Son zamanlarda iktidarın izlediği dış politikada 180 derecelik dönüşler olağan hale geldi. Bir bakıyorsunuz, yıllarca söylenmedik laf, edilmedik hakaret kalmamış devlet başkanları ile sıkı sıkıya haşır neşir olunuyor, sanki o geçmiş söylem ve ifadeler hiç yokmuş gibi “ee, daha ne var ne yok” faslına geçilerek geçmiş unutturulmaya çalışılıyor.
Aslında Türkiye’de genel olarak dostun düşman, düşmanın dost olmayacağı inancı oldukça güçlüdür. Zaten “Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur” ifadesi de bu inancı en açık şekilde gösterir. Başka uluslara karşı da bu şekilde davranmayı alışkanlık haline getirmişizdir. Dost bildiğimiz uluslara aşırı şekilde güvenir, gereğinden fazla fedakarlıklarda bulunur, karşı tarafın da bize karşı aynı ölçüde fedakarca davranmasını bekleriz. Bir gün işin içine ulusal menfaatlerin girmesi sonucu beklediğimiz davranışı göremediğimiz takdirde uğradığımız hayal kırıklığı ise son derece çarpıcı olur. Ama, dost bilmişiz bir kere, “mutlaka bir bildiği vardır” diyerek geçen de olur, hayal kırıklığı bir süre devam etse de “canım olur böyle şeyler” diyerek affeden de bulunur.
Düşman bilinen ulusların durumu ise oldukça zordur. Onlara, hani “ağzıyla kuş tutsa bile…” diyerek imkansızı tarif eden bir sözümüz vardır ya, işte öyle yaklaşırız, bir kere düşman ebediyen düşman sayılır. Nasıl düşman olmuşlardır ve bu düşmanlık nerede başlamıştır bilinmez ya da hatırlanmaz ama Türkiye’nin başına istenmeyen bir şey geldiğinde mutlaka olayın ardında o düşmanın olduğu düşünülür. “Bu işte mutlaka onların parmağı var” şeklindeki basit ve hızlı çıkarsamaların örneği çoktur.
Son zamanlarda bu alışkanlıklar değişmeye başladı. 15 Temmuz darbe girişiminin ardında olduğunu sağır sultanın bile duyacağı kadar avaz avaz anlattığımız bazı “düşmanlar” bugün iktidarın dostları arasında kendilerine çok kolay yer bulabiliyorlar. Hele Türkiye’ye yatırım yapıp sermaye getirdikleri takdirde bu “eski düşmanlıktan yeni dostluğa” süreci çok daha hızlı olabiliyor.
Bu gelişmeyi haklı göstermek için kullanılan “dış politikada ebedi dostluklar ve ebedi düşmanlıklar yoktur” söylemi muhtemelen bazı çevrelerde ikna edici ve yeterli görülebiliyor. Nitekim, Mısır devlet başkanı Sisi’nin son Türkiye ziyareti için kullanılan “açıklayıcı” ifadeler genellikle bu slogana dayandırıldı. Ardından bir de, “üçüncü dünya savaşına doğru hızla ilerlendiği bir ortamda Türkiye ile Mısır’ın yan yana durmaları gereği” vurgulandı.
Türkiye ile Mısır doğu Akdeniz dengelerinin önemli iki aktörüdür. Bu iki ülke arasındaki iyi ve dostane ilişkiler sadece doğu Akdeniz dengelerinin istikrarı bakımından değil, aynı zamanda Türkiye’nin geniş Ortadoğu ve kuzey Afrika politikalarının da güven ve istikrarı açısından önemlidir. Mısır, Ortadoğunun temel sorunlarında mutlaka dikkate alınması gereken bir aktör olduğu gibi, Afrika kıtasında yaşanan gelişmelerle ilgili denklemlerde de etkindir. 2013 yılından itibaren on yıl boyunca Mısır ile ilişkilerin yalpalatılması Türkiye’nin bölgeye yönelik politikalarında yeteri kadar gedik açılmasına yol açmıştı. Dolayısıyla, bu hatanın düzeltilmesi için atılan adımlar yararlıdır.
Ancak gerçekçi olmakta yarar var. Üçüncü dünya savaşı öyle kolay kolay çıkmaz. Çıkarsa da, kimin kimle yan yana duracağı bugünden belli olmaz. Kaldı ki, devletler arasında bozulan ilişkilerin düzeltilmesi için sadece üst düzey ziyaretler de yeterli değildir. Türkiye ile Mısır arasında bölgesel ve küresel dış politika uygulamalarında o kadar çok görüş farklılığı vardır ki, bunların üzerine gidilip de gerçek bir anlayış birliğine varılmadıkça on yılın yarattığı soğukluğun giderilmesi için daha çok zaman gerekecektir.
Sisi’nin ziyareti, göründüğü kadarıyla, ikili ilişkilerde yeni bir ısınmanın ve karşılıklı yarara dayalı gelişmelerin önünü açmak için sağlıklı bir başlangıç zemini yaratmaktadır. Ancak bu ziyaret sırasında bölgenin kanayan yarası olan Gazze sorunu, İsrail ile ilişkiler ve bölgede kalıcı bir barış ortamının sağlanması için bir görüş birliğine ulaşıldığına dair herhangi bir işaret yoktur. Türkiye’nin Libya ile imzaladığı ve Libya’da onaylanmadığı bilinen deniz yetki alanları mutabakat zaptına karşılık olarak Mısır ile Yunanistan arasında aynı konuda imzalanan anlaşmanın ne gibi sonuçlar doğuracağı ise hala çok bilinmeyenli bir denklem olarak önümüzde durmaktadır. Gazze savaşı çıktığından beri ateşkes sağlanması için gösterilen çabalarda Mısır öne çıkarken, Türkiye’nin İsrail’e sırt çevirmesi bölge politikalarında yaşadığı gediklerin kapanmasına yardımcı olmamaktadır.
Dış politika vizyonunu “dostlar ve düşmanlar” gibi sığ bir kavramsallaştırma ile kurgulayan ülkeler istikrarlı, güvenilir, öngörülebilir bir bölgesel ve küresel aktör olamadıkları gibi yakın çevrelerindeki sorunların çözümünde de görüşüne başvurulan bir konum kazanamazlar. Sisi’nin ziyareti Mısır’ın bu tür bir çıkmaz içinde olmadığını gösteriyor. Darısı Ankara’nın başına.