Cansel GÜVEN-AES Onursal Başkanı
Köşe Yazarı
Cansel GÜVEN-AES Onursal Başkanı
 

BEN… BEN… BEN…

Türümüzün rekabeti spermin yumurtaya ulaşma çabasıyla başlıyor, mezara dek sürüyor. Sosyal bir canlı olsak da birlikte yaşamanın temelinde rekabet var. Konfor ve güven için, muhtaç olduğumuz kalabalıkta kaybolmamak için “ben” demek zorundayız. Kalabalıkla rekabet ve yalnızlık arasında orantı doğrusal.. Aynı orantı yaşam koşullarının güçlüğüyle de kurulabilir. Darwin kaynakların popülasyona yetmediği durumda güçlünün hayatta kalacağı, zayıfların eleneceğini iddia ederken bizi öngörmemiş olabilir ama siz uyarlayın. Ben demek hayatta kalmamızı sağlarsa da giderek artan şiddet ve duyarsızlık bize bencilliği abarttığımızı göstermiyor mu? Komşusunun felaketine sevinme eşiğinden, komşusunu dolandırdıktan sonra “ne yapayım o da kanmasaydı” çizgisi arasında fazla bir mesafe yok inanın.  Empati kuran, en azından biz, arada da SEN diyebilen bir insan zarar vermez, şahit olduğu acılara duyarsız kalmaz. Demek ki bir yerlerde insani duyarlıkları yitirdik. Acılara film izler gibi bakmak, görmemiş, duymamış gibi olmak kültürel ata mirasımızda yok. En azından yakın tarihe kadar yoktu. Bozulduk! Kendi ikbali dışında kaygısı olmayan, dokunmayan yılanlarla ahbaplık eden, eskisini bile muhtaç olandan sakınan, kellelere basa basa yükselenler türedi ve artmakta. Duyarlılık göstererek adil olmaya, başkası için de bir şeyler yapmaya çalışan azınlığa “enayi” deniyor artık. Siyasi ve etnik tabanda ayrışma ise korkunç boyutlara erişti, temel insan haklarında bile turnusol oluyor. Adalet isteyen bizdense kabarıyor, değilse sönüyoruz. Birlikte sorun çözmek adına kurulmuş sivil bir örgütün yöneticisi olarak kriz anlarında farklı reaksiyon gösteren insan fotoğrafları çekebilme fırsatım oldu. Yaşadığım en çarpıcı deneyimler süreç içinde saf değiştirenlere dair. Düne kadar “önce sözleşmeliler” diyen üye kadroya geçtiğinde “onlar da kadroya geçseydi, ne olacak bizim tayin işi” diye tepinir, tayin olur idarecilik kovalar, müdür olunca idareci sorunları dışında bir şey konuşma ister vs vs. Sorunu yalnızca onu yaşayan önemsiyorsa çözüme ulaşmak güçleşir, ahbaplık ettiğimiz yılan gün gelip bizi sokar oysa. İyi yaşamak için yarışmak zorundaysak da bunun adil olması önemli. Öne geçmek için bir fırsat bulduğumuzda, konfor için taviz gerektiğinde nasıl davranıyoruz soru bu. Hiç kimse sınanmadan ahlaklı sayılmamalı. Aslında kim olduğunuz ahlakınıza fiyat biçilip ödül konulduğunda belli olur. Yaşam eğer savaşsa, bu savaşta her şey mübah mıdır? İşimizle, eşimizle, devletle kurduğumuz ilişkide ayrıcalık, biraz daha konfor masadayken etik değerlerimiz kaçtan gidiyor? Atın alyansını aniden gümüşüyle değiştiren, hızla hidayete ererek cumaya gitmeye başlayan, on yıllık sendikasını sarısıyla takas edenleri gördüm. Makam ve yetkiyle ödüllendirildiler. Vicdanları kör, dilleri sağır, sahibinin sesi “adam” oldular… Şimdi ahlaklı ve ilkeli olmak aptallık sayılsa da, satın alınamaz olmaya paha biçilemez. “ÖNCE BEN” diyenin az sonra “YALNIZ BEN” demesi ve ilahi bir yanıt gibi (artık en tepede bile olsa) YALNIZ kalması kaçınılmaz.  İnsan tüm benleriyle kalabalık, asıl onlarla iyi geçinmeli. Vicdan insanın içindeki tanrıdır demiş Victor Hugo. Yasaya, yargıya, topluma değilse de, içindeki tanrıya verilecek hesabı olmayana ne mutlu… Cansel Güven 1 Temmuz 2024
Ekleme Tarihi: 01 Temmuz 2024 - Pazartesi

BEN… BEN… BEN…

Türümüzün rekabeti spermin yumurtaya ulaşma çabasıyla başlıyor, mezara dek sürüyor.

Sosyal bir canlı olsak da birlikte yaşamanın temelinde rekabet var. Konfor ve güven için, muhtaç olduğumuz kalabalıkta kaybolmamak için “ben” demek zorundayız.

Kalabalıkla rekabet ve yalnızlık arasında orantı doğrusal.. Aynı orantı yaşam koşullarının güçlüğüyle de kurulabilir. Darwin kaynakların popülasyona yetmediği durumda güçlünün hayatta kalacağı, zayıfların eleneceğini iddia ederken bizi öngörmemiş olabilir ama siz uyarlayın.

Ben demek hayatta kalmamızı sağlarsa da giderek artan şiddet ve duyarsızlık bize bencilliği abarttığımızı göstermiyor mu? Komşusunun felaketine sevinme eşiğinden, komşusunu dolandırdıktan sonra “ne yapayım o da kanmasaydı” çizgisi arasında fazla bir mesafe yok inanın.  Empati kuran, en azından biz, arada da SEN diyebilen bir insan zarar vermez, şahit olduğu acılara duyarsız kalmaz. Demek ki bir yerlerde insani duyarlıkları yitirdik. Acılara film izler gibi bakmak, görmemiş, duymamış gibi olmak kültürel ata mirasımızda yok. En azından yakın tarihe kadar yoktu. Bozulduk!

Kendi ikbali dışında kaygısı olmayan, dokunmayan yılanlarla ahbaplık eden, eskisini bile muhtaç olandan sakınan, kellelere basa basa yükselenler türedi ve artmakta. Duyarlılık göstererek adil olmaya, başkası için de bir şeyler yapmaya çalışan azınlığa “enayi” deniyor artık. Siyasi ve etnik tabanda ayrışma ise korkunç boyutlara erişti, temel insan haklarında bile turnusol oluyor. Adalet isteyen bizdense kabarıyor, değilse sönüyoruz.

Birlikte sorun çözmek adına kurulmuş sivil bir örgütün yöneticisi olarak kriz anlarında farklı reaksiyon gösteren insan fotoğrafları çekebilme fırsatım oldu. Yaşadığım en çarpıcı deneyimler süreç içinde saf değiştirenlere dair. Düne kadar “önce sözleşmeliler” diyen üye kadroya geçtiğinde “onlar da kadroya geçseydi, ne olacak bizim tayin işi” diye tepinir, tayin olur idarecilik kovalar, müdür olunca idareci sorunları dışında bir şey konuşma ister vs vs. Sorunu yalnızca onu yaşayan önemsiyorsa çözüme ulaşmak güçleşir, ahbaplık ettiğimiz yılan gün gelip bizi sokar oysa.

İyi yaşamak için yarışmak zorundaysak da bunun adil olması önemli. Öne geçmek için bir fırsat bulduğumuzda, konfor için taviz gerektiğinde nasıl davranıyoruz soru bu. Hiç kimse sınanmadan ahlaklı sayılmamalı. Aslında kim olduğunuz ahlakınıza fiyat biçilip ödül konulduğunda belli olur.

Yaşam eğer savaşsa, bu savaşta her şey mübah mıdır? İşimizle, eşimizle, devletle kurduğumuz ilişkide ayrıcalık, biraz daha konfor masadayken etik değerlerimiz kaçtan gidiyor?

Atın alyansını aniden gümüşüyle değiştiren, hızla hidayete ererek cumaya gitmeye başlayan, on yıllık sendikasını sarısıyla takas edenleri gördüm. Makam ve yetkiyle ödüllendirildiler. Vicdanları kör, dilleri sağır, sahibinin sesi “adam” oldular…

Şimdi ahlaklı ve ilkeli olmak aptallık sayılsa da, satın alınamaz olmaya paha biçilemez. “ÖNCE BEN” diyenin az sonra “YALNIZ BEN” demesi ve ilahi bir yanıt gibi (artık en tepede bile olsa) YALNIZ kalması kaçınılmaz.  İnsan tüm benleriyle kalabalık, asıl onlarla iyi geçinmeli. Vicdan insanın içindeki tanrıdır demiş Victor Hugo. Yasaya, yargıya, topluma değilse de, içindeki tanrıya verilecek hesabı olmayana ne mutlu…

Cansel Güven

1 Temmuz 2024

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (1)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve ulusgazetesi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Çoruh’un Kızı Ümran Dağaşan Özlük.
(02.07.2024 22:46 - #1576)
Sevgili hanımefendi,günümüz insan figürünü,çok güzel analiz etmişsiniz.Butun mevzu bir yumurta ve 120 milyon spermin varış noktasına başlayan yarısı....Hayat böyle bir sey...Zamanımızda genelleme yapmayayım ama,insanlar turnusol kağıdına benzer oldular Suya girmeyi bırakın uzaktan görünce hemen soluyor.Ilkeli insan az .Bir olay karsisinda 'ben,sen o yerine ,BIz olabilen cok az Herkes egosentrik ve ben merkezli.Bana değmeyen yılan bin yıl yaşasın felsefesi toplumda hakim.Kaleminize sağlık. Tesekkur ederim
Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve ulusgazetesi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
(0) (0)
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.