Halit Ziya Uşaklıgil’ in ölümsüz romanı Aşk-ı Memnu gibi İtalyanların da bir yasak aşk hikayeleri var.
Francesca asil bir aileye mensup bir genç kız olarak, kendisinden yaşlı birisiyle iki aile arasında barışı sağlamak amacıyla evlendirilmiş.
13. yüzyılda İtalya’daki siyasi karışıklıklarda, Guelf ve Ghibelline taraftarı ailelerin kendi aralarındaki çatışmaları sona erdirmek için bu gibi çözümler üretiliyordu.
Ancak sevmediği bir adamla evlendirilen Francesca, kocasının kardeşi Paolo’ya âşık olmuş. Paolo da evli olmasına karşılık Giovanni’nin evde olmadığı sıralarda Francesca’yı ziyaret ederek, bir dedikoduya yol açmış.
Evde çalışanların haber vermesi üzerine Giovanni eve beklenmedik bir şekilde gelerek bu iki aşığı yakalamış ve öldürmüş. (1285)
Ravenna’da sürgünde bulunduğu sırada kendisine destek olan Polenta ailesinden kızları Francesca’nın hayat hikayesini öğrenen Dante, bu aşka İnferno’nun beşinci bölümünde yer vermiş.
İlahi Komedya’nın en bilinen dizelerinin yer aldığı bu kanto, duygularına esir olanları, aklı değil, duyguları tercih edenleri anlatıyor.
Yaşarken nasıl fırtınalı bir hayat geçirdilerse öbür âlemde de fırtınaