8-10 sene kadar önceydi. Türünün en iyi örneklerinden sayılan bir film beyazperde dünyasına çıktı ve birbiri ardından sayısız ödüller kazandı. Orijinal ismi “Bridge of Spies” olan bu film Türkiye’de de “Casuslar Köprüsü” adı ile gösterime girdi.
Filmin başrolünde…..neydi yahu adamın ismi? Hani şu Forrest Gump filminde oynayan aktör….hatırlayamadım. Aranızda hatırlayan varsa ne ala. Gerek teknoloji özürlü olduğumdan, gerek gözlerimdeki sorun nedeniyle öyle gugıl mugıl kullanamadığımdan ben ona Forrest Gump diyeceğim……idare edin işte.
Soğuk Savaş döneminde geçen ve senaryosu gerçek olaylara dayanılarak yazılan filmde New York’lu bir avukatın (Forrest Gump) ABD’da yakalanan bir Sovyet casusu ile Rus hava sahası içinde uçağı vurularak düşürülen ve casusluk suçlamasıyla hapise atılan bir Amerikan pilotunun Doğu Berlin'de bir köprü üzerinde takas edilmesinde yaptığı aracılığın hikayesi anlatılmaktaydı.
Bizim açımızdan filmi ilginç yapan husus ,Gary Powers isimli Amerikalı pilotun kullandığı U-2 casus uçağının Türkiye’den havalanmış olması gerçeğiydi.
…………………………
Muhasımlar arasında sadece casuslar değil savaş esirleri de takas edilir. Bunun son örneklerinden birini yaklaşık 2 yıl önce yaşadık. Rusya ile Ukrayna, Türkiye’nin arabuluculuğunda esir düşen 200 küsur askeri takas ettiler. 55 Rus askerine karşı 215 Ukrayna askeri ülkelerine gönderildi….başarıda diğer makamlar yanı sıra MİT’nın da payı kuşkusuz önem taşıyordu.
………………………..
Casus ve esir takası yanısıra bir de “tutuklu” takası var. Bir yanda 5 Batılı devlet, diğer yanda Rusya ve Belarus, uzun süren ancak bizim yer almadığımız zorlu pazarlıklar sonucunda 26 “tutuklunun” takas edilmesi hususunda mutabakata vardılar. “Tutuklular” arasında casuslar da vardı, siyasi muhalifler de, adi suçlular da. Değişim ,Ağustos ayı başında, Türkiye’de, MİT’in başarılı organizasyonu ile gerçekleştirilidi. 13 tutuklu Almanya’ya, 3 tutuklu ABD’ne, 10 tutuklu da Rusya ve Belarus’a gönderildi.
…………………….
Sizlere, üç farklı grubun bizimle de ilgisi bulunan takasından bahsettim: casusların,esirlerin, tutukluların takasından. Bunların örneklerine tarih içinde birçok kere rastlanır.
Takas edilen bir grup daha var ki, örnekleri çok ender görülür. Bu yazı çerçevesine sokmamın nedeni, sözkonusu takasın da yurdumuzda gerçekleştirmiş olması ve başrolünde Türkiye’nin bulunması…..
Ayıptır söylemesi……..olayda benim de ……..”ucundan azıcık” katkım var.
Bu takas başka takas…….Bu takas……”Diplomat Takası”.
Hadi başlayalım.
………………..
1986-1993 yılları arasında Bağdat Büyükelçiliğimizde görevliydim.
Bu dönem sırasında Irak-İran Savaşı, Kuveyt’in Irak tarafından işgali, 1.Körfez Savaşı ve arkasından gelen Ambargo dönemini Iraklılarla birlikte yaşadım. Görev yaptığım 7 yıl boyunca Bağdat’a sayısız füze, bomba yağdı, uçak saldırıları yapıldı, kent harap edildi, elektrik, su ve sair altyapı tesileri havaya uçuruldu, elektriksiz susuz kalındı, kanalizasyon sistemi çöktü, Ambargo neticesinde açlık tehlikesi başgösterdi, salgın hastalıklar arttı, yüzbinlerce insan hayatını kaybetti, bedensel ve ruhsal olarak sakat kaldı.
Amacım savaşın kötülüklerini, getirdiği felaketleri anlatmak değil, konumuzla ilgili olarak ortaya çıkardığı ilginç olayları sizlerle paylaşmak.
Irak ile İran 1980’den başlayarak 8 küsur yıl birbirleri ile savaştılar Her iki taraf ta büyük kayıplarına karşılık beş paralık kazanç elde edemediler. Yüzbinlerce insanın ölümüne, bir o kadarının da yaralanmasına, her iki ülkenin de ekonomik, toplumsal yapısının sarsılmasına yol açan savaş sonunda elde edilen sonuç “sıfıra sıfır,elde var sıfır”dan farklı olmadı. Vay gidenlere, vay yitirilenlere.
Savaşın sonlarına yaklaşıldığı dönemde Irak Hariciyesi Büyükelçiliğimize hem ilginç (komik mi deseydim acaba ?)bir bilgi verdi, hem de iki istekte bulundu.
Irak tarafı, bunca yıldır harp ettikleri ve İran’asavaş açmayı unuttuklarını bildiriyor , daha fazla vakit kaybetmeksizin karşı tarafa savaş ilan edecekleri ve diplomatik ilişkileri kesecekleri bilgisini veriyordu.
“ Üsküdar'da sabah olduktan sonra” savaş açmanın nihayet akıllarına geldiği bilgisini vermelerinin nedenini, yani “Vehbi’nin kerrakesini”, bizden istediklerini öğrenince anladık.
İran da, Irak da savaşın başlamasını müteakip birbirlerinin başkentlerindeki büyükelçiliklerini kapatmamışlar, hem maslahatgüzarlık seviyesine indirmişler, hem de kadro azaltmasına gitmişlerdi.Ardından da Büyükelçiliklerdeki personeli karşılıklı olarak enterne etmişlerdi. Bizden istedikleri, Tahran’daki Büyükelçiliklerinde bulunan diplomatlarının tahliye edilerek Irak’a dönmelerini sağlamamız hususunda devreye girmemizdi. Tabii, karşılık olarak onlar da Bağdat’taki İran Büyükelçiliğinde enterne edilmiş bulunan diplomatları serbest bırakacak, ülkelerine dönmelerine müsaade edeceklerdi.
“Wow, Oh my God” Şekerim………
…………”Van münit” , bu “Diplomat Takası” değil de nedir ?
İkinci isteğe gelince, Tahran’daki büyükelçilikleri kapatılıp personel tahliye edildikten sonra Irak’ın İran’daki çıkarlarının korunması işlevini Türkiye’nin, yani bizim oradaki Büyükelçiliğimizin üstlenmesini istiyorlardı.
Savaş veya bir başka nedenle aralarında diplomatik ilişkiler bulunmayan veya kesilen ülkelerin kendi çıkarlarını korumak ve kollamak için başka ülkeleri yetkilendirmeleri diplomatik ilişkilerde sıkça uygulanan bir yöntemdir.
Hatta, ben Bağdat’tayken, bir ara diplomatik ilişkileri kesilen Mısır’ın Irak’taki çıkarlarını koruma görevi bir süreliğine Büyükelçiliğimize verilmişti.
Durumu ivedilikle Dışişleri Bakanlığımıza ile ileteceğimiz karşılığını verdik ama bu arada İranlıların da “mütekabiliyet ilkesi” doğrultusunda Irak’taki çıkarlarının korunması mesuliyetini Türkiye’ye veya bir başka ülkeye vermeyi talep edebileceklerini hatırlattık.
Türkiye olması halinde kabul edeceklerini, bir başka ülkenin adı telaffuz edildiği taktirde durumu yeniden düşüneceklerini belirttiler.
Irak tarafının istekleri, Savaşın başından beri her ikisiyle de sınır komşusu olmamıza rağmen tarafsız kalkan üklemize ne kadar güvendiklerini, saygı duyduklarını göstermekteydi. İran da aynı düşüncedeyse işin olmasının önünde engel bulunmayacaktı.
Haydaa…kabul edildiği takdirde hem “Diplomat Takası”nın bir ayağını Bağdat’ta , biz organize edecek, hem de Irak'ın düşmanı İran’ı burada biz temsil edecektik.
Bizdeki şansa bakın. Öyle ya, bu nadir imtiyaz kaç diplomata nasip olurdu ki.
Heyecanla Ankara’dan gelecek yanıtı beklemeye başladık
…………………..
Beklediğimiz cevap gecikmedi. Ankara Tahran ile temasa geçmiş ve onların da mutabakatını almıştı.
Önce Diplomat Takasını yapacak ardından da Bağdat’taki ve Tahran’daki Büyükelçiliklerimiz savaşan tarafların çıkarlarını karşılıklı ülkelerde korumak görevini ve mesuliyetini üstleneceklerdi.
Bu görevi yürütürken başımıza gelenleri, karşılaştıklarımızı, konumuz dışında olduğu için bir kenara bırakıp şu “Diplomat Takası” olayını anlatmak istiyorum
………………….
Irak Hariciyesine haber verdikten sonra peşime takılan Muhaberat (Gizli Servis) mensuplarının takibinde Bağdat'taki İran Büyükelçiliğine gittim.
Tahran, geleceğimi Büyükelçiliktekilere haber vermişti.
Binayı sarmış olan Irak askerlerinin arasından geçerek bahçe kapısını çaldım. Uzun uğraşlar sonucunda açabildiler. Yıllardır kapalı olan demir kapıyı açmakta oldukça zorlanmışlardı. Karşımda, saçı sakalı birbirine karışmış, avurtları çökmüş, kaburgaları sayılan, yanlarında Gandi’nin dahi obez kalacağı 12 adam duruyordu.
12 İran diplomatı.,
Eminim, Tahran’daki Irak Büyükelçiliğimize giden meslektaşım da benzer bir görüntüyle karşılaşmışlardır.
İranlı diplomatlar zamanında muhteşem bir yapı olduğu anlaşılar yarı harap Büyükelçilik binasında ve etrafındaki kocaman bahçe içinde yıllardır hapis, esir hayatı yaşamışlardı.
Suları kesikti. İhtiyaçlarını bahçedeki iki-üç emme-basma tulumbadan temin etmişlerdi.
Elektrikleri yıllardır yoktu. (O tarihlerde güneş veya rüzgar enerjisi teknolojisi olmadığından, yahut gelişmemiş bulunduğundan) Tahran ile haberleşmelerini el ile çevrilen ilkel dinamodan sağlamışlardı.
Ya yiyecek durumu ?
Bahçeyi ekip biçmişlerdi, ellerinden geldiğince.
Bir süre sahip oldukları tavuklar teker teker ölünce protein ihtiyacı karşılamak amcayla kuş avcılığına başlamışlardı.
Nasıl yaptıklarını gösterdiler.
Çatı katındaki pencerelerin camlarının çıkarmışlar, içine, elde ördükleri ağları germişlerdi. Ağlara taktıkları bir kaç meyva kuşları celbetmeye yetiyordu (Bahçede bazı meyva ağaçları yanısıra besin değeri oldukça yüksek bir çok hurma ağacı mevcuttu).
Yanımda getirme akıllığını nasılsa gösterdiğim yufka ekmeklerini alırken mahçubiyetten başlarını öne eğmişlerdi. Aslında mahçup olmalarını gerektiren hiçbir şey yoktu. Onlar ve eminim ki Tahran’daki ıraklı diplomatlar, görevlerini yerine getirmek için diğer hususları teferruat addeden “monşerler”di. Tıpkı, aynı fedakarlığı yapan veya yapmakta tereddüt etmeyecek Türk “monşerleri” gibi.
Son paragrafı yazarken kullandığım şu “monşer” ifadexine biraz üzüldüm, biraz sinirlendim, biraz kızdım.
En iyisi burada keseyim. Devamını ve takasın nasıl gerçekleştirildiğini bir sonraki yazımda anlatırım artık.