuş ve bölgecilik akımının öne
geçmesiyle her bölge için yerel devletçilik uygulamaları eyaletleşme aracılığı ile devreye girmiştir.
.Bu durumda yerel topluluk üyelerinin hakları ve talepleri anlamında bazı ilkeler uluslararası ve
bölgesel metinlerde yer alarak uygulamaya geçmektedir . Avrupa Konseyi Yerel Yönetimler Özerklik
şartı 1985 tarihinde kabül edilerek, uygarlığın beşiği olduğu öne sürülen bu kıtada kamu düzeni yerel
bölgeler üzerinden yeniden yapılandırılmıştır . Özerklik statüsüne bütün Avrupa vatandaşlarının
alınması ve tam anlamıyla halkın katılımı öngörülürken ,Avrupa kıtasında yer alan bazı ulus devletler
ile birlikte yerel yönetim yapılanması birlikte yürütülmeye çalışılmıştır . Yerel halkların hak ve
özgürlüklerinin düzenlenmesi ile ilgili olarak 1992 yılında Maastricht anlaşması ile bu doğrultuda
ikinci bir sözleşme üye ülkelerin katılımı ile kabül edilerek uygulama alanına getirilmiştir . Yerel
halklar ya da yapılanmalar ile ilgili daha sonra bir üçüncü adım atılarak Avrupa Birliği Kentsel şartı da
kabül edilerek , merkezi yönetimlerin yanısıra bir de yerelleşme olgusu benimsenmiştir .Avrupa
bölgesel yönetimleri kurulu bulundukları bölgenin yerel koşullarına tam olarak uyum sağlayacak
biçimde örgütlenirken, yerellik olgusu öncelik kazanmaktadır . Bölgelerin yasal düzenlemeleri
sırasında merkezi devleti temsil eden başkentler ikinci planda bırakılarak, kentlerdeki hukuk düzenleri
vatandaşların hak ve özgürlükleri üzerinden yönlendirilmeye çalışılmıştır . Avrupa kentlerinde yaşayan
Avrupa vatandaşlarının her türlü hak ve özgürlükleri öncelikle sağlıklı bir çevre yaratmak açısından,
Avrupa hukuk belgeleri ile güvence altına alınmaktadır . Bu amaç doğrultusunda Avrupa vatandaşları
her türlü hak ve özgürlükleri güvenli bir biçimde kullanabilmektedir .Yerel yönetimlerde etkin yurttaş
katılımları ile demokratik ortamlar yaratılarak güvence altına alınmaktadırlar .
Avrupa ülkeleri sahip oldukları jeopolitik konumlarına göre hareket ederek kendi hukuk
düzenini kurarken , yüksek düzeyde bir siyasal özerklik düzeyi elde edebilmek çizgisinde yoğun
girişimlerde bulunmaktadırlar ve bu nedenle var olan temel kamu düzenine uygun bir biçimde
merkezi düzeni tamamlayıcı bir biçimde , bazı ülkelerde yerel yönetimlerin merkezi yönetim ile yan
yana gelerek ortak çalışmalar yapmaları gerekmektedir . Avrupa’nın önde gelen ulus devletleri olarak
Almanya ,Fransa, İtalya gibi bu geleneği temsil eden büyük devletlerde merkezi yönetim öncelikli
kamu düzenleri bulunmaktadır .Bazı yerel yapılarda valilerin hak ve yetkileri genişletilerek yerel hak
ve özgürlükler kısıtlanabilirken , diğer yerel yönetim bölgelerinde bunun tamamen tersi bir çizgide bir
yol izlenerek merkezi yönetim ile birlikte valilerin hak ve yetkileri sınırlanabilmektedir . Yasal ve de
siyasal çizgideki özerkliklerden birisi öne geçerken diğeri geride kalabilmektedir . Avrupa Birliği bir
kıtasal devlete yönelirken otuzdan fazla devleti kendi çatısı altına alarak bir model geliştirmeye çaba
gösterirken ,ABD ve Kanada gibi Avrupa dışı devletler kendi özel konumlarına uygun bir biçimde
merkezi ve yerel otoriteler arasındaki ilişkileri düzenleyerek kendi gerçeklerine uygun düşen bir
biçimde kendilerine bir çizgi çizebilmektedirler . Son yıllarda batı ülkelerinde yapılan yönetim
reformları sırasında ,katılımcıların sahip oldukları hak ve özgürlükler genişletilirken, merkezi
yönetimin otoritesi sınırlanarak demokratik açılımlara daha geniş yer vermek gibi bir çağdaş
uygulama bilinçli bir biçimde uygulama alanına getirilmektedir . Fransa’da yasal özerklik artırılırken ,
siyasal özerklik te bunun tersi bir çizgide siyasal özerklik sınırlandırılabilmektedir . Kanada’da yerel
özerklik sınırlı kalırken yerel yönetimler yeterince desteklenmemektedir . Bu ülkede belediye
örgütlerinin sınırlı kalarak yetirince örgütlenmemesi ,yerel hizmetlerin yürütülmesinde olumsuz
etkiler yaratmaktadır . Amerika Birleşik Devletleri ise kendisine bağlı elliden fazla yerel yönetim
yapılanması olduğu için yerelleşme açısından bir federal devlet olarak büyük bir potansiyeli merkeze
bağlı olarak yönetmektedir. Bu büyük ülkede bir genellemeye gitmek mümkün olmamakta ama her
eyaletin bölge koşulları, yapılan yönetsel yapılanmalarda öncelikli olarak ele alınmaktadır . Merkezi
devletin kaynak aktarma konusunda istenen düzeylerde olmaması gibi durumlarda , yerel yönetimler
devreye girerek merkezin eksiklerini tamamlamaya çalışmaktadır . ABD yerel özerklikler açısından
düşük hukuk düzeyi göstererek aşırı masraflarla zayıf kalırken , siyasal özerklik açısından orta
özelliklerde kalmaktadır .
Türkiye Cumhuriyeti bir ulus devlet olarak kurulduğu için bütünüyle üniter bir yapılanmaya
sahiptir . Merkezi devletin sahip olduğu sınırlar açısından bir bütünleşme söz konusu olduğu için
üniter devletler çatısı altında yerel yönetimlere daha az yer verilir. Üniter devletler açısından devletin
birliği ve bütünlüğü esastır ve bu doğrultudaki bir yaklaşım ile anayasal hukuk düzeni kurularak yola
çıkılır .Dünyada bulunan devlet tipleri arasında üniter devlet modeli en fazla görülen ya da karşılaşılan
bir özel model olarak siyasal alanda gündeme gelmektedir . Latin kökenli batı dillerinin hemen hemen
hepsinde var olan üniter kavramı tek, tekçi ya da tekil sözcüklerinin anlam karşılığında bütünleşmiş
bir siyasal yapıyı ya da devlet modelini temsil etmektedir . Latince kökenden gelen bu kavram ,
merkezi noktada kurularak , devletin bütün siyasal sınırları içinde bulunan toprakları ya da alanları
kapsayan tek merkezli bir siyasal düzeni ifade ederek , merkezdeki bütünleşmiş güç potansiyelini
temsil eden tek kutuplu ve siyasal sınırları ile bütünleşmiş devlet yapılanmasını temsil etmektedir
.Genel olarak parçalı ya da çoklu devlet modellerine karşı çıkan üniter devlet bütüncül bir yapılanmayı
temsil ederek devreye girdiği zaman , ortaya çıkan devlet tipini tek ya da basit devlet olarak görmek
mümkündür . Üniter devlet modeli içinde devletin ülke, ulus ,egemenlik ve örgüt gibi unsurları ile bir
bütünlük yaratılmaya çalışıldığı için devletiyle ve milletiyle kaynaşarak bölünmez bir bütün haline
gelen ya da tek bir bütün olarak çeşitli unsurları bir arada tutan siyasal yapılanmanın adı üniter
devlet olarak öne çıkmaktadır . Üniter devlet modelinde devletlerin her temel unsurundan birer adet
olmalıdır . Bu nedenle temel unsurların birden fazla olması bu devlet modeli içinde söz konusu
olamaz . Tek devlet , tek anayasa ,tek bayrak, tek ülke ,tek ulus ,tek dil ve tek hegemonya gibi değişik
alanlardaki devlet unsurlarının tek bir siyasal bütünü oluşturmak üzere dile getirildiği , ortak devlet
biçimine kamu hukuku alanında üniter devlet adı verilmektedir .
Üniter devlet düzenlerinde devletin tek ve bir bütün olarak hukuk devletiyle düzenlenmiş
bölünmez bir bütüncül hukuk düzeni yapılanması söz konusudur . Her devletin üzerinde kurulu
olacağı bir toprak parçasına ya da bir alana ülke unsuruna sahip olabilmek açısından tek vatan ilkesi
çizgisinde gereksinme vardır . Bir üniter devlet içinde hiçbir unsur tek başına bir anlam ifade etmez
ama bunların hepsi kuruluş modelinin içinde oluşturdukları bütünsellik ile yaratılan bir devletin
unsurları olarak siyasal güç boşluğunun doldurulması sırasında bütünlüğü tamamlamak açısından
birbirleriyle bir araya gelerek bir siyasal sentez oluşumu olarak kurulmakta devleti ortaya çıkaran ya
da yaratan bir oluşum operasyonunun parçalarıdır .Tek başına bir anlam ifade etmeyen devletin
yaratıcı unsurları bir araya getirilirken , bir bütünün parçaları olarak yeni kurulmakta olan devletlerin
temel dayanak noktası olan parçaları öne çıkarırlar .Her devlet kuruluşu sırasında yasama, yürütme ve
yargı olarak üç temel güce dayanarak ortaya çıkmaktadır . Bu üç esas hukuk kaynağı olarak öne çıkan
yasama, yargı ve yürütme , diğer temel unsurlar gibi üniter devletin çatısı altında tek ve güçlü bir
biçimde düzene konulmak durumundadır . Üniter devletin kurulu bulunduğu başkent, merkezi
devletin ana noktası olarak var olurken devletin anayasasına göre örgütlendiği örgütlenme merkezi
içinde bütün devlet unsurlarının bir araya gelerek birbirlerini tamamladıkları bir büyük siyasal
organizasyon olarak, var olan ulus devletlerin dünya siyaset sahnesine çıkmışlardır . Devletlerin siyasalmerkezinde örgütlenmeler tamamlanırken her temel unsurun sırasıyla dikkate alınması ve diğerunsurları bir araya getirerek bütün parçaları ile üstün bir güç merkezi olarak kurulmakta olan devletyapılanmasının ,her devletin kuruluşu sırasında bütün unsurları kapsayan bir karma yapılanmanın , unsurların birbirlerini tamamlamasıyla öne çıkartılması gerekmektedir . Bir ülkenin oluşturacağı hukuk devleti çatısı altında kurulacak kamu düzeninin her yönü ile tamamlanması öncelikli olarak gerekmektedir .Kuruluş sonrasında ülkelerin kamu yönetimi yapıları kurulabilmektedir Bütün devletler sahip oldukları hegemonya gücünü kamu hizmetlerini gördüğü sırada kamu kurumları
aracılığı ile örgütleyerek kurabilmektedir . Üniter devletler aynı zamanda ulus devlet niteliği taşıdıkları
için ulus devlet yapılanmasının daha güçlü bir biçimde gerçekleştirilmesinde önemli rolleri
üstlenebilmektedirler . Dışa doğru bakıldığında ulus devletler ile üniter devletler iç içe bir konumda
kendilerini savunabilmektedir.
Her ülkede çeşitli bölgeler bir arada bulunduğu için yer olarak ifade edilen küçük alanlar ile
bölge olarak isimlendirilen büyük alanların konumu,ülke içindeki coğrafi ve jeopolitik toprakların
durumuna göre belirlenebilmektedir . Daha küçük yerler yerellik ilkesi çerçevesinde ele alınırken,
işgal ettiği alan olarak daha geniş yerlerin bölge olarak tanımlandığı durumlar, birbirlerinden farklılık
göstermektedirler .Bunların içinde çok kalabalık ve geniş alan sahibi yerler için gelecekte eyalet ya da
bölge devleti gibi siyasal yapılanmalar düşünülebilirken , daha küçük ve nüfusu fazla olmayan küçük
yerleşim yerleri için de , ya şehir devleti ya da semt yönetimi veya bu kırsal alan düzenlemeleri için
de köykent , tarım kent biçiminde toprağa bağlı yerel yönetim yapılanmaları öne çıkabilmektedir .
Avrupa kıtasındaki orta çağ dönemi ve bunun uzantısı olarak derebeyliklerin uzantısı olarak öne çıkan
köykent ya da tarım kent adıyla kırsal alandan kentsel alana doğru yerleşim ve yönetim birimlerinin
birbirini izleyerek yaygınlık kazanması , yerellik olgusunun yeni idari birimleri farklı boyutlarda ele
almasına giden yollara doğru gelişmeler göstermesini sağlamıştır . Bir Asya devleti olarak Rusya yerel
alanlarda Şuralar oluşturarak ideolojik bir imparatorluk olarak Avrasya kıtasının boş bölgelerine
doğru yayılırken ,gene bir başka Asya devleti olan İsrail iki dünya savaşı sonrasında merkezi
topraklarda ,Kibutz ve Moşav gibi köykent ya da tarım kent yapılanmalarına yerel düzen yapılanması
çizgisinde uzanarak ,merkezi coğrafya da ele geçirerek işgal ettiği topraklarda köykent ve tarım kent
benzeri yerel yönetim yapılanmalarını öne çıkarıyordu . Merkeze bağlı topraklarda geniş alan
örgütlerine gidildiği aşamada merkezi yönetim ile birlikte ülkenin çeşitli bölgelerinde yer alan değişik
ya da farklı yerel yönetim modelleri de uygulanmaya çalışılmıştır . Rusya ile birlikte İsrail’in de geniş
alan kapsamlı örgütlenmelere yönelmesiyle birlikte , her iki imparatorluk girişiminin eski Osmanlı
topraklarına yönelerek bu alandaki kent ve kırsal alan yapılanmalarına öncelik vermişlerdir . Has,
Zeamet ve Tımar ismiyle üçe bölünen Osmanlı tarım düzeni çerçevesinde kırsal alanlarda kentsel
alanlara paralel bir düzeyde ele alınarak kamu yönetiminde kentsel ve kırsal yerleşim düzenleri
dengeli bir biçimde yayılıyordu . Bugünkü köy ve semt düzenlemelerine gelene kadar, Osmanlı
devletinde kapitalizm öncesi bir kamu düzeni kurulmaya çalışılmıştır . Fabrikaların olmadığı bir kırsal
düzen içinde Osmanlı devleti de toprağa bağlı üretim düzeni kurmuş ve daha sonra da bu tarım
merkezlerindeki beyliklerin beslediği askeri birlikler ile ,hem savaşlara karşı ülkeyi savunmuş hem de
kırsal üretim ile ekonomik gereksinmeler karşılanmıştır .
