Hamdi Özdemir
Köşe Yazarı
Hamdi Özdemir
 

12 Eylül 1980 ve Gece Başlıyor

12 Eylül 1980-2023, darbenin 43. Yılı. 12 Eylül de ülkemizin, insanımızın yaşadığı acı gerçeği iyi hatırlarsak günümüze ışık tutar düşüncesindeyim. Halâ değişmeyen yasalarıyla ve kurumlarıyla “YÖK, Seçim ve Partiler Yasası gibi” 12 Eylül farklı bir şekilde devam ediyor. Ve gece başlıyor; Sabaha yakın bir vakit, derin bir karanlıktı. Sonbahar başlayalı kısa bir süre olmuş, Eylül ayının henüz başlarıydı. Eylül, kederli ve hüzünlüydü. Mevsim sarıya kesmiş, ülkede bir tedirginlik ve korku havası hâkimdi. Tehlike tüm ülkede olduğu gibi Ankara'da da derinden hissediliyordu. Bu sarı ve ağır bir korkuydu. Tedirginlik üzerine basanı içine çekiyor, aç kurtların avını beklediği gibi birileri pusuya yatmış avını bekliyordu. Tehlikeli zamanlardı. Fısıltılar kulaktan kulağa dolaşıyor, kimse duyduklarını sesli söylemeye cesaret edemiyordu. Bir kara bulut koca bir ülkeyi her geçen gün biraz daha karartıyordu. Türkiye de bir şeyler oluyordu ve tehlike günden güne adım adım yaklaşıyordu. Önümüz sonbahar ve kıştı, zor geçeceği belliydi. Değil bu sonbahar kış, tehlikenin uzun ve yıllarca süreceği acı bir gerçekti. Ve günümüzde hâlâ sürüyor. Bahçeli, ahşap çitlerle çevrili yeşil, beyaz, mavi boyalı, birbirine yakın sıcak yürekli emekçi insanların yaşadığı evler, memleket meselelerine duyarlı öğrencilerin kaldığı yurtlar ve bütün memleket içindekilerle beraber derin uykudaydı. Derin uykudan uyanacaklardı birazdan. Aniden bir kabus gibi çökeceklerdi, avlarının üzerine. Korkuyla ağlayacaklardı çocuklar ve bebekler. Memleketin dört bir yanından okumak için şehirlere gelen ve yurtlarda kalan öğrenciler. Yaşlılar bu yaşa gelmiş oldukları için üzülecek sitem edeceklerdi “keşke hiç görmeseydik, keşke hiç yaşamasaydık” diyeceklerdi. Anneler çocuklarına sarılacaktı sımsıkı. İnsanlar utanacaktı, kendilerine yaşatılacaklardan. Kimse imdada yetişmeyecekti ya da yetişemeyecekti. O kadar hızlı olacaktı ki her şey. O kadar ani... Kör karanlıktı; Daha önceden belirlenmiş ve mimlenmiş evlerin ahşap kapıları dipçik darbeleriyle sarsılmaya başlamıştı. Bütün evler teker teker basılıyordu. Bütün mahalleye bütün şehre dağılmıştı darbe sesleri. Bütün kapılar aynı anda "tak tak tak", “Açın kapıyı”, diye polis/asker sesiyle inliyordu. Kapılar aynı anda kırılarak evlere baskınlar yaptılar. O kadar ani olmuştu ki, hiçbir tedbir bile alınamamıştı. Yataklarında derin uykularında ne olduğunu anlayamadılar, apar topar yapılan baskınlarla. Zafertepe halkına yaptıkları gibi, daha önceden hedef belirledikleri diğer semtlerdeki emekçi yoksul insanları uykularından uyandırıp bir araya yığmıştı askerler. İnsanlar üstlerine giysi bile alacak vakit bile bulamadılar. “Gideceğiniz yerde bunlara ihtiyacınız olmayacak” dediler. Demek nereye gideceklerini biliyorlardı vicdansızlar. “Nereye gidiyoruz böyle?” diyeni bir yumrukla yere serdiler. Karanlıktı; Kimse kimsenin yüzünü seçemiyordu. Kimse kimsenin yüzüne bakamıyordu, bakmak istemiyordu. Bir yığın halinde yürümeye başladılar, yanlarında bir dizi asker.  - Konuşmayın.            - Ağlamayın.                   - Susun.                          - Çocuklarınızı susturun.                                 -Düz yürüyün.                                        - Soru sormayın.  diyorlardı. Soğuktu Sonbahardı Eylül ayıydı. Soğuktan içlerine büzülmüşlerdi. Yaşlılar ara sıra tökezleyip düşüyordu. Düşenlere bir de onlar vuruyordu. “Merhametsizler!” diye bağırdı Mehmet Amca. Merhametsizler… Gün gelir merhametsizler merhamet diler unutmayın diye haykırdı. Tarih, bu gecenin çığlığını hiç unutmayacaktı ve unutmamalıydı. Sürek avı sabahın ışıklarına kadar sürdü. Önceden belirledikleri evleri, mahalleyi ve koca şehri talan ettiler. Evlerde ne kadar kitap, dergi, mecmua varsa, çocukların Teksas ve Tommiks gibi çizgi romanlarına kadar toplayıp suç unsuru olarak el koydular. İnsanları mahallenin meydanında toplayarak,  askeri araçlara doldurup ve istifleyerek bir bilinmez karanlığa doğru, gecenin içinden alıp götürdüler. İnsanlar oturamıyorlar, ayakta duramıyorlardı. Sallantıdan birbirlerinin üzerine yıkılıyorlar, nereye götürüldüklerini, ne olacaklarını bilmiyorlardı. Yaşanmakta olan bu acı gerçeğe, gece şahit olacaktı. Şahit olacaktı gece. Ancak ne gördüklerini anlayabilecek ne anlatabilecekti. Anlatamazdı! Çünkü gecenin dili yoktu… Kör Karanlık Bir Geceydi; Yaşanan gerçekler her şeyi anlatıyordu. Anlatacaktı. 12 Eylül 1980 darbesi ve devamında, işkencelerde öldürülen, yıllarca askeri cezaevlerinde yatan, hücrelerde tutulan, gözaltına alınan ve bir daha kendisinden haber alınamayan yüzlerce yurtsever, devrimci, demokratın yaşadıklarına saygıyla...
Ekleme Tarihi: 12 Eylül 2023 - Salı

12 Eylül 1980 ve Gece Başlıyor

12 Eylül 1980-2023, darbenin 43. Yılı.

12 Eylül de ülkemizin, insanımızın yaşadığı acı gerçeği iyi hatırlarsak günümüze ışık tutar düşüncesindeyim.

Halâ değişmeyen yasalarıyla ve kurumlarıyla “YÖK, Seçim ve Partiler Yasası gibi” 12 Eylül farklı bir şekilde devam ediyor.

Ve gece başlıyor;

Sabaha yakın bir vakit, derin bir karanlıktı.

Sonbahar başlayalı kısa bir süre olmuş, Eylül ayının henüz başlarıydı.

Eylül, kederli ve hüzünlüydü.

Mevsim sarıya kesmiş, ülkede bir tedirginlik ve korku havası hâkimdi. Tehlike tüm ülkede olduğu gibi Ankara'da da derinden hissediliyordu.

Bu sarı ve ağır bir korkuydu.

Tedirginlik üzerine basanı içine çekiyor, aç kurtların avını beklediği gibi birileri pusuya yatmış avını bekliyordu. Tehlikeli zamanlardı. Fısıltılar kulaktan kulağa dolaşıyor, kimse duyduklarını sesli söylemeye cesaret edemiyordu.

Bir kara bulut koca bir ülkeyi her geçen gün biraz daha karartıyordu.

Türkiye de bir şeyler oluyordu ve tehlike günden güne adım adım yaklaşıyordu. Önümüz sonbahar ve kıştı, zor geçeceği belliydi. Değil bu sonbahar kış, tehlikenin uzun ve yıllarca süreceği acı bir gerçekti. Ve günümüzde hâlâ sürüyor.

Bahçeli, ahşap çitlerle çevrili yeşil, beyaz, mavi boyalı, birbirine yakın sıcak yürekli emekçi insanların yaşadığı evler, memleket meselelerine duyarlı öğrencilerin kaldığı yurtlar ve bütün memleket içindekilerle beraber derin uykudaydı.

Derin uykudan uyanacaklardı birazdan.

Aniden bir kabus gibi çökeceklerdi, avlarının üzerine.

Korkuyla ağlayacaklardı çocuklar ve bebekler.

Memleketin dört bir yanından okumak için şehirlere gelen ve yurtlarda kalan öğrenciler.

Yaşlılar bu yaşa gelmiş oldukları için üzülecek sitem edeceklerdi “keşke hiç görmeseydik, keşke hiç yaşamasaydık” diyeceklerdi.

Anneler çocuklarına sarılacaktı sımsıkı.

İnsanlar utanacaktı, kendilerine yaşatılacaklardan. Kimse imdada yetişmeyecekti ya da yetişemeyecekti.

O kadar hızlı olacaktı ki her şey. O kadar ani...

Kör karanlıktı;

Daha önceden belirlenmiş ve mimlenmiş evlerin ahşap kapıları dipçik darbeleriyle sarsılmaya başlamıştı.

Bütün evler teker teker basılıyordu. Bütün mahalleye bütün şehre dağılmıştı darbe sesleri. Bütün kapılar aynı anda "tak tak tak", “Açın kapıyı”, diye polis/asker sesiyle inliyordu.

Kapılar aynı anda kırılarak evlere baskınlar yaptılar. O kadar ani olmuştu ki, hiçbir tedbir bile alınamamıştı.

Yataklarında derin uykularında ne olduğunu anlayamadılar, apar topar yapılan baskınlarla.

Zafertepe halkına yaptıkları gibi, daha önceden hedef belirledikleri diğer semtlerdeki emekçi yoksul insanları uykularından uyandırıp bir araya yığmıştı askerler.

İnsanlar üstlerine giysi bile alacak vakit bile bulamadılar.

“Gideceğiniz yerde bunlara ihtiyacınız olmayacak” dediler. Demek nereye gideceklerini biliyorlardı vicdansızlar.

“Nereye gidiyoruz böyle?” diyeni bir yumrukla yere serdiler.

Karanlıktı;

Kimse kimsenin yüzünü seçemiyordu. Kimse kimsenin yüzüne bakamıyordu, bakmak istemiyordu.

Bir yığın halinde yürümeye başladılar, yanlarında bir dizi asker.

 - Konuşmayın.

           - Ağlamayın.

                  - Susun.

                         - Çocuklarınızı susturun.

                                -Düz yürüyün.

                                       - Soru sormayın. 

diyorlardı.

Soğuktu Sonbahardı Eylül ayıydı.

Soğuktan içlerine büzülmüşlerdi. Yaşlılar ara sıra tökezleyip düşüyordu. Düşenlere bir de onlar vuruyordu.

“Merhametsizler!” diye bağırdı Mehmet Amca.

Merhametsizler…

Gün gelir merhametsizler merhamet diler unutmayın diye haykırdı. Tarih, bu gecenin çığlığını hiç unutmayacaktı ve unutmamalıydı.

Sürek avı sabahın ışıklarına kadar sürdü. Önceden belirledikleri evleri, mahalleyi ve koca şehri talan ettiler.

Evlerde ne kadar kitap, dergi, mecmua varsa, çocukların Teksas ve Tommiks gibi çizgi romanlarına kadar toplayıp suç unsuru olarak el koydular.

İnsanları mahallenin meydanında toplayarak,  askeri araçlara doldurup ve istifleyerek bir bilinmez karanlığa doğru, gecenin içinden alıp götürdüler. İnsanlar oturamıyorlar, ayakta duramıyorlardı.

Sallantıdan birbirlerinin üzerine yıkılıyorlar, nereye götürüldüklerini, ne olacaklarını bilmiyorlardı. Yaşanmakta olan bu acı gerçeğe, gece şahit olacaktı.

Şahit olacaktı gece. Ancak ne gördüklerini anlayabilecek ne anlatabilecekti.

Anlatamazdı!

Çünkü gecenin dili yoktu…

Kör Karanlık Bir Geceydi;

Yaşanan gerçekler her şeyi anlatıyordu.

Anlatacaktı.

12 Eylül 1980 darbesi ve devamında, işkencelerde öldürülen, yıllarca askeri cezaevlerinde yatan, hücrelerde tutulan, gözaltına alınan ve bir daha kendisinden haber alınamayan yüzlerce yurtsever, devrimci, demokratın yaşadıklarına saygıyla...

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve ulusgazetesi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.