Atiye Keskin (Kubanlı) - Yazar
Köşe Yazarı
Atiye Keskin (Kubanlı) - Yazar
 

EMİRHAN SULTAN'IN HİKÂYESİ

Musikimizin bu günkü durumu uzun uzun şikâyet edilecek gibi ayağa düştü, «Bazı din adamları da, 'dinlemek günahtır .'tarzında konuşuyorlar acaba musiki müslümanlıkta böyle mi gelişti?» MÜSLÜMAN İspanya'da Hakemin oğlu II. Abdurrahman (822-852) aydın bir kişi olarak tarihe geçmiştir. Güzel san'atları korur. Sarayına dünyanın her yerinden şairler, müzik üstadları ve ses sanatkârları davet eder. Onun idaresi zamanında islám üniversitelerinin şöhreti o kadar uzaklara yayılır ki; dünyanın her yerinde her dinden tahsil için İspanya'ya akın ederler...  Fransa ve Italya'da Arapça kitaplar devamlı tercüme edilir...  İşte bu devirde Abdurrahman'ın yeğenlerinden biri, Kafkasya dolaylarından seçkin bir ailenin güzelliği dile gelmiş Emirhan Sultan adındaki kızı ile evlenir...  Piyano'nun ve modern org'un babası sayılan 'cunûn 'çalmakta pek ince olan bu güzel kız için «parmakları öylesine tılsımlı ki gergef işlerken bile sırma ipler sedã çıkarır» denilir...  Emirhan Sultan Ispanya'ya giderken Bağdat'ta bir müddet misafir kalır. Orada musikinin atası sayılan "Ebul Hasan Ali Ibn Nefis" ile tanışır. Sanat'ına hayran kalarak kendisini gelin gittiği Kurtuba'ya davet eder. Ebul Hasan teklif karşısında bir an düşünür ve der ki: - Anlayışınız karşısında hayranlığımı kabul ediniz. Ancak benim de bázi tekliflerim olacak. Iranhlarda "Kaknus" denilen kuguya benzeyen iri bir masal kuşundan bahis ederler. Göz alıcı renklerle donanmış bu kuşun gaga- sında üçyüz altmış delík varmış. Yüksek dağların tepesinde rüzgâra karşı başını kaldırınca, bu deliklerden çeşitli sedalar çıkarmış. Böylece irili ufaklı bir çok kuş top lanır, o da bunları avlayarak yermiş Efsaneler, anlayanlara hakikatin ifadesini aksettirirler. Ben Kurtuba'ya gelirim ama orada halkın aşağılık zevklerini körükleyerek musikiyi kazanç hırsına álet eden gençleri heláke götüren Kaknus kuşu gibi sedálara bu bir darbe olur. Zira, disiplinli bir san'at muhiti kurmak isterim. Her şeyden hâttâ bir koyun sürüsünün ovaya yayılırken ayaklarından ve birbirlerine değmelerinden, boğazlarındaki çanlardan çıkan seste bile, bir armoni bir disiplin bir ahenk vardır. Kulağa, ruha zevk verir.  Kur'an-ı Kerim (Nahl) súresinde «Davarlarınızı akşamları yayıma götürürken ve yayımdan getirirken de güzellikleri var. Zevk alırsınız onlardan sözlerindeki zevk bir anlamda çıkardıkları ahenkli sese işarettir. Gecenin, gündüzün yayılışında, ufak bir böceğin yürüyüşünde bile bu armoniyi ve bu disiplini görür gibi oluyorum. Alemlerde renkler, sesler ince bir tonla sıralanmışlar. Disiplinli bir terbiye ile bu armoniyi san'atkârın ruhuna işlemek zaruridir. Bunun dışında çırpınanlar san'ata kast edenlerdir. Emirhan Sultan bu izahatten pek memnun kalır.  - Ben de sizde san'at heyecanını böylece gördüğüm için davet ediyorum der... Abdurrahman II bu müzik üstadına Emirhan Sultan'ın da aracılığı ile büyük yetkiler verir. Ebul Hasan orada disiplinli bir konservatuar kurar. Doğunun etkisi altında olan Endülüs musikisi kısa zamanda yeni bir hüviyet kazanır. Onun tesis ettiği musiki an'anesinin izleri batı müslüman âleminde silinmeyen şekiller olarak kalır. Bir Cuma günü Kurtuba sokaklarında ilâhiler söyleyerek dilenen bir çocuğu gören Emirhan Sultan bu hâle pek içlenir. Şefkatle onun kulağına eğilerek : -Musiki dilenmek için değildir, dilenenler yeryüzündedirler, halbuki yüksek musikinin ilâhî zevkine erenler göklere çıkarlar, der. Böylece onu elinden tutarak Ebu Hasan'ın konservatuarına götürür. Ondan sonra yıllar yılı bu konservatuardan seçkin san'atkârlar yetişir.. Geleneklere körü körüne bağlanan din adamlarının sert tutumlarına ve "kuş sesi, gayrisi haram " diyecek kadar aşırı gitmelerine rağmen, musiki müslüman cemiyetlerinde ilk gelişmesini bulmuştur. İslâm Imparatorluğunun kuruluşundan itibaren, gerek Emevilerin Şam, gerek Abbasilerin Bağdat saraylarında musikiye büyük değer verilmişti.  Her devrin filozofları da bu hususta tartışmışlardır.  Müslüman İspanya'da yetişmiş çok kıymetli tabiplerden olan İbn Rüşd, insanı küçülten, korkutan tiksindiren melodileri kabul etmez. Bunların dinleyici üzerinde kötü tesir icra ettiğini, musikinin hedefinin insanlara kuvvet, itidal, düşünce gücü, iyi hisler vermekten ibaret ahlâkî olması gerektiğini savunur. kıy- Bazı filozoflar da, tabiattaki ahenk ve disiplini fark edecek gibi ilim ve imânda incelmiş, bir ruhun, hayasızlığa kapı olacak şekilde düzensizlik içinde çırpınan bir musikiye itibarı mümkün müdür derler ? Musiki nazariyeleriyle metodlu bir şekilde ilk önce uğraşan bilgin Türk Fârâbi'dir. [Kitab-el-mûsiki] adlı meşhur eserinde sesi ilmî bir şekilde izah eder.  Müzik âletleri yapmak için gereken usûlleri ve incelikleri açıklar. Müzik âletlerinden Kanun'u bulur. Araplar, Çin ve İran gamlarını etüd ederek sekiz notalık tabiî gamı bulunca, melodiler daha düzene girer. Böylece de yeni çalgıların yapılmasında büyük ilerlemeler olur. Ondan sonra asırlar boyu taassub çevrelerinin baskıları ile musiki san'at anlayışında gelişemez. "Marifetnâme" eseri ile batılıların da hayranlığımı kazanan büyük mutasavvıf İbrahim Hakkı Erzurumlu;  -Taassubdan kurtulmamış, din bilgisi zayıf, ruhu âlemlerin dönüşündeki sedayı duymayan kişilerin, Kur'anda varmış gibi musikiyi haram göstermeleri ne gaflettir. Diyerek, san'atı kalbin sefâsı, ruhun adâsı olarak tarif eder. Şeyh Sadi-i Şirâziye «Musiki haram mıdır?> diye sordukları zaman «Dinleyenlerden ne haber?» diye cevap verir. - Mevlevilikte de terbiye (Kültür dersleri, Güzel san'at şubeleri ve Musiki dersleri) olarak üç esasta toplanır. Memleketin bugünkü san'at havası hakikaten üzücüdür. Ruhları yıkayacak armoniler, hırsları azdıranlarla yer değiştirmiş gibi. Bu ilâhi san'atın bütün haya sıfatından soyarak aşağılık hislerine basamak yapmak isteyenler çoğunlukta kalıyor. Halbuki san'at ihtirasın esiri olunca kanatlanıp uçamaz. Hele hayvani arzulara hitap edecek şekilde gelişen bir San'at aşağılanmanın en bâriz vasfını taşır. Konfüçyüs: «Bir memleketin musikisine bak halini anla; Beethoven: «Müzik anlayanlar için ilâhi sırları dile getiren üstün bir vahiydir» demiştir. Memleketin, Kaknus kuşu haline dönen bu san'atına mutlak mânâda eğilecek yetkililer, ne mühim bir çöküntüye el koymuş olacaklardır.      
Ekleme Tarihi: 05 Ocak 2025 - Pazar

EMİRHAN SULTAN'IN HİKÂYESİ

Musikimizin bu günkü durumu uzun uzun şikâyet edilecek gibi ayağa düştü, «Bazı din adamları da, 'dinlemek günahtır .'tarzında konuşuyorlar acaba musiki müslümanlıkta böyle mi gelişti?»

MÜSLÜMAN İspanya'da Hakemin oğlu II. Abdurrahman (822-852) aydın bir kişi olarak tarihe geçmiştir. Güzel san'atları korur. Sarayına dünyanın her yerinden şairler, müzik üstadları ve ses sanatkârları davet eder. Onun idaresi zamanında islám üniversitelerinin şöhreti o kadar uzaklara yayılır ki; dünyanın her yerinde her dinden tahsil için İspanya'ya akın ederler... 

Fransa ve Italya'da Arapça kitaplar devamlı tercüme edilir... 

İşte bu devirde Abdurrahman'ın yeğenlerinden biri, Kafkasya dolaylarından seçkin bir ailenin güzelliği dile gelmiş Emirhan Sultan adındaki kızı ile evlenir... 

Piyano'nun ve modern org'un babası sayılan 'cunûn 'çalmakta pek ince olan bu güzel kız için «parmakları öylesine tılsımlı ki gergef işlerken bile sırma ipler sedã çıkarır» denilir... 

Emirhan Sultan Ispanya'ya giderken Bağdat'ta bir müddet misafir kalır. Orada musikinin atası sayılan "Ebul Hasan Ali Ibn Nefis" ile tanışır. Sanat'ına hayran kalarak kendisini gelin gittiği Kurtuba'ya davet eder. Ebul Hasan teklif karşısında bir an düşünür ve der ki:

- Anlayışınız karşısında hayranlığımı kabul ediniz.

Ancak benim de bázi tekliflerim olacak. Iranhlarda "Kaknus" denilen kuguya benzeyen iri bir masal kuşundan bahis ederler. Göz alıcı renklerle donanmış bu kuşun gaga- sında üçyüz altmış delík varmış. Yüksek dağların tepesinde rüzgâra karşı başını kaldırınca, bu deliklerden çeşitli sedalar çıkarmış. Böylece irili ufaklı bir çok kuş top lanır, o da bunları avlayarak yermiş Efsaneler, anlayanlara hakikatin ifadesini aksettirirler. Ben Kurtuba'ya gelirim ama orada halkın aşağılık zevklerini körükleyerek musikiyi kazanç hırsına álet eden gençleri heláke götüren Kaknus kuşu gibi sedálara bu bir darbe olur. Zira, disiplinli bir san'at muhiti kurmak isterim. Her şeyden hâttâ bir koyun sürüsünün ovaya yayılırken ayaklarından ve birbirlerine değmelerinden, boğazlarındaki çanlardan çıkan seste bile, bir armoni bir disiplin bir ahenk vardır. Kulağa, ruha zevk verir. 

Kur'an-ı Kerim (Nahl) súresinde «Davarlarınızı akşamları yayıma götürürken ve yayımdan getirirken de güzellikleri var. Zevk alırsınız onlardan sözlerindeki zevk bir anlamda çıkardıkları ahenkli sese işarettir. Gecenin, gündüzün yayılışında, ufak bir böceğin yürüyüşünde bile bu armoniyi ve bu disiplini görür gibi oluyorum. Alemlerde renkler, sesler ince bir tonla sıralanmışlar. Disiplinli bir terbiye ile bu armoniyi san'atkârın ruhuna işlemek zaruridir. Bunun dışında çırpınanlar san'ata kast edenlerdir.

Emirhan Sultan bu izahatten pek memnun kalır. 

- Ben de sizde san'at heyecanını böylece gördüğüm için davet ediyorum der...

Abdurrahman II bu müzik üstadına Emirhan Sultan'ın da aracılığı ile büyük yetkiler verir.

Ebul Hasan orada disiplinli bir konservatuar kurar. Doğunun etkisi altında olan Endülüs musikisi kısa zamanda yeni bir hüviyet kazanır. Onun tesis ettiği musiki an'anesinin izleri batı müslüman âleminde silinmeyen şekiller olarak kalır.

Bir Cuma günü Kurtuba sokaklarında ilâhiler söyleyerek dilenen bir çocuğu gören Emirhan Sultan bu hâle pek içlenir. Şefkatle onun kulağına eğilerek :

-Musiki dilenmek için değildir, dilenenler yeryüzündedirler, halbuki yüksek musikinin ilâhî zevkine erenler göklere çıkarlar, der.

Böylece onu elinden tutarak Ebu Hasan'ın konservatuarına götürür. Ondan sonra yıllar yılı bu konservatuardan seçkin san'atkârlar yetişir..

Geleneklere körü körüne bağlanan din adamlarının sert tutumlarına ve "kuş sesi, gayrisi haram " diyecek kadar aşırı gitmelerine rağmen, musiki müslüman cemiyetlerinde ilk gelişmesini bulmuştur.

İslâm Imparatorluğunun kuruluşundan itibaren, gerek Emevilerin Şam, gerek Abbasilerin Bağdat saraylarında musikiye büyük değer verilmişti. 

Her devrin filozofları da bu hususta tartışmışlardır. 

Müslüman İspanya'da yetişmiş çok kıymetli tabiplerden olan İbn Rüşd, insanı küçülten, korkutan tiksindiren melodileri kabul etmez. Bunların dinleyici üzerinde kötü tesir icra ettiğini, musikinin hedefinin insanlara kuvvet, itidal, düşünce gücü, iyi hisler vermekten ibaret ahlâkî olması gerektiğini savunur. kıy-

Bazı filozoflar da, tabiattaki ahenk ve disiplini fark edecek gibi ilim ve imânda incelmiş, bir ruhun, hayasızlığa kapı olacak şekilde düzensizlik içinde çırpınan bir musikiye itibarı mümkün müdür derler ?

Musiki nazariyeleriyle metodlu bir şekilde ilk önce uğraşan bilgin Türk Fârâbi'dir. [Kitab-el-mûsiki] adlı meşhur eserinde sesi ilmî bir şekilde izah eder. 

Müzik âletleri yapmak için gereken usûlleri ve incelikleri açıklar. Müzik âletlerinden Kanun'u bulur. Araplar, Çin ve İran gamlarını etüd ederek sekiz notalık tabiî gamı bulunca, melodiler daha düzene girer. Böylece de yeni çalgıların yapılmasında büyük ilerlemeler olur. Ondan sonra asırlar boyu taassub çevrelerinin baskıları ile musiki san'at anlayışında gelişemez.

"Marifetnâme" eseri ile batılıların da hayranlığımı kazanan büyük mutasavvıf İbrahim Hakkı Erzurumlu; 

-Taassubdan kurtulmamış, din bilgisi zayıf, ruhu âlemlerin dönüşündeki sedayı duymayan kişilerin, Kur'anda varmış gibi musikiyi haram göstermeleri ne gaflettir. Diyerek, san'atı kalbin sefâsı, ruhun adâsı olarak tarif eder. Şeyh Sadi-i Şirâziye «Musiki haram mıdır?> diye sordukları zaman «Dinleyenlerden ne haber?» diye cevap verir.

- Mevlevilikte de terbiye (Kültür dersleri, Güzel san'at şubeleri ve Musiki dersleri) olarak üç esasta toplanır.

Memleketin bugünkü san'at havası hakikaten üzücüdür. Ruhları yıkayacak armoniler, hırsları azdıranlarla yer değiştirmiş gibi. Bu ilâhi san'atın bütün haya sıfatından soyarak aşağılık hislerine basamak yapmak isteyenler çoğunlukta kalıyor.

Halbuki san'at ihtirasın esiri olunca kanatlanıp uçamaz. Hele hayvani arzulara hitap edecek şekilde gelişen bir San'at aşağılanmanın en bâriz vasfını taşır.

Konfüçyüs: «Bir memleketin musikisine bak halini anla;

Beethoven: «Müzik anlayanlar için ilâhi sırları dile getiren üstün bir vahiydir» demiştir.

Memleketin, Kaknus kuşu haline dönen bu san'atına mutlak mânâda eğilecek yetkililer, ne mühim bir çöküntüye el koymuş olacaklardır.

 

 

 

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve ulusgazetesi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.