Her devletin ayakta kalmak ve varlığını savunarak sonsuza kadar devam edebilmek açısından
toprağa bağlı üretim düzeni Osmanlı devletinin yirminci yüzyıla kadar savaşarak ayakta kalmasını
sağlamıştır . Geniş alanlarda dağınık bir biçimde yaşayan halk kitlelerini besleyerek ve onları zaman
içinde cephelerde askerlik görevleri veren Osmanlı yönetimi , büyük imparatorluğu ayakta tutabilmek
için yurt düzeyinde toprak ve tarım düzeni ile varlığını sağlam temellere oturtmuştur .Uygulamada
köy, semt , ilçe ,il ya da kent veya büyük şehir gibi yerel yaşam düzenlerini araziye uygun yerel
yönetimlere çevirerek, devletler sahip oldukları kamu gücünü yaşam düzenlerine dönüştürerek ,
genel ve merkezi kamu düzeni içinde yerelliğin gerekli kıldığı kamu düzenlemeleri ya da
hizmetlerinin yerine getirilmesi doğrultusunda idari düzenlemeler yapabilmektedirler ama ülke ve
kent belediye meclislerinin aldığı kararlar çerçevesinde , yaptıkları kamusal alanlar ile ilgili kararlar
alarak yasa ya da yasama yerine geçebilecek hukuk yaratma yetkilerine tam olarak sahip
kılınmamışlardı .Bir üniter devletin çatısı altında kurulmuş olan yerel yönetimler her zaman için
merkezi kamu düzeninin yönetimi altındadırlar , bu nedenle de hiçbir zaman yasama ve yürütme
yetkileri bulunmadığı için yerel yönetimler hiçbir biçimde üniter devletin tek yapılı statüsünü ortadan
kaldıramaz . Milletin temsilcilerinin meclise girerek yasama çalışmalarına katılarak etkili olmaları ,
vatandaşların yetkileri dahilindedir .Yerel yönetimler yasa çıkartamaz ama kamu hizmetlerinin yerel
uygulamaları ile kararlar alabilir ya da yönetim esasları belirleyebilirler .Yerel yönetimler yasalara
uyarak kendi alanlarında hareket edebilirler ama hem yasalara hem de merkezi alanda yer alan devlet
birimlerinin aldıkları kararlara da uymak gibi bir zorunluluğa sahiptirler .
Ulus devletlerin anayasalarında var olan üniter devlet yapılanması , hem büyük alanlarda
bölgecilik hem de daha küçük alanlarda gereksinme olarak gündeme gelen kamu hizmetlerinin
karşılanmasını sağlayacak bir biçimde, yerellik ya da yerelcilik uygulamalarını öne çıkarabilmektedir
.Yerel yönetim birimleri üniter merkezi devleti parçalayan ya da ona alternatif olacak biçimde bir
yönetim gücüne sahip değillerdir . Üniter devleti tamamlayan ve kamu hizmetlerinin yoğunlaşması ve
artan gereksinmelerin karşılanması halk kitlelerine ulaşırken, bunların daha üst düzeyde yerine
getirilmesi için oluşturulan yönetim birimleri üst düzeydeki makamlara bağlı bir biçimde çalışırlar.
Bu gibi birimlerin kurulmasına karar verme yetkisine sahip olan üst düzey birimler, yerel yönetimler
üzerinde vesayet makamı olarak denetim görevlerini yerine getirerek , merkezi üniter devletin ana
organ olarak varlığının ve tekliğinin korunmasını sağlarlar . Bu duruma benzer bir biçimde ülke unsuru
gibi millet unsurunun da oluşturulması sırasında halk kitleleri arasında din,dil,ırk ve de etnik ayırımlar
hiçbir zaman yapılmaz. Üniter ulus devletler de devlete vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes ,eşit bir
statü altında hem devletin korumasından yararlanır hem de hak ve özgürlükler alanında diğer
insanlarla birlikte kamu hizmetlerinden eşit seviyede yararlanabilir. Ulusal ve üniter devletlerde hiçbir
zaman hiç bir grup için özel uygulamalar yapılamaz . Merkezi devletin tekelinde bulunan ulusal
egemenlik hakkı her grup için eşit biçimde kullanılır . Üniter devlet sadece yerel ayrımcılıklara
dayanan yerel federalizmi değil korporasyonlara dayanan federal yapıyı da red eder . Yerel olmayan
federalizme verilen ayırıcı bir isim isim olarak korporatif federalizmi de üniter devlet red etmektedir
.Tarikatlar, cemaatlar ya da etnik gruplar açısından da korporatif federalizm anayasal eşitlik
statüsüne uygun olarak her türlü ayrıcalıklı bir uygulamaya karşı çıkmaktadır . Üniter devlette
egemenlik gücünü elinde tutan merkezi devlet her türlü ayrıcalığa karşı çıkarak , anayasal eşitlik
ilkesini korumaktadır . Tek devlette tek egemenlik hakkı kullanılırken, vatandaşlar arasında ayırım
yapılamaz .
Üniter devletler genel olarak merkezi bölgede alt yapılarını sağlamlaştırdıktan sonra , ulusal
sınırlar içinde kalan bütün ülke toprakları üzerinde devletin ve milletin güvenliğini korumak üzere
çeşitli güvenlik önlemlerini alabilirler . Üniter devletlerde bütün devlet unsurları üniter yapı ile uyumlu
bir biçimde uygulanarak devletin içinde birlik ve bütünlük korunabilir . Üniter olmayan bileşik yapılı
devletler bazan parçalı yapıda unsurlar ile karşı karşıya geldikleri zaman ,devlet içinde çelişkilerin
çatışma yarattığı ve bunların zamanla ülke çapında bir devlet krizine giden yolu açtığı görülmektedir
.Ulus devletlerdeki üniter sistemlerin devlet içinde uyum ve dengeler sağlayarak var olan siyasal
organizasyonun sürekliliğini sağladıkları görülmektedir . Üniter devletler birden fazla anayasa ve
hukuk düzenlerinin geçerli olmadığı bir sistem olduğu için ,siyasal istikrar ve güvenli bir gelecek için
gene üniter devlet sistemlerine geri dönülmesi gerektiği , bir çok çağdaş devlette ve onların yönetimi
altındaki toplumlarda yaşanan olaylar ile ortaya çıkmıştır .Türkiye cumhuriyeti bir ulus devlet olarak
kurulduğu için , ulusal kurtuluş savaşının başlangıcından bugüne kadar sürekli olarak bir üniter devlet
yapılanması içinde olmuş ve bu coğrafyanın imparatorluk ahalisini gerçekçi bir biçimde ele alarak
sonraki dönemlerde merkezi coğrafya da alt kimlik çatışmalarını önlemiştir . Yerellikten başlayarak
özerklik görünümünde bugüne kadar bugüne kadar devam edip gelen merkezi devlet yapılanmasına
karşı çıkış politikası , zaman zaman olaylar karşısında tırmanarak eskisinden çok daha sert bir tutuma
dönüştüğü zaman , bu bölgedeki savaş lobileri büyük devletlerin desteğini alarak her türlü sıcak
çatışma ile birlikte savaş senaryolarını tırmandırdıkları anlaşılmaktadır . Avrupa yerel yönetimler şartı
yetki idaresi görünümünde yetki paylaşımını gündeme getirdiği için, üniter devletlerin merkeziyetçi
konumunu ortadan kaldırmaktadır .Bu doğrultuda hizmette yerellik ve halka yakınlık gibi adımlar
atılmaya çalışılmıştır . Böylece ulus devletlerin üniter yapıları ortadan kaldırılırken ,yeni dönemde ulus
devletler yerine eyalet devletleri modeli geçerli kılınmaya çalışılmaktadır . Bu yüzyılda devlet sayısı
200den 2000 e doğru artırılırken , yerellik ilkesi üzerinden üniter devletlerin parçalanmaları gündeme
getirilmektedir . Bunun sonucunda hem ulus devletler, hem de uluslar ortadan kalkacak ve parçalı bir
yapılanma içinde alt kimlikler aracılığıyla dünyada iki bin eyalet devleti gündeme gelecektir.