Bu hususta gençlerle aramızda ihtilâf var.
Onlar “Eski sevgilim.” diyor, biz “ Sevgilim”
Onlar birkaç ayda bir, yeni aşklara yelken açıyorlar; bizler ise uçsuz bucaksız sevda okyanuslarında sığındığımız kalbe, bir ömür boyu demir atıyoruz.
Onlar bir ömürde,” Yüz kere, bin kere sevebileceklerini” sanıyorlar, bizler ise, bir kere sevmeyi bile, bir ömre sığdıramıyoruz.
Ömür sona ererse de, Aşık Veysel gibi, “Benim sadık yârim kara topraktır.” Deyip, toprağa sımsıkı sarılıyoruz.
Onlar için sevgili, dünde kalıyor, buza yazılan yazı gibi silinip kaybolup gidiyor.
Bizim sevgimiz buza yazılmaz, silinip gitmez.
Biz, sevgilinin güzelliğini sadece, o veya biz yaşarken dillere destan etmekle kalmayız, öldükten sonra da, Cahit Sıtkı gibi ”Kabir’de böceklere ezberletiriz.”
Bizimki, öyle bir sevdadır ki, mahşer günü bile, hesap vermenin korkusunu unutur, Sefa ile Merve arasında say yaparcasına,” Ortalığa düşer”, bir o yana, bir bu yana koşar ve onu arar, dururuz.”
Cahit Sıtkı gibi.
Bu sevdanın gücüyle buluruz birbirimizi , sonra ele ele tutuşur Allah’ın huzuruna dururuz.
Çılgınlık değil, sevdanın gücüdür bu..
Her ne kadar, “Aşk, el ele tutuşmaktır.” desek de, el ele tutuşanların, ellerinden kalplerine doğru sevginin sıcaklığı yol almıyorsa eğer, o beraberlik, bizimki gibi değil; bugünün gençlerininki gibi bir aşk olur.
Bunun için, onlar, ne giden sevgilinin ardından gözyaşı döker, ne toprakta yârin kokusunu duyar, ne kabirdeki böceklerle konuşurlar, ne mahşer günü birbirlerini arar, ne de orada kavuşmayı arzular.
Ne yazık ki, “tarihe karıştı eski sevdalar.” (F.N.Çamlıbel)