Atiye Keskin (Kubanlı) - Yazar
Köşe Yazarı
Atiye Keskin (Kubanlı) - Yazar
 

KADER DİREĞİ

Pek çok kişinin merak ettiği kader hakkında kanaatleriniz nedir. Insanın iradesi kaderin karşısında ne güçtedir. Acaba bir misal verebilir misiniz.? Mevlevilikte, terbiye; kültür dersleri-musiki dersleri - güzel san'atlara ait dersler olmak üzere üç koldan olur. Her talebe kabiliyet ve çalışmasına göre yer ve derece alır.  Sema da iki kısımda olur:  1) Semai Suri  2) Semai Manevi. Semai Suri, dervişlerin bir yere toplanarak ney ve kudüm çalarak güzel sesli olanlarının da ilâhiler okumaları ile olur. Bu ahenk ve heyecan ile bâtın âlemine an be an eriştikerine inanırlar. Bâtınî, gizli sır âlemi demektir. Kudüm de madenden yapılmış ve deri gerili bir nev'i dümbelektir.  Eski mehter takımlarında tekkelerde kullanılırdı. Manevi sema ise, aşk ehlinin manevi hayatın sırrına erişecek bölgelere kadar, kalp ve anlayış âlemlerinde sema etmeleridir. Zamanın birinde Mevlevî büyüklerinden birinin Akîl adındaki bir talebesi meydan süpürücülüğünden bir türlü ilerleyemez. Dervişlerin sohbetlerinde manevi se'ma'ın ne derece güçlü ve zevkli olduğunu dinlediği bir gün, bu sözleri kendi düşünce gücüne göre değerlendire rek pirin huzuruna çıkar ve : - Bizim kaderimiz hep meydan süpürücülüğü mü? Talebelerin sırası gelince gök yüzüne çıkıyorlarmış diye sitem eder. Ihtiyar : - Bak evladım, der. Insanın doğarken getirdiği vasıflar kadar, içinde doğduğu vasıflar da kaderidir. Ama bu vasıflar çalışma ile istikamet alır. Kader ile irade, gayret ile başarı birbirine düğümlüdür. Bu düğüm tıpkı bedenin çalışması ile iradenin bağlılığı gibidir. Şöyle ki; Kalbinin çalışması elinde değildir ama hızlı koşarsan sık atacağını, sırt üstü yatarsan yavaşlayacağını bilirsin. Miğden senin elinde olmadan çalışır hazım zamanını bilir, ama fazla yersen çıkaracağını, çivi yutarsan onun delineceği bilerek davranış elindedir. Kaderi akıldan ayırıp bu ilâhî dügümü çözmek isteyenler tembellerdir. Her şeyi ayağına beklerler. Talebe bu uzun ve gönlüne göre bulmadığı izahtan sıkılarak hocasının lâfını kesip : - Ama gece kuşunun ayağına her gün bir serçe geliyormuş. Gece kuşunun hayatını tanzim eden Allah kularınınkini tanzim etmez mi? Pir bu suale karşı : - Sen gece kuşu olup virânelikte serçe beklemeyi heves edeceğine, doğan olup martı ile beslenmeyi neden akıl etmezsin ,sözümü kesme de, iyi dinle diye sertlenir. Akîl, ne yapalım kaderim süpürgecilikte kalmakmış, diye laf dinlemek istemiyerek medresenin meydanına doğru yürüyüverir. Aradan bir zaman geçer. Tembelliği kadar dik kafalı olan talebe bir gün, "İnsan ömrü kısa, bu kadar çok beklemeye, çalışmaya değmez." Diye gizlice tekkeyi terk eder. Uzun zaman iş arar nihayet tesadüfen tanıştığı Tunus'lu bir tacir bunu alır, çırak olarak memleketine götürür. Bir gün kendi kendine medresedeki arkadaşlarını düşünürken : - Ey pir sen hâlâ çalış da sema et, çalış da yüksel, diye söylene, dur. Kader bent Tunus'a bakkal çırağı olarak attı, der. Ama tacirin dükkânında da çalışmaktan çabuk usandığı bir sırada Afrika'lı korsanlar çarşıyı basınca, boylu boslu gördükleri Akil'i de işe yarar diye, alır götürürler. Geminin alt katında esirler arasında kürek çekmeye başlar. Az bir ekmekle aylarca çile doldurur. Kürekçilerin uyumasına mani olmak için küçük bir dümbelekle başlarında tempo tutan adama bakarken, kudüm çalan arkadaşlarını hatırladığı bir arada, kendi kendine:  -Ey Şeyh, işte kader beni denizin ortasında küreğe mahkûm etmiştir, son ol da çalışmakla kurtul der. Kısa bir zaman sonra fırtınaya tutulan gemi batar. Tayfalar sulara dökülürler. Akîl , eline geçen bir tahta parçasına tutunarak yüze yüze bilmediği bir yere çıkar. Kendisini kumlara atıp uzun uzun dinlendikten sonra kallkıp gezinir, burasının ıssız ve metrûk küçücük bir ada olduğunu hayretle görür. Sonra etrafında bolca bulunan Bambu sırıklarından birine gömleğini bağlayıp, uzun bir Imdat bayrağı gibi kumlara diker. Açlıktan içi ezilirken sırığın dibine oturup, başını elleri arasına alıp, ağlarken, şeyhin nuranî çehresi karşısında belirerek : -Behey inatçı evlat adın Akîl olacağına kendin akîl olsa idin tekkeden bana sormadan kaçmaz ve bu işler de başına gelmezdi. Tunus'da tacirin dükkânında kader sana iş buldu ise sen de orada çalışarak kadere iştirak ettin. Gemiciler seni kaçırdı ise, küreği çekmekte sabırlı olarak, isyan edenler gibi denize atılmaktan veya bir kılıç darbesi ile ikiye bölünmekten kurtuldum. Tekneyi kader batırdı ise, kendini sulara terk etmeyip yüzerek sahile çıkmak için sen güç sarfettin. Yapyalnız bir adaya çıktınsa direğe gömleğini bağlayıp kurtuluş işaretini yine sen verdin. En isyankâr insan bile kaderi ile irâde arasındaki ilahî düğümü gönlüne estiği gibi çözemiyeceğini bilir. İrade yolu le kul'a bir anlamda yol seçme gücü verilmeseydi ilâhî ceza ilâhi adalete yakışır mıydı? Şeytan gibi kaderimde sana isyan etmek eskiden varmış diyeceğine sen isyanı da itaati de yarattın, ben itaat bölüğünü seçmekle hayıra olan ilâhî rıza ve irâde de birleşmeyi arzu edicilerden olmak istiyorum, deseydin, çalışmadan basamak atlanmayacağını, gökyüzünden yağmurun bile sebebe tutunarak yağdığını bilirdin. Dön geri, evlât, sana doğarken verilenleri isyanda değil, itaatle kullan da yüksel der: Akil onun hayalini kaybedince uzaktan bir gemi geldiğini görerek sevincinden dili tutulur bağıramazsa da kenid kendine : - Allahım çok şükür nice çileler çektim ama ahmaklıkta ta israr eden biri olmaktan kurtuldum, der. İslâm dini çalışmaya ve ilme o derece büyük yer verir ki, gerçek mânasiyle anlaşılıp gerçek hükümlerin hūkümran olduğu devirlerde, en kuvvetli devletlerin asırlar boyu erişemedikleri medeniyet ve saltanata bir anda ulaşıvermiştir. Kaza ve kaderi yanlış anlayıp kötü tefsir edenler ve Allaha tevekkülü miskinlik penceresinden seyredenler, her şeyi tek cepheden görenlerdir. Meşk âleminden ruh àleminde sema etmeye atlamış olanlar, her şeyin bir saniye yerinde durmadığını da temâşa ederler. Bu temâşa ile düşüncesi açılan insan tedbir ve irâde eteklerini savurarak gerçek âleme doğru sema eder. O zaman her zerrenin her ışığın nasıl aklını emrini beklediğini cūz'i aklin kullü akılda nasıl eridiğini kalb duyuşu ile anlar. İslâm dininde kader bahsi halka yanlış anlamı ile aksettirilmiş ve böylece süregelmiş bahislerden biridir. Allah her şeyi bir sebebe bağladığı için çalışarak sebebe tutunmak şarttır. Ben tevekkül ediyorum diye, tedbir ve gayreti elden bırakanlar, tamamen hak rızasından aykını bir rol tutarlar. Aslında tevekkül de sebebe tutunmaya mani değildir. Insan gömleğini direğe bazlayıp, sahile diker ondan sonra geminin gelmesine tevekkül eder. Onun için Kur'an-ı Kerim, "Andolsun işi tedbirle yapanlara!" Demiştir. Hrıstiyanlık propagandası yapan bâzı misyonerler derler ki:, «Mülsümanlar akideleri icabı kadere inanip ellerini kollarını bağlayıp, kendilerini maddi danevi sorumluluktan çekip, miskinliğe terk ediyorlar ve bunun için ilerleyemiyorlar...> Böylece kötü propagandalar da bu hususa çok yer verirler. Aslında İslâm dini en yüksek medeniyeti telkin eder. Başımızın üzerine felâket kuşunun konmasına mâni olamazsak da, yuva yapmasına mani olabiliriz. Birçok insan, hayatın kötü tecellilerne karşı elini kolunu bağlayıp mücadeleyi terh ederek," kaderimmiş " diye boynunu bükmenin hakka isyan olduğunu bilmez. Kader ve irâdenin ilâhî akışını çözüp bir tarafı kabul etmek yoluna giden açıklamalar daima çıkmaza girmişlerdir. Kulun mutlak irâdesini kabul eden, "mûtezile okulu " kadar tamamen kaderci olanlar da açıkladıkları ile ne kendilerini ne de aydınlatmak istediklerini tatmin edebilmişlerdir. Bu bahsi, insanî mânada bölerek Fiil- Ahlâk - Hal vasıflarına göre izah etmek isteyenler de yanıldıklarını anlamışlardır. Bunlar fiillerin kulun arzusunda, huyların yaradılışında, vardır. Haller ise "Allah vergisidir" Kul irâdesi ile kōtü huyları tasfiye eder, demişlerdir. İnsana  gözü ve görüşü ihsan eden hak, göz kapağını istediği zaman kapamak iradesini de vermiştir. Kader ile irâde ve çalışmak ilahi bir düğüm halindedir. Çalışmak, sabır, ilim, görüşe, hakim olmak imkânını verir. Gerçeği görenler de gözleri en güzel ve en kuvvetli olanlar değil, ona hakim olarak neyi göreceğini bilenlerdir. Onun için Kur'anı Kerim < "Hakikaten insanın kendi çalıştığından başka bir şey yoktur," demiştir.  
Ekleme Tarihi: 17 Mart 2025 - Pazartesi

KADER DİREĞİ

Pek çok kişinin merak ettiği kader hakkında kanaatleriniz nedir. Insanın iradesi kaderin karşısında ne güçtedir. Acaba bir misal verebilir misiniz.?

Mevlevilikte, terbiye; kültür dersleri-musiki dersleri - güzel san'atlara ait dersler olmak üzere üç koldan olur. Her talebe kabiliyet ve çalışmasına göre yer ve derece alır. 

Sema da iki kısımda olur: 

1) Semai Suri 

2) Semai Manevi.

Semai Suri, dervişlerin bir yere toplanarak ney ve kudüm çalarak güzel sesli olanlarının da ilâhiler okumaları ile olur. Bu ahenk ve heyecan ile bâtın âlemine an be an eriştikerine inanırlar. Bâtınî, gizli sır âlemi demektir. Kudüm de madenden yapılmış ve deri gerili bir nev'i dümbelektir. 

Eski mehter takımlarında tekkelerde kullanılırdı.

Manevi sema ise, aşk ehlinin manevi hayatın sırrına erişecek bölgelere kadar, kalp ve anlayış âlemlerinde sema etmeleridir.

Zamanın birinde Mevlevî büyüklerinden birinin Akîl adındaki bir talebesi meydan süpürücülüğünden bir türlü ilerleyemez. Dervişlerin sohbetlerinde manevi se'ma'ın ne derece güçlü ve zevkli olduğunu dinlediği bir gün, bu sözleri kendi düşünce gücüne göre değerlendire rek pirin huzuruna çıkar ve :

- Bizim kaderimiz hep meydan süpürücülüğü mü? Talebelerin sırası gelince gök yüzüne çıkıyorlarmış diye sitem eder.

Ihtiyar :

- Bak evladım, der. Insanın doğarken getirdiği vasıflar kadar, içinde doğduğu vasıflar da kaderidir. Ama bu vasıflar çalışma ile istikamet alır. Kader ile irade, gayret ile başarı birbirine düğümlüdür. Bu düğüm tıpkı bedenin çalışması ile iradenin bağlılığı gibidir. Şöyle ki; Kalbinin çalışması elinde değildir ama hızlı koşarsan sık atacağını, sırt üstü yatarsan yavaşlayacağını bilirsin. Miğden senin elinde olmadan çalışır hazım zamanını bilir, ama fazla yersen çıkaracağını, çivi yutarsan onun delineceği bilerek davranış elindedir. Kaderi akıldan ayırıp bu ilâhî dügümü çözmek isteyenler tembellerdir. Her şeyi ayağına beklerler.

Talebe bu uzun ve gönlüne göre bulmadığı izahtan sıkılarak hocasının lâfını kesip :

- Ama gece kuşunun ayağına her gün bir serçe geliyormuş.

Gece kuşunun hayatını tanzim eden Allah kularınınkini tanzim etmez mi?

Pir bu suale karşı :

- Sen gece kuşu olup virânelikte serçe beklemeyi heves edeceğine, doğan olup martı ile beslenmeyi neden akıl etmezsin ,sözümü kesme de, iyi dinle diye sertlenir.

Akîl, ne yapalım kaderim süpürgecilikte kalmakmış, diye laf dinlemek istemiyerek medresenin meydanına doğru yürüyüverir.

Aradan bir zaman geçer. Tembelliği kadar dik kafalı olan talebe bir gün, "İnsan ömrü kısa, bu kadar çok beklemeye, çalışmaya değmez." Diye gizlice tekkeyi terk eder.

Uzun zaman iş arar nihayet tesadüfen tanıştığı Tunus'lu bir tacir bunu alır, çırak olarak memleketine götürür.

Bir gün kendi kendine medresedeki arkadaşlarını düşünürken :

- Ey pir sen hâlâ çalış da sema et, çalış da yüksel, diye söylene, dur. Kader bent Tunus'a bakkal çırağı olarak attı, der. Ama tacirin dükkânında da çalışmaktan çabuk usandığı bir sırada Afrika'lı korsanlar çarşıyı basınca, boylu boslu gördükleri Akil'i de işe yarar diye, alır götürürler. Geminin alt katında esirler arasında kürek çekmeye başlar. Az bir ekmekle aylarca çile doldurur. Kürekçilerin uyumasına mani olmak için küçük bir dümbelekle başlarında tempo tutan adama bakarken, kudüm çalan arkadaşlarını hatırladığı bir arada, kendi kendine: 

-Ey Şeyh, işte kader beni denizin ortasında küreğe mahkûm etmiştir, son ol da çalışmakla kurtul der.

Kısa bir zaman sonra fırtınaya tutulan gemi batar. Tayfalar sulara dökülürler. Akîl , eline geçen bir tahta parçasına tutunarak yüze yüze bilmediği bir yere çıkar. Kendisini kumlara atıp uzun uzun dinlendikten sonra kallkıp gezinir, burasının ıssız ve metrûk küçücük bir ada olduğunu hayretle görür. Sonra etrafında bolca bulunan Bambu sırıklarından birine gömleğini bağlayıp, uzun bir Imdat bayrağı gibi kumlara diker. Açlıktan içi ezilirken sırığın dibine oturup, başını elleri arasına alıp, ağlarken, şeyhin nuranî çehresi karşısında belirerek :

-Behey inatçı evlat adın Akîl olacağına kendin akîl olsa idin tekkeden bana sormadan kaçmaz ve bu işler de başına gelmezdi. Tunus'da tacirin dükkânında kader sana iş buldu ise sen de orada çalışarak kadere iştirak ettin. Gemiciler seni kaçırdı ise, küreği çekmekte sabırlı olarak, isyan edenler gibi denize atılmaktan veya bir kılıç darbesi ile ikiye bölünmekten kurtuldum. Tekneyi kader batırdı ise, kendini sulara terk etmeyip yüzerek sahile çıkmak için sen güç sarfettin. Yapyalnız bir adaya çıktınsa direğe gömleğini bağlayıp kurtuluş işaretini yine sen verdin. En isyankâr insan bile kaderi ile irâde arasındaki ilahî düğümü gönlüne estiği gibi çözemiyeceğini bilir. İrade yolu le kul'a bir anlamda yol seçme gücü verilmeseydi ilâhî ceza ilâhi adalete yakışır mıydı? Şeytan gibi kaderimde sana isyan etmek eskiden varmış diyeceğine sen isyanı da itaati de yarattın, ben itaat bölüğünü seçmekle hayıra olan ilâhî rıza ve irâde de birleşmeyi arzu edicilerden olmak istiyorum, deseydin, çalışmadan basamak atlanmayacağını, gökyüzünden yağmurun bile sebebe tutunarak yağdığını bilirdin. Dön geri, evlât, sana doğarken verilenleri isyanda değil, itaatle kullan da yüksel der:

Akil onun hayalini kaybedince uzaktan bir gemi geldiğini görerek sevincinden dili tutulur bağıramazsa da kenid kendine :

- Allahım çok şükür nice çileler çektim ama ahmaklıkta ta israr eden biri olmaktan kurtuldum, der. İslâm dini çalışmaya ve ilme o derece büyük yer verir ki, gerçek mânasiyle anlaşılıp gerçek hükümlerin hūkümran olduğu devirlerde, en kuvvetli devletlerin asırlar boyu erişemedikleri medeniyet ve saltanata bir anda ulaşıvermiştir.

Kaza ve kaderi yanlış anlayıp kötü tefsir edenler ve Allaha tevekkülü miskinlik penceresinden seyredenler, her şeyi tek cepheden görenlerdir. Meşk âleminden ruh àleminde sema etmeye atlamış olanlar, her şeyin bir saniye yerinde durmadığını da temâşa ederler. Bu temâşa ile düşüncesi açılan insan tedbir ve irâde eteklerini savurarak gerçek âleme doğru sema eder. O zaman her zerrenin her ışığın nasıl aklını emrini beklediğini cūz'i aklin kullü akılda nasıl eridiğini kalb duyuşu ile anlar.

İslâm dininde kader bahsi halka yanlış anlamı ile aksettirilmiş ve böylece süregelmiş bahislerden biridir. Allah her şeyi bir sebebe bağladığı için çalışarak sebebe tutunmak şarttır. Ben tevekkül ediyorum diye, tedbir ve gayreti elden bırakanlar, tamamen hak rızasından aykını bir rol tutarlar. Aslında tevekkül de sebebe tutunmaya mani değildir. Insan gömleğini direğe bazlayıp, sahile diker ondan sonra geminin gelmesine tevekkül eder. Onun için Kur'an-ı Kerim, "Andolsun işi tedbirle yapanlara!" Demiştir. Hrıstiyanlık propagandası yapan bâzı misyonerler derler ki:, «Mülsümanlar akideleri icabı kadere inanip ellerini kollarını bağlayıp, kendilerini maddi danevi sorumluluktan çekip, miskinliğe terk ediyorlar ve bunun için ilerleyemiyorlar...>

Böylece kötü propagandalar da bu hususa çok yer verirler.

Aslında İslâm dini en yüksek medeniyeti telkin eder. Başımızın üzerine felâket kuşunun konmasına mâni olamazsak da, yuva yapmasına mani olabiliriz. Birçok insan, hayatın kötü tecellilerne karşı elini kolunu bağlayıp mücadeleyi terh ederek," kaderimmiş " diye boynunu bükmenin hakka isyan olduğunu bilmez. Kader ve irâdenin ilâhî akışını çözüp bir tarafı kabul etmek yoluna giden açıklamalar daima çıkmaza girmişlerdir.

Kulun mutlak irâdesini kabul eden, "mûtezile okulu " kadar tamamen kaderci olanlar da açıkladıkları ile ne kendilerini ne de aydınlatmak istediklerini tatmin edebilmişlerdir. Bu bahsi, insanî mânada bölerek Fiil- Ahlâk - Hal vasıflarına göre izah etmek isteyenler de yanıldıklarını anlamışlardır. Bunlar fiillerin kulun arzusunda, huyların yaradılışında, vardır. Haller ise "Allah vergisidir" Kul irâdesi ile kōtü huyları tasfiye eder, demişlerdir. İnsana  gözü ve görüşü ihsan eden hak, göz kapağını istediği zaman kapamak iradesini de vermiştir. Kader ile irâde ve çalışmak ilahi bir düğüm halindedir. Çalışmak, sabır, ilim, görüşe, hakim olmak imkânını verir. Gerçeği görenler de gözleri en güzel ve en kuvvetli olanlar değil, ona hakim olarak neyi göreceğini bilenlerdir. Onun için Kur'anı Kerim <

"Hakikaten insanın kendi çalıştığından başka bir şey yoktur," demiştir.

 

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve ulusgazetesi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.