Londra’nın trafiğinden bahsederken ulaşım araçlarına değinmezsem anlatım eksik kalır. Tabii biraz da “iğne ve çuvaldız” hesabı yapacağım.
Önce havadan başlayalım isterseniz.
Londra’da, aralarında Dünyanın en büyüklerinden olan Heathrow’un da bulunduğu 5 havaalanı var.
(Ara not: Geçtiğimiz yıl yolcu sayısı- Heathrow 22 milyon + , Gatwick 10 milyon +, Stansted 7.5 milyon, Luton 4.5 milyon, London City 1 milyon. Toplam 45 milyondan fazla yolcu)
İhtiyaç arttığında Ingilizler mevcut, tıkır tıkır işleyen havaalanlarını yıkıp yerine kuş uçmaz kervan geçmez yerlerde yeni havaalanları yapmıyorlar; Mevcutları genişletiyorlar, ek terminaller inşa ediyorlar.
Deniz Yollarına gelinceee….Dünyada ilk tren yolculuğunu, taşımacılığını yapan İngilizler (Stephanson 1825) ülkelerinde geniş bir demiryolu ağı kurmuşlar. Bugün çoğu özel şirketler tarafından işletilen trenlerde ben de çok keyifli seyahatler yaptım.
Eskiden kömürlü olan, “kara tren” dediğimiz trenler artık elektrikle çalışıyor. Nostaljik/turistik seyahat yapmak isteyenler için az sayıda,göstermelik kısa “kara tren” hatları da mevcut.
Londra’da tren denildiğinde iki farklı tip tren görülüyor. Biri bildiğimiz trenler. Diğeri ise “Hafif tren” denilen, zeminden değil, yukarıda yapılmış özel yollarda/raylarda hareket eden trenler.
Şehirde 11 büyük tren garı/terminali var (Waterloo, Paddington, King’s Cross , Euston, London Bridge, Chaing Cross, St. Pancras, Liverpool Street, Fenchurch ,;Street Victoria, Marylebone). Bu garlardan hareketle İngiltere’nin herhangi bir bölgesine veya Avrupa’ya (Manş’ın altından geçen tünel sayesinde) gidebiliyorsunuz.
İngilizler ve tabii ki Londralılar trenle seyahati çok seviyorlar. Öyle ki Londra ve civarında 375 tren istasyonu var. Hemen yolcu sayısını soracaksınız değil mi? Vereceğim rakam dudak uçuklatacak düzeyde: geçen yıl 1.5 milyar yolcu taşımış İngiliz trenleri.
Zırt pırt yapılan grevler dışında trenler oldukça dakik. Bırakın ana terminalleri, en ücra yerdeki istasyonlara dahi dakikasında varıp, dakikasında kalkıyorlar. Bu tecrübeyi yaşayan bir kişi olarak dilime ister istemez “Kara tren gelmez m’ola” türküsü takılıyor.
“Ya kazalar ?” diyeceksini değil mi ?. Vallahi ben burada yaşadığım yıllar boyunca ne menfez çökmesi, ne raydan çıkma, ne aynı hatta iki tren, ne sinyalizasyon hatası, ne de normal rayda hızlı tren kazası duymadım. Olmaz olmaz da olursa herhalde ilgili Bakan, Genel Müdür, Üst düzey Yöneticiler dahil bir çok kişi sorumluluğu üstlenip istifa eder.
Londra’da bir tip tren daha var. Yer altından giden trenler. Yani metro sistemi.
Gerçekten de ilk yapıldığında “kara tren”e benzer, kömürlü küçük lokomotiflerle hareket ettirilen metro trenleri bugün artık elektrikle çalışıyor.
Dünyadaki ilk metroyu da İngilizler yapmış. 1865’te Londra’da Metropolitan Hattını açmışlar. Üç yıl sonra da District Hattını.
Diğer büyük İngiliz şehirlerinde de mevcut olan metroya adamlar “Underground” ismini takmışlar. Yani “toprak/yer/zemin altı demişler. Ancak bugün yaygın olarak kullanılan ismi “Tube”, yani “tüp”. Amblemi de tüm Ingiltere’de aynı. Yapan kim olursa olsun öyle farklı farklı amblemler, harfler falan kullanılmıyor
12 metro hattı var Londra’da. Sonuncusu geçen yıl açıldı. Kraliçe 2. Elisabeth’in tahttaki Platin Jubile (70.) Yılına izafeten adına Elisabeth Hattı denildi. Kraliçe vefat etmeden hemen önce Hattın açılışını yapabildi .
Bu hat Londra’yı batıdan doğuya doğru boylu boyunca katediyor.Kent dışındaki tren bağlantılarıyla da bu hatla Londra civarındaki yerleşim bölgelerine ulaşmak mümkün olabiliyor.
272 istasyona sahip Londra metro sistemi 400 kilometre civarındaki toplam hat ağı ile aslında uzunluk bakımından Dünyada 7.sırada. Ama iş yolcu sayısına gelince işin rengi değişiyor. Londra Metrosunda günde 28 milyon kişi seyahat ediyor. Trenler ortalama iki dakika ara ile geliyorlar istasyonlara. Bazı hatlar gece 24.00’te kapanırken, bazıları sabaha kadar çalışıyor.
Ne diyelim…darası başımıza.
Ne o ? sesim pek mi zayıf çıktı ?
………………….
Londa’nın sembollerinden biri de çift katlı, kırmızı otobüsleridir, bilirsiniz.
Peki, kentte kaç otobüs çalışıyor, kaç durak, kaç hat var, yılda ne kadar yolcu taşınıyor hiç merak ettiniz mi ?
Bizim büyük şehirlerimizdeki istatistikleri bilmiyorum am buradaki rakamlar hayret uyandıracak düzeyde.
Londra halkına geçen yıl 8 700 otobüs hizmet vermiş. Bu rakama havaalanı otobüsleri, tur otobüsleri, şehirler arası, uluslar arası otobüsler dahil değil.
Şehirde 675 otobüs hattı, 19 bin durak varmış. Metroyu hesaba katmasanız bile halka sağlanan ulaşım kolaylığına bakın. Benim oturduğum binanın önünden, yanından 6 otobüs hattı geçiyor. 500 metre mesafedeki Metro istasyonunda 5 metro hattı var. İstasyonun önündeki caddede de 7 otobüs hattı mevcut. Yani Londra’nın istediğim semtine toplu taşıma araçları ile kolayca ulaşabiliyorum. Hem de, yaşım icabı hiç ücret ödemeden.
Bu ulaşım kolaylığı sadece Londra için değil, daha az ölçüde olmakla beraber tüm İngiltere’deki yerleşim birimleri için de geçerli. Öyle ki geçen yıl kent içi otobüs kullananların sayısı 4.5 milyar yolcuyu aşmış. Bunun içinde Londra’nın payı 1.62 milyar .
Londra’da ilk kez 1828 yılında, atların çektiği otobüslerle ( o tarihlerde adına ‘omnibus” deniliyormuş ) işe başlanmış. 1902’de atların yerini motorlu araçlar almış. Bugün kent sokaklarında hiç benzinli araç kalmamış. Otobüsler artık, ya hibrit,ya elektrikli, ya da hidrojen gazı kullanıyor. 0 emisyon konusunda da Avrupa’da, Moskova’dan sonra ikinci sıraya yerleşmişler. Bizim büyük kentlerimizde durum nedir acaba ?
Peki bu otobüsleri kim alıyor, kim işletiyor, hele hele sistemi kim düzenliyor.(Hepsinde olmasa bile bir çok durakta kaç numaralı otobüsün kaç dakika sonra geleceğini gösteren ışıklı levhalar veya dokunmatik paneller var.Aynı hatta giden otobüslerin arası 8-12 dakikayı geçmiyor).
Londra’da “özel halk otobüsü” yok. Zira 1980 yılında Thatcher Hükümeti zamanında otobüsler zaten özelleştirilmiş. Aralarında yabancıların da bulunduğu bir çok şirket kısım kısım Londra otobüslerini işletiyor. “Özelleştirme” dedikse öyle “saldım çayıra, mevlam kayıra” durumu yok. Tüm özel şirketler sözleşme ile resmi makama bağlılar. Kafalarına estiği gibi zam yapma, rota değiştirme gibi haklara sahip değiller.
Resmi makam, önceleri Ulaştırma Bakanlığıymış. 2000 yılında bu yetki Londra Belediyesine devredilmiş.
Grevler dışında sistem tıkır tıkır işliyor. Hem şirketler, hem Belediye para kazanıyor. Sistem öylesine sağlam kurulmuş ki Hükümetler değişse de Belediye Başkanı değişse de, Belediye Meclisindeki sandalye dağılımı değişse de sistem değişmiyor. Bir başka ifade ile oturmuş, iyi ,işleyen sistem siyasete malzeme olmuyor, yapılamıyor.
Burada derin bir “aaah” çeksem ne demek istediğimi anlarsınız, değil mi ?
(Son vermeden bir iki ara Not yazmadan edemeyeceğim.
Eskiden otobüslerin üst katında sigara içilirdi. Tıpkı sinema salonlarının balkon kısımlarında olduğu gibi. Şimdi yasak. İyi ki yasak.
- Otobüslerin üst katında ayakta yolculuğa müsaade edilmez. Alt katta ise, öyle konserve kutusundaki sardalyalar gibi ayakta yolcu taşınmaz. Şoför, belirli sayıya ulaşıldığında ayakta yolcu almaz.
-Otobüslerde hanım yolcuları kimse “fort”lamaz, taciz etmez şoföre saldırmaz, kavga etmez.
-Yolcular ön kapıdan biner arka/orta kapıdan inerler. Kurala herkes uyar. Uymayanı uyarırlar.
-Yabancılar dışındaki yolcular inerken çoğunlukla şoföre “Thank you, driver” diye yüksek sesle teşekkür ederler.
- Bazı koltuklar yaşlılara ve hamile hanımlara ayrılmıştır. Yolcular ayakta kalsalar dahi bu yerlere oturmazlar.
-Yolcular otobüslerde, metrolarda kendinden büyüklere yer verirler.Gençler ve kendisini genç görenler uyuyormuş, dışarısını seyrediyormuş, elindeki telefona bakıyormuş, farkında değilmiş numarası yapmazlar.Ben yıllardır yaşadığım bu şehide metroda olsun, otobüste olsun ayakta yolculuk ettiğimi hatırlamıyorum.
Son örneği dün metroda yaşadım. En kalabalık istasyonlardan biri olan Piccadilly Circus’ta metroya bindim. Siyah şapkaları , siyah paltoları, şapkalarının iki yanından sarkan saç lüleleri ile oturan orta yaşlı iki yahudiden biri hemen kalkıp bana yerini verdi.Yine çok yoğun olan bir sonraki Oxford Caddesi istasyonundan bu kez başında el örmesi takkesi, üzerinde hırkası, şalvar gibi bol pantolonu ile, eli bastonlu ,ak sakallı ihtiyar bir dedecik bindi vagona. Yanımdaki diğer orta yaşlı yahudi derhal fırlayıp yerini verdi. Üstelik, elini göğsüne götürüp teşekkürünü ifade etmeye çalışan ihtiyarcığın kolundan tutup oturmasına yardım etti. (Ne diyeyim, insanlık din farklılıklarını hiç dikkate almıyor)
N’apalım ? Bu sefer hep birlikte derin bir “ Aaah” çekelim mi ?
Yazının başlığını “Haydi Gidelim Attaya” koyduk ama özel araçlara yerimiz kalmadı. O konuyu da gelecek yazıya bırakalım, isterseniz.