DURUŞ - Ünal Çeviköz - E.Büyükelçi-TBMM 27.Dönem Milletvekili
Köşe Yazarı
DURUŞ - Ünal Çeviköz - E.Büyükelçi-TBMM 27.Dönem Milletvekili
 

DIŞ POLİTİKA İÇ POLİTİKAYA ALET EDİLİNCE...

Türkiye'nin dış politika uygulamalarında son yirmi yılın en önemli  gelişmesi, dış politika konusunda asıl faaliyet gösteren, mesleğe girişlerinden itibaren emekliliklerine kadar uzmanlaşmayı sürdüren, meslek içi eğitim ile olgunlaşan Dışişleri Bakanlığı çalışanlarının, dış politika yapımındaki rollerinin olabildiğince zayıflatılması olmuştur.  Önceleri Büyükelçi unvanlı kişilere "monşer" lakabı takılmış, asıl anlamı bilinmeksizin bu kelime bir tür küçümseme sıfatı gibi kullanılmıştır. Yurt dışına gönderilen parti temsilcileri ve heyetleri, gittikleri ülkedeki Türkiye Büyükelçiliklerine kimi zaman bu ziyaretlerinden haber ve bilgi vermemişler, ziyaretleri hakkında bilgi alındığında da Büyükelçiliklere uğramamayı ve faaliyetleri hakkında bilgi vermemeyi tercih etmişlerdir.  Bu davranış Büyükelçiliklerin görev yaptıkları ülke nezdindeki itibarını sarsmış, kabul eden ülke, diplomatik bir temsilcilik varken onlardan farklı olarak kendileriyle temas etmek isteyen bu beklenmedik ziyaretçilerin maksadının ve gündeminin farklı olması nedeniyle kime inanacakları konusunda sıkıntı çekmişlerdir. Yurt dışına giden yüksek düzeyli heyetlerin başkanları, muhatapları ile yaptıkları resmi görüşmelerdeki heyetlerinde o ülkede görev yapan Büyükelçilere yer vermemeyi tercih etmişler, yanlarına daha ziyade parti temsilcilerini veya sadece tercümanlarını alarak resmi görüşmelerini sürdürmüşlerdir. Bu davranış da diplomatik temsilcilerimizin bulundukları ülkede yaptıkları görev bakımından inanılırlıklarını ve güvenilirliklerini olumsuz etkilemiştir. Zamanla, yurt dışındaki temsilciliklerimize siyasi atamalar da yoğunlaşmıştır. Bugün yurt dışında Büyükelçi unvanı ile görev yapan temsilcilerimizin sayısının neredeyse beşte birine yakını, liyakat yerine iktidar çevrelerine yakınlıkları, iktidar kadrolarında vaktiyle görev yapmış olmaları, bu görevleri sırasında iktidara sadakatlerini kanıtlamış olmaları sayesinde göreve getirilmiş şahsiyetlerle doludur. Bunlara siyasi atamalar deniyor. Son zamanlarda siyasi atamalar o kadar çoğaldı ki, bu paragrafta sözü edilen sözde niteliklere sahip olanlar ne zaman kendilerine de bir Büyükelçilik görevinin verileceğini beklemeye başladılar. Bir süre sonra bu şahsiyetlere atfedilen değer de abartılarak aslında onların meslekten gelen Büyükelçilerden daha da başarılı oldukları dahi ileri sürülebildi. Neden başarılı addedilmesinler ki? Bu yazının başından itibaren belirttiğimiz gelişmeler dış politikanın aslında iktidarın iç politika hedeflerine yönelik şekilde kullanılmasını da kaçınılmaz kılmış, söz konusu zevat uluslararası ilişkiler tarihini, uluslararası hukuku, uluslararası sistemin özelliklerini bilmeksizin iktidarın sesi olmanın ötesinde bir beceri gösterememişlerdir. Kimilerinin yabancı dil bilgileri konuşmalarında komik duruma düşmelerine sebep olmuş, kimileri görüşmelerine tercümansız gidemez olmuşlardır. Bu tür atamalarla göreve giden "Büyükelçi" unvanlı şahsiyetlerin bazı durumlarda Türkiye'nin yurt dışında önemli ticari ilişkilerini yürüten tanınmış firmalarımız yerine iktidara yakınlığıyla tanınan yandaş kuruluşları destekledikleri dahi duyulmuştur. Türkiye'de yapılan seçimlerde yurt dışında oy kullanan vatandaşlarımızla yaptıkları görüşmelerde iktidar partisine oy verilmesi için teşvik edici konuşmalar yapan Büyükelçiler dahi olmuş, bu davranışın devlet görevinin ahlaki çerçevesinin dışına çıkmak olduğunu, devlet yerine parti çıkarlarını savunduklarını kavrayamayacak ya da göz ardı edecek kadar ileri gidenlere de rastlanmıştır.  Kolay değil. Dışişleri Bakanlığı'nda görev yapan diplomatlar bakanlığa bir giriş sınavı ile seçilerek girip, meslek içinde yine bir sınav ile yükselip, her görevlerinde belli bir deneyim ve birikim ile mesleklerinde kademe kademe ilerleyen kişilerdir. Siyasi atamalar ise bu kademelerden geçmedikleri gibi, diplomasi mesleğinin inceliklerine vakıf olmadıklarından, bir olay karşısında nasıl davranacaklarını, ne tepki vereceklerini de bilememenin sıkıntısını çekerler. Dış politikanın iç politikaya alet edilmesinin sonuçlarından biri de, siyasi şahsiyetlerin dış politika konularını iç politikada prim yapmak, belli duygulara hitap ederek halkı heyecanlandırmak ve o duygular üzerinden verdikleri tepkileri yönetmek için kullanmalarıdır.  İktidardakiler olsun muhalefettekiler olsun, siyasi şahsiyetler dile getirdikleri görüşlerin sadece yurt içinde duyulduğunu sanırlar. Oysa Türkiye'deki yabancı temsilciliklerin görevi, Türkiye'de her olan biten hakkında kendi makamlarına bilgi vermektir. Bu bilgi aktarılırken, söylenen sözler söylendiği şekliyle aktarılır ve temsilciliğin başkentinde de o haliyle okunur. Söz bir kere söylenmiştir. Bunun iç politika maksadıyla söylendiğini savunmak yersizdir zira bir dış politika konusunun iç politikada ayrı, dış politikada ayrı anlama geldiğini anlatabilmek de zordur. Dolayısıyla, söylenen söz söylendiği haliyle okunur.  Örneğin, Sayın Cumhurbaşkanı'nın "Biz nasıl Karabağ'a girdikse, nasıl Libya'ya girdikse, İsrail'e de gireriz" şeklindeki sözlerini hiç bir yabancı diplomata anlatmak ve ne anlama geldiği şeklinde bir yorum yapabilmek mümkün değildir. Yabancı diplomat bu ifadeyi İsrail'e bir tür savaş tehdidi olarak okur ve başka hiç bir anlam da yüklemez. Peki, o zaman her hangi bir ülkedeki Türkiye Büyükelçisi bulunduğu ülke makamları tarafından "bu ne demek?" sorusuyla karşılaştığında ne diyebilir? "Canım, bu savaş tehdidi değil ki, misafirliğe gideriz demektir" diyecek hali yok ya! O zaman iş ister istemez İsrail'in Gazze'de sürdürdüğü katliama gelecek, temsilcimiz bu katliam konusunda iktidarın söylemlerini kullanarak muhataplarını ikna etmeye ve Türkiye'nin bu nedenle bir savaşı göze aldığını haklı göstermeye çalışacak, yani söylenen sözün aslında  iç politika maksatlı olmadığını anlatacaktır. "Hayır efendim, bu iç politikaya yöneliktir" diyecek hali olmadığı gibi, öyle dese bile muhatabının bunu anlama imkanı yoktur. İç politika için savaşa gidilir mi? Dışişleri Bakanı'nın bir süre önce Türkiye'nin üçüncü dünya savaşına hazır olduğunu söylediği hatırlandığında, "acaba üçüncü dünya savaşını başlatan da biz mi olacağız" diye düşünmemek elde değil. Gel de enseyi karartma.  
Ekleme Tarihi: 30 Temmuz 2024 - Salı

DIŞ POLİTİKA İÇ POLİTİKAYA ALET EDİLİNCE...

Türkiye'nin dış politika uygulamalarında son yirmi yılın en önemli  gelişmesi, dış politika konusunda asıl faaliyet gösteren, mesleğe girişlerinden itibaren emekliliklerine kadar uzmanlaşmayı sürdüren, meslek içi eğitim ile olgunlaşan Dışişleri Bakanlığı çalışanlarının, dış politika yapımındaki rollerinin olabildiğince zayıflatılması olmuştur. 

Önceleri Büyükelçi unvanlı kişilere "monşer" lakabı takılmış, asıl anlamı bilinmeksizin bu kelime bir tür küçümseme sıfatı gibi kullanılmıştır. Yurt dışına gönderilen parti temsilcileri ve heyetleri, gittikleri ülkedeki Türkiye Büyükelçiliklerine kimi zaman bu ziyaretlerinden haber ve bilgi vermemişler, ziyaretleri hakkında bilgi alındığında da Büyükelçiliklere uğramamayı ve faaliyetleri hakkında bilgi vermemeyi tercih etmişlerdir. 

Bu davranış Büyükelçiliklerin görev yaptıkları ülke nezdindeki itibarını sarsmış, kabul eden ülke, diplomatik bir temsilcilik varken onlardan farklı olarak kendileriyle temas etmek isteyen bu beklenmedik ziyaretçilerin maksadının ve gündeminin farklı olması nedeniyle kime inanacakları konusunda sıkıntı çekmişlerdir.

Yurt dışına giden yüksek düzeyli heyetlerin başkanları, muhatapları ile yaptıkları resmi görüşmelerdeki heyetlerinde o ülkede görev yapan Büyükelçilere yer vermemeyi tercih etmişler, yanlarına daha ziyade parti temsilcilerini veya sadece tercümanlarını alarak resmi görüşmelerini sürdürmüşlerdir. Bu davranış da diplomatik temsilcilerimizin bulundukları ülkede yaptıkları görev bakımından inanılırlıklarını ve güvenilirliklerini olumsuz etkilemiştir.

Zamanla, yurt dışındaki temsilciliklerimize siyasi atamalar da yoğunlaşmıştır. Bugün yurt dışında Büyükelçi unvanı ile görev yapan temsilcilerimizin sayısının neredeyse beşte birine yakını, liyakat yerine iktidar çevrelerine yakınlıkları, iktidar kadrolarında vaktiyle görev yapmış olmaları, bu görevleri sırasında iktidara sadakatlerini kanıtlamış olmaları sayesinde göreve getirilmiş şahsiyetlerle doludur. Bunlara siyasi atamalar deniyor. Son zamanlarda siyasi atamalar o kadar çoğaldı ki, bu paragrafta sözü edilen sözde niteliklere sahip olanlar ne zaman kendilerine de bir Büyükelçilik görevinin verileceğini beklemeye başladılar. Bir süre sonra bu şahsiyetlere atfedilen değer de abartılarak aslında onların meslekten gelen Büyükelçilerden daha da başarılı oldukları dahi ileri sürülebildi.

Neden başarılı addedilmesinler ki? Bu yazının başından itibaren belirttiğimiz gelişmeler dış politikanın aslında iktidarın iç politika hedeflerine yönelik şekilde kullanılmasını da kaçınılmaz kılmış, söz konusu zevat uluslararası ilişkiler tarihini, uluslararası hukuku, uluslararası sistemin özelliklerini bilmeksizin iktidarın sesi olmanın ötesinde bir beceri gösterememişlerdir. Kimilerinin yabancı dil bilgileri konuşmalarında komik duruma düşmelerine sebep olmuş, kimileri görüşmelerine tercümansız gidemez olmuşlardır.

Bu tür atamalarla göreve giden "Büyükelçi" unvanlı şahsiyetlerin bazı durumlarda Türkiye'nin yurt dışında önemli ticari ilişkilerini yürüten tanınmış firmalarımız yerine iktidara yakınlığıyla tanınan yandaş kuruluşları destekledikleri dahi duyulmuştur. Türkiye'de yapılan seçimlerde yurt dışında oy kullanan vatandaşlarımızla yaptıkları görüşmelerde iktidar partisine oy verilmesi için teşvik edici konuşmalar yapan Büyükelçiler dahi olmuş, bu davranışın devlet görevinin ahlaki çerçevesinin dışına çıkmak olduğunu, devlet yerine parti çıkarlarını savunduklarını kavrayamayacak ya da göz ardı edecek kadar ileri gidenlere de rastlanmıştır. 

Kolay değil. Dışişleri Bakanlığı'nda görev yapan diplomatlar bakanlığa bir giriş sınavı ile seçilerek girip, meslek içinde yine bir sınav ile yükselip, her görevlerinde belli bir deneyim ve birikim ile mesleklerinde kademe kademe ilerleyen kişilerdir. Siyasi atamalar ise bu kademelerden geçmedikleri gibi, diplomasi mesleğinin inceliklerine vakıf olmadıklarından, bir olay karşısında nasıl davranacaklarını, ne tepki vereceklerini de bilememenin sıkıntısını çekerler.

Dış politikanın iç politikaya alet edilmesinin sonuçlarından biri de, siyasi şahsiyetlerin dış politika konularını iç politikada prim yapmak, belli duygulara hitap ederek halkı heyecanlandırmak ve o duygular üzerinden verdikleri tepkileri yönetmek için kullanmalarıdır. 

İktidardakiler olsun muhalefettekiler olsun, siyasi şahsiyetler dile getirdikleri görüşlerin sadece yurt içinde duyulduğunu sanırlar. Oysa Türkiye'deki yabancı temsilciliklerin görevi, Türkiye'de her olan biten hakkında kendi makamlarına bilgi vermektir. Bu bilgi aktarılırken, söylenen sözler söylendiği şekliyle aktarılır ve temsilciliğin başkentinde de o haliyle okunur. Söz bir kere söylenmiştir. Bunun iç politika maksadıyla söylendiğini savunmak yersizdir zira bir dış politika konusunun iç politikada ayrı, dış politikada ayrı anlama geldiğini anlatabilmek de zordur. Dolayısıyla, söylenen söz söylendiği haliyle okunur. 

Örneğin, Sayın Cumhurbaşkanı'nın "Biz nasıl Karabağ'a girdikse, nasıl Libya'ya girdikse, İsrail'e de gireriz" şeklindeki sözlerini hiç bir yabancı diplomata anlatmak ve ne anlama geldiği şeklinde bir yorum yapabilmek mümkün değildir. Yabancı diplomat bu ifadeyi İsrail'e bir tür savaş tehdidi olarak okur ve başka hiç bir anlam da yüklemez. Peki, o zaman her hangi bir ülkedeki Türkiye Büyükelçisi bulunduğu ülke makamları tarafından "bu ne demek?" sorusuyla karşılaştığında ne diyebilir? "Canım, bu savaş tehdidi değil ki, misafirliğe gideriz demektir" diyecek hali yok ya! O zaman iş ister istemez İsrail'in Gazze'de sürdürdüğü katliama gelecek, temsilcimiz bu katliam konusunda iktidarın söylemlerini kullanarak muhataplarını ikna etmeye ve Türkiye'nin bu nedenle bir savaşı göze aldığını haklı göstermeye çalışacak, yani söylenen sözün aslında  iç politika maksatlı olmadığını anlatacaktır. "Hayır efendim, bu iç politikaya yöneliktir" diyecek hali olmadığı gibi, öyle dese bile muhatabının bunu anlama imkanı yoktur. İç politika için savaşa gidilir mi?

Dışişleri Bakanı'nın bir süre önce Türkiye'nin üçüncü dünya savaşına hazır olduğunu söylediği hatırlandığında, "acaba üçüncü dünya savaşını başlatan da biz mi olacağız" diye düşünmemek elde değil. Gel de enseyi karartma.


 

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve ulusgazetesi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.