*yeniden
1999 Körfez Depremiyle hafızlara kazındı, unutturacak güzel günler görmediğimizden olacak
ruhumuz sağalmadı ve nihayet dilin yazgısına dönüştü; “sesimi duyan var mı?” Bu yazı 6 Şubat
Depremleri sonrası kaleme alınmış olsa da bir afet yazısı değil. Sözlük anlamıyla ve çağrışımlarıyla
enkazlardan çıkma yazısı, çünkü ses veriyoruz…
Pek çoğumuz –ben dahil- ülkenin kurtuluşu için eğitimi işaret ettik. Zamanla anladık ki adalet de
öncelikli, hatta sağlanmadığı bir ülkede eğitim gibi ekonomi, sağlık, huzur hak getire. Toplumların
(seçmenin) algıyla nasıl terbiye edildiğini tecrübe ettiğimiz şu bilgi çağında benim olmazsa olmaz
sıralamam değişti. Önce özgür, cesur basın diyorum! Bu cümleyi Dünya dillerine çevirip paylaşsak
saçmaladığımı düşünecek insanlar olur. Onların yaşadığı ülkelerde basın zaten özgür, cesaret
gerektiren haller afet bölgesinde kask, savaş muhabiriysen çelik yelek giymekle çözülüyor.
Belgeleriyle kanıtlanmış bir haberi yapmanın, sosyal medyada olsun paylaşmanın iddianamesiz
yıllarca hapis yatmaya neden olacağı yerler değil oralar. Oralar ne kadar da uzak düştü buralara,
yazık…
Depremler bizi bir kez daha yıkmadan önce biliyorduk, haber alamamak kadar daha fenası yanlış
haberler. Ki hayatımıza, geleceğimize mal oluyor. Tıpkı yanlış tedavi gibi, şifa olacağına öldürür hani
bazı. Egemen siyasetin basını işgal ve iğfal çabası boşuna değildi. Deprem gibi somut, ölçülebilir
olaylarda, verilerde dahi çarpıtma yapılmasında, yardımları geçelim kayıpların, yıkımların, hasarın
perdelenmesinde basın yandaşlığını bir kez daha görmedik mi? Enflasyon demiyorum, TÜİK
demiyorum, ölülerimiz diyorum! 20 Şubatta Hatay’ı bir kez daha vuran 6.8 lik deprem sonrası, “ilk
depremde yan yatan bina düzeldi” manşeti gördü bu gözler. Yazılı basında evet… Örtülü örtüsüz
ödeneklerle, reklam ve ilanlarla, yani vergilerimizle yüzümüze karşı büyük büyük yalanlar söyleyen b
asınınız batsın!.. Goebbels çakması besleme yalancılar, gazeteleriyle, televizyon ve radyolarıyla
hatta basın sözcüsü, danışmanı sıfatlarıyla resmi makamlardan bize yalan tükürüyor, yeter!
Şimdi biz eğiterek, adalet dağıtarak, tarım ve sanayide devrimler yaparak ülkeyi aydınlığa
kavuşturacağız ya hani, azmimiz ve heyecanımız buna dair ama, halka rağmen bunu yapabilir miyiz?
Hasta olduğuna inanmayan birini tedaviye ikna etmek gibi zor. Hastalığa ikna etsen de doktora değil
üfürükçüye koşacak hani. Buz gibi gerçek yerine yalana, hayale inanan bunca insan nereden çıktı?
Eğitildiler, evrimleştiler. Ve evrim her zaman ileriye doğru değildir, eğitim de yalnız okulda verilmez.
Zapladığın hemen her kanalda, kapına bazen ücretsiz bırakılan gazetelerde, reklam panolarında,
(resmi) basın bültenlerinde maruz kaldığın yalan yanlış bilgiler sersem eder insanı, sonra aptallaştırır.
Bilmek değil ezber etmek süreci başlar. En tepelerden en büyük yalanları aynı manşetlerle kafamıza
vura vura gerçeği çarpıtarak iktidarlarını daim kılma peşindeler. Biz doğrusunu yazmasak yalan
rakipsiz şampiyon, yani ki ringe çıkmak gerek. Haberciliği meslek etiğiyle yerine getirmekte direnen
nice gazeteci biliriz ki ya işsiz kaldı, ya açılan davalarla, yoksunluk ve yoksullukla direnmekte.
Yayın hayatına son veren nice gazete gibi rutin para cezalarına maruz bırakılan TV kanalları
anımızı yakıyor. Ama susar mıyız? Daha değil, çünkü ölmedik yahu…
Susmak ölüme dair. Yaşıyorsak nefes var, ses var. On binlerce canımızı daha yenice toprağa verdik,
binlercesini enkazdan bile çıkaramadık. Biz salimen kucaklayamadık onları, Mevlam rahmetiyle kucaklasın.
Dev bir taziye çadırına dönen ülkemizde payımıza hep sabır hep dua düştü. Yası da
yaşamayı da becermenin sınırlarındayız, zor...
Sesi duyulmuyor diye artık seslenmekten vazgeçen yaşayan ölüler de bizi üzer ama çare var. Bir kez
kulak kabartsak, fısıltı çığlığa dönüşür emin olun. Her haklı fısıltıyı yükseltmek, gerçek haberleri ve
gündemi duyurmak gazetelerin, basının işi. Öyleyse işe soyunalım yeniden…
* Daha Kurtuluş Savaşımızın başında, Sivas Kongresi’nin kararlarını halka duyurarak yayın hayatına
başlayan Hakimiyet-i Milliye -dil devrimiyle Ulus Gazetesi- yine yeniden yayında. Mustafa Kemal
Atatürk’ün yazdığı gazetede yazmak büyük onur, büyük sorumluluk. Gerçeğin düz aynası olmak,
Atatürk’ün, Falih Rıfkı Atay, Bülent Ecevit, Nihat Erim gibi nice değerimizin emaneti Ulus Gazetesi
aralıklarla da olsa yayında oldu, ilkelerinden taviz vermeden ses verdi. Hiçbir ara sonsuza kadar
sürmez, söz konusu Atamızın emanetiyse veda hiç olmaz. Yayındayız ve içinde bulunduğumuz ahvalin
namüsaitliğine bakmadan ses vereceğiz. Sesimizi kısamazlar, duyan oldukça…
21.02.2023
Cansel Güven
Öğretmen, akademisyen