DURUŞ - Ünal Çeviköz - E.Büyükelçi-TBMM 27.Dönem Milletvekili
Köşe Yazarı
DURUŞ - Ünal Çeviköz - E.Büyükelçi-TBMM 27.Dönem Milletvekili
 

ULUSLARARASI POLİTİKA’DA ÇİN FAKTÖRÜ

  Filistin’de yıllardır ikili yapıdan bir türlü kendilerini kurtaramayan El Fetih ve Hamas temsilcilerinin bir süre önce Çin’de bir araya gelmeleri uluslararası toplumun dikkatini çekti. Pekin’de toplanan 14 farklı siyasi grup  Gazze’de durum normale döndükten sonra bir Ulusal Birlik Hükümeti kurulmasına ve Gazze’yi El Fetih ile Hamas’ın birlikte yönetmelerine karar verildiğini açıklayan Pekin Bildirisi’ni Temmuz ayında imzaladılar. Tabii bu kararın hayata geçirilmesine giden yoldaki kritik eşik ancak Gazze’de savaşın sona ermesiyle aşılacak. Tarafların Pekin Bildirisi’ne ne kadar sadık kalacakları da ancak o zaman belli olacak.  Çin’in bu şekilde inisiyatifler alması yeni değil. Daha önce de Saudi Arabistan ile İran arasında diplomatik temaslar kurulması girişimine ön ayak olduğu hatırlardadır. Geçen yıl Mart ayında Pekin’de varılan bir mutabakata göre, Saudi Arabistan ile İran arasında diplomatik ilişkiler kurulacak ve taraflar başkentlerinde karşılıklı olarak diplomatik temsilciliklerini açacaklardı. Bu proje 7 Ekim 2023 tarihinde Hamas’ın İsrail’e karşı giriştiği terör eylemi ve ardından Gazze’de başlayan İsrail-Hamas savaşından sonra, şimdilik, akamete uğramış durumda. Çin’in uluslararası alanda yaşanan gelişmeleri yakından takip ettiği ve bütün olayları dikkatle izlediği gözden kaçmıyor. Örneğin, Rusya-Ukrayna savaşında Çin Rusya’yı kınamadan, ama ABD’yi de çok kışkırtmadan, dikkatli ve olabildiğince tarafsız bir politika izlemeye gayret ediyor. BM Güvenlik Konseyi’nde Ukrayna ile ilgili olarak sunulan karar tasarılarında oy kullanmıyor, savaşın bir an önce bitmesi için taraflara itidal çağrısında bulunuyor, ama hepsi bu. Çin’in bu davranışı da, Ukrayna’ya tereddütsüz destek veren Avrupa ülkeleri tarafından hoş karşılanmıyor. Nitekim, son NATO zirvesi sonunda yayınlanan Ortak Bildiri’de Çin’e karşı pek yumuşak sayılamayacak bir yazımın kabul edilmesi aslında bu konuda ısrarlı olan ABD’yi memnun etmekten çok, Avrupa’lı müttefiklerin Çin’in tutumundan memnun olmamaları nedeniyle mümkün oldu. Çin, günümüz uluslararası sisteminde önemli küresel aktörlerden biri. 1991 yılında Sovyetler Birliği’nin çökmesinden sonra uluslararası sistemin bir süre geçici olarak ABD’nin yalnız kaldığı “tek kutuplu” bir evreden geçmiş olması Rusya kadar Çin’i de memnun etmemişti. Nitekim, bu iki devlet uluslararası sistemde “çok kutupluluk”tan yana olduklarını gizlemiyor ve bu görüşlerini sık sık dile getiriyorlar. Bu “kutup” ifadesi aslında teoride hayli tartışılır bir hal aldı. Soğuk savaş dönemindeki gibi çift kutuplu bir dengenin oluşturduğu sistem ortadan kalkınca çok kutupluluk söylemi de popüler oldu. Ama kutup denilen odaklar birbirleriyle denk değil, ekonomik, siyasi, askeri bakımdan farklı güç ve etkilere sahipler. Dolayısıyla, içinde bulunduğumuz sisteme “çok merkezli” demek daha akla yakın gözüküyor. Merkezlerin ağırlıkları birbirinden farklı. Ama bu merkezlerden birinin de Çin olduğu kuşku götürmez. İşte Çin giderek bu çok merkezli uluslararası sistemde kendi konumunu güçlendirmek için stratejik bir vizyon ile hareket ediyor. Bu stratejinin temel dinamizmini de ekonomi oluşturuyor. “Tek Kuşak Tek Yol” projesi ile kendi coğrafyasından taşarak dünya ekonomik sistemi ile daha fazla bütünleşme arayışı Çin’in açılımının en önemli göstergesi. Bu proje ile doğudan batıya uzanan ulaştırma ve iletişim ağları üzerinden Körfez, Kafkasya, Akdeniz ve Avrupa Birliği’ne kadar erişim hedefleyen Çin’in yavaş yavaş söz konusu bölgelerdeki istikrarsızlık odakları ile de ilgilenmeye başlamasını normal kabul etmek gerekir. İstikrar olmadığı takdirde bu bölgelerden geçiş imkanlarının sınırlanacağını pek ala bilen Çin’in, bölgesel sorunların çözümüne yardımcı olma eğilimi ve bu eğilimden kaynaklanan girişimleri de aynı şekilde normal görülmeli. Dolayısıyla, Çin Ortadoğu’nun sorunlarıyla da yakından ilgileniyor.  Çok merkezli sistemde Çin konumunu güçlendirmek için ekonomik nüfuz alanlarını da çeşitlendirmeye çalışıyor. Körfez ülkeleriyle olan ilişkilerinin gelişmesinin yanı sıra Afrika ülkeleriyle de yoğun bir yakınlaşma içinde. Ancak, enerji bakımından dışa bağımlı olması ve en yakın enerji ithalatını Rusya’dan temin ediyor olması Çin ile Rusya arasındaki ilişkilerin de dikkatli ve dengeli sürdürülmesini gerekli kılıyor. Putin Çin’den daha fazlasını bekliyor olabilir, ancak Çin’in ekonomik bakımdan asıl küresel rekabeti ABD ile olduğundan bu beklentiyi çok cesaretlendirmeyen ve ABD’yi çok germeyen bir özenle hareket ediyor. Çin’in bu özenine rağmen, ABD’nin küresel rekabette en ziyade rahatsızlık duyduğu ülkenin Çin olduğu da bir gerçek. Dolayısıyla, küresel düzeyde ilginç bir denklem oluşuyor: ABD-Çin rekabeti ve Rusya-Ukrayna savaşı ABD’nin hem Çin hem Rusya ile yaşadığı gerginlik nedeniyle Rusya ve Çin’i birbirine daha çok yakınlaştırıyor. Bu iki ülkenin gerek Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ), gerek BRICS, gerekse Asya’da İşbirliği ve Güven Artırıcı Önlemler Konferansı (AİGK) içindeki beraberlikleri ve işbirlikleri de aralarındaki yakınlığı pekiştiriyor. Çin, uluslararası ve küresel rekabette kuvvet kullanma tehdidi ya da kuvvet kullanma eğiliminde olan bir ülke değil. Önümüzdeki yıllarda bu tutumunun Tayvan konusunda da değişmeden sürdürüleceği beklenebilir. Ancak ABD Çin ile olan küresel rekabetini çatışmacı bir zemine taşımak istediği takdirde, Çin kendini pek ala istemediği bir konumda bulabilir. Tayvan konusu bu bakımdan önemli bir sınav oluşturacaktır. Şimdiye kadar devlet aklı ile hareket eden Çin’in, Tayvan’ı uzun vadede Hong Kong örneğinde olduğu gibi ekonomik bakımdan hegemonyası altına almayı hedeflemesi daha akla yakın gelmektedir. Görelim bakalım neler olacak.      
Ekleme Tarihi: 19 Ağustos 2024 - Pazartesi

ULUSLARARASI POLİTİKA’DA ÇİN FAKTÖRÜ

 

Filistin’de yıllardır ikili yapıdan bir türlü kendilerini kurtaramayan El Fetih ve Hamas temsilcilerinin bir süre önce Çin’de bir araya gelmeleri uluslararası toplumun dikkatini çekti. Pekin’de toplanan 14 farklı siyasi grup  Gazze’de durum normale döndükten sonra bir Ulusal Birlik Hükümeti kurulmasına ve Gazze’yi El Fetih ile Hamas’ın birlikte yönetmelerine karar verildiğini açıklayan Pekin Bildirisi’ni Temmuz ayında imzaladılar. Tabii bu kararın hayata geçirilmesine giden yoldaki kritik eşik ancak Gazze’de savaşın sona ermesiyle aşılacak. Tarafların Pekin Bildirisi’ne ne kadar sadık kalacakları da ancak o zaman belli olacak. 

Çin’in bu şekilde inisiyatifler alması yeni değil. Daha önce de Saudi Arabistan ile İran arasında diplomatik temaslar kurulması girişimine ön ayak olduğu hatırlardadır. Geçen yıl Mart ayında Pekin’de varılan bir mutabakata göre, Saudi Arabistan ile İran arasında diplomatik ilişkiler kurulacak ve taraflar başkentlerinde karşılıklı olarak diplomatik temsilciliklerini açacaklardı. Bu proje 7 Ekim 2023 tarihinde Hamas’ın İsrail’e karşı giriştiği terör eylemi ve ardından Gazze’de başlayan İsrail-Hamas savaşından sonra, şimdilik, akamete uğramış durumda.

Çin’in uluslararası alanda yaşanan gelişmeleri yakından takip ettiği ve bütün olayları dikkatle izlediği gözden kaçmıyor. Örneğin, Rusya-Ukrayna savaşında Çin Rusya’yı kınamadan, ama ABD’yi de çok kışkırtmadan, dikkatli ve olabildiğince tarafsız bir politika izlemeye gayret ediyor. BM Güvenlik Konseyi’nde Ukrayna ile ilgili olarak sunulan karar tasarılarında oy kullanmıyor, savaşın bir an önce bitmesi için taraflara itidal çağrısında bulunuyor, ama hepsi bu. Çin’in bu davranışı da, Ukrayna’ya tereddütsüz destek veren Avrupa ülkeleri tarafından hoş karşılanmıyor. Nitekim, son NATO zirvesi sonunda yayınlanan Ortak Bildiri’de Çin’e karşı pek yumuşak sayılamayacak bir yazımın kabul edilmesi aslında bu konuda ısrarlı olan ABD’yi memnun etmekten çok, Avrupa’lı müttefiklerin Çin’in tutumundan memnun olmamaları nedeniyle mümkün oldu.

Çin, günümüz uluslararası sisteminde önemli küresel aktörlerden biri. 1991 yılında Sovyetler Birliği’nin çökmesinden sonra uluslararası sistemin bir süre geçici olarak ABD’nin yalnız kaldığı “tek kutuplu” bir evreden geçmiş olması Rusya kadar Çin’i de memnun etmemişti. Nitekim, bu iki devlet uluslararası sistemde “çok kutupluluk”tan yana olduklarını gizlemiyor ve bu görüşlerini sık sık dile getiriyorlar. Bu “kutup” ifadesi aslında teoride hayli tartışılır bir hal aldı. Soğuk savaş dönemindeki gibi çift kutuplu bir dengenin oluşturduğu sistem ortadan kalkınca çok kutupluluk söylemi de popüler oldu. Ama kutup denilen odaklar birbirleriyle denk değil, ekonomik, siyasi, askeri bakımdan farklı güç ve etkilere sahipler. Dolayısıyla, içinde bulunduğumuz sisteme “çok merkezli” demek daha akla yakın gözüküyor. Merkezlerin ağırlıkları birbirinden farklı. Ama bu merkezlerden birinin de Çin olduğu kuşku götürmez. İşte Çin giderek bu çok merkezli uluslararası sistemde kendi konumunu güçlendirmek için stratejik bir vizyon ile hareket ediyor. Bu stratejinin temel dinamizmini de ekonomi oluşturuyor.

“Tek Kuşak Tek Yol” projesi ile kendi coğrafyasından taşarak dünya ekonomik sistemi ile daha fazla bütünleşme arayışı Çin’in açılımının en önemli göstergesi. Bu proje ile doğudan batıya uzanan ulaştırma ve iletişim ağları üzerinden Körfez, Kafkasya, Akdeniz ve Avrupa Birliği’ne kadar erişim hedefleyen Çin’in yavaş yavaş söz konusu bölgelerdeki istikrarsızlık odakları ile de ilgilenmeye başlamasını normal kabul etmek gerekir. İstikrar olmadığı takdirde bu bölgelerden geçiş imkanlarının sınırlanacağını pek ala bilen Çin’in, bölgesel sorunların çözümüne yardımcı olma eğilimi ve bu eğilimden kaynaklanan girişimleri de aynı şekilde normal görülmeli. Dolayısıyla, Çin Ortadoğu’nun sorunlarıyla da yakından ilgileniyor. 

Çok merkezli sistemde Çin konumunu güçlendirmek için ekonomik nüfuz alanlarını da çeşitlendirmeye çalışıyor. Körfez ülkeleriyle olan ilişkilerinin gelişmesinin yanı sıra Afrika ülkeleriyle de yoğun bir yakınlaşma içinde. Ancak, enerji bakımından dışa bağımlı olması ve en yakın enerji ithalatını Rusya’dan temin ediyor olması Çin ile Rusya arasındaki ilişkilerin de dikkatli ve dengeli sürdürülmesini gerekli kılıyor. Putin Çin’den daha fazlasını bekliyor olabilir, ancak Çin’in ekonomik bakımdan asıl küresel rekabeti ABD ile olduğundan bu beklentiyi çok cesaretlendirmeyen ve ABD’yi çok germeyen bir özenle hareket ediyor. Çin’in bu özenine rağmen, ABD’nin küresel rekabette en ziyade rahatsızlık duyduğu ülkenin Çin olduğu da bir gerçek. Dolayısıyla, küresel düzeyde ilginç bir denklem oluşuyor: ABD-Çin rekabeti ve Rusya-Ukrayna savaşı ABD’nin hem Çin hem Rusya ile yaşadığı gerginlik nedeniyle Rusya ve Çin’i birbirine daha çok yakınlaştırıyor. Bu iki ülkenin gerek Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ), gerek BRICS, gerekse Asya’da İşbirliği ve Güven Artırıcı Önlemler Konferansı (AİGK) içindeki beraberlikleri ve işbirlikleri de aralarındaki yakınlığı pekiştiriyor.

Çin, uluslararası ve küresel rekabette kuvvet kullanma tehdidi ya da kuvvet kullanma eğiliminde olan bir ülke değil. Önümüzdeki yıllarda bu tutumunun Tayvan konusunda da değişmeden sürdürüleceği beklenebilir. Ancak ABD Çin ile olan küresel rekabetini çatışmacı bir zemine taşımak istediği takdirde, Çin kendini pek ala istemediği bir konumda bulabilir. Tayvan konusu bu bakımdan önemli bir sınav oluşturacaktır. Şimdiye kadar devlet aklı ile hareket eden Çin’in, Tayvan’ı uzun vadede Hong Kong örneğinde olduğu gibi ekonomik bakımdan hegemonyası altına almayı hedeflemesi daha akla yakın gelmektedir. Görelim bakalım neler olacak.

 

 

 

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve ulusgazetesi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.