Totaliter rejimler insana güvenmez. Ona kuşkuyla bakar. Kuşkuya dayanan düzen sıkı bir denetim ardından da bir korku ortamı yaratır. Ana babadan, baba çocuklarından, çocuklar ana babalarından kuşku duyar, birbirlerini denetler, siyasal iktidarlara bağlılıklarını kanıtlamak için aile bireyleri bile diğerleri hakkında ihbar yağdırırlar.
Kuşku ortamı öylesine yaygınlaşır ki, bireyler toplum ve millet olamazlar. Tek başına kalırlar, zayıf ve güçsüz oldukları için siyasal iktidara hiçbir şekilde karşı olamazlar. Karşı tutum gösterseler bile zayıf kalır ve kolayca ezilirler.
Demokrasiler ise güvene dayanır. Demokrasi, insanın kötü yanları olsa bile onun kendi sağduyusuyla iyiyi ve doğruyu bulacağına inanır. Orda korkunun ve korkutmanın yeri yoktur.
Melih Cevdet ANDAY' in dizeleriyle" Yani kendinden korkmuyorsan, Hiç kimseden korkmuyorsun dünyada" ifadesinde olduğu üzere mutluluğu korkusuzlukta bulur.
Sevgi olmasa bile korku olmamalıdır. Korkunun olduğu yerde, demokrasiden öte hukuk ve adalet de yoktur. Korkunun olduğu yerde insan bir amaç değil hiçtir. Böyle bir ortamda o sadece kullanılan bir araçtır. Bazı yutturmaca ideal amaçlar söylemde vardır. Kandırmak için kullanılır. Aslında sadece iktidarın keyfi yönetimi ve kendi varlığını koruma ve sürdürme çabası vardır.
Bu bağlamda hukuk devletinde demokratik bir yönetimde insanlar haklarını aramak için yargı mercilerine başvurarak hak aramaktan korkmamalıdır. Eğer, birey bir konuda haksızlık yapıldığı iddiasıyla, hukuka aykırılık iddiasıyla bağımsız mahkemelere başvurmaktan çekiniyorsa, kara listelere alınacağı endişesini taşıyorsa orda hukuk devleti ilkesi sözde kalacaktır. Bağımsız mahkemeler olsa bile, onlar karşı koyanları yakalamak için bir kapan görevi yaparlar.