Yaşama içgüdümüzü tetikte tutan şey korkudur. Ne kadar bilimsel olduğunu bilmiyorum, okuduğum bir makalede her insanın farkında olmadan günde ortalama 6 kez ölümden döndüğü yazıyordu. Sağ kalmamız sakınma ve korkma becerimize bağlı olmalı. Delirip özgürleşenler, çılgınlık yapanlar korkunun esaretinden tehlikenin kucağına rahatça geçenlerdir. Tavsiye edilmez…
Kahramanlık ve aptallık arasında fark vardır. Ancak her iki özellik de bizi normal insanlardan daha sık tehlikeye atabilir. Günümüzde aldığımız riskler karşısında toplum tarafından kahraman ya da aptal ilan edilmemiz cesaretimizden çok ne yazık ki şansa bağlı.
Olağan koşullarda kimin cesur, kimin korkak, kimin kahraman kimin aptal olduğunu ayırt etmek mümkün olmaz. İçimizdeki cevher ancak tehlike anında ortaya çıkar.
Cesaret; riski ölçme, plan yapma yetisinden yoksun aptallarda da kahramanlardaki kadar bulunabilir. Her ikisi de ateşe atarken daha az korkup, daha çok risk alabilir. Bir aptalın kahraman olarak karşımıza çıkması bu deli cesaretinin sonucu ya da şans faktörüyle muhtemeldir. Ateşler ortasında kalırsam böyle bir cesarete sahip bir aptal yerine, analitik düşünebilen, ne yaptığını bilen bir kahraman tarafından kurtarılma umudumu korurum. Çünkü hayat süzme aptal Amerikalı dedektifin tüm kötü adamları mucize kabilinden hakladığı, tüm tehlikeleri savuşturduğu bir film değil.
Toplumumuzda her türlü riski hobi edinmiş bolca insan var. Tehlike bizim göbek adımız. Etraf kahraman kaynıyor sanılmasın. Şüpheli bir paket bulunduğunda oracıkta çekirdek çitleyerek olayı seyreden bir kalabalık peydahlanabilir. Hatta grup içinden birileri söz konusu paketi ayağıyla dürterek kahramanlık (?) yapabilir. Dere yatağına yığma bina kondurmak, kabak lastikli fazla yüklü kamyonla slalom yapmak, vızır vızır trafikte karşıdan karşıya geçmek, para karşılığı korunmasız seks yapmak, çocukların üstüne kapı kilitleyip komşuya kaçmak, statüsüne ailesine bakıp biriyle pat diye evlenmek, küt diye çocuk yapmak, biri benim hakkımı arar nasıl olsa diye düşünüp sendikasız çalışmak, partilere sadaka dağıtıyor diye oy vermek, uluslararası ilişkilerimizi liderlerin öfke ve egosuna bağlamak, mesleği öğretmenlik olmayanlara sınıf hatta bakanlık emanet etmek ne kadar cesur (!) olduğumuzun ispatı.
Ben aptalca cesur komşularımdan, seçmenlerden, politikacılardan ve öğretmenlerden ölesiye korkuyorum. Kişisel adamızda yaşamadığımıza göre her an birilerinin aldığı riskle sınanıyoruz. Toplumsal yaşantımızda deneysel takılanlar, şansına güvenenler, kendini çok akıllı ve bol şanslı sananlar yüzünden büyük tehlikeler içerindeyiz.
Ulusal önderlerin, büyük kahramanların ortak ve acıklı kaderi anlaşılamamak olmuştur. Yaşadıkları çağ için bir şans olsalar da, yoklukları doldurulamaz bir boşluk bırakır. Atatürk de bu uğursuz kaderi paylaşıyor. Onun dehasını hatırlayıp ne çok okuduğunu, dehasını bilgiyle beslediğini unuttuk, ilahi bir hediye kabul ettik. Siyasi, askeri başarıların müthiş bir planlama ve sonsuz bir çabanın sonucu olduğunu görmek istemedik, kısmet, kader, şans bildik. Atamızın kahramanlığının beşeri yetenekleri ve çabaları yanında gerçekçi korkularla örüldüğünü anlamak zorundayız. O zaman mikrofonda tükürükler saçan politikacıları, sağlık, eğitim, hukuk gibi hayati konularda anlık ve popülist kararlar alan bürokratları kahraman zannetmeyeceğiz.
Hayatta ve sağlıklı kalmamızı sağlayan korkularımızı sevmeliyiz. İhtiyacımız olan kahraman içimizde bir yerde. Onu cahil cesareti olan aptallarla karıştırmayalım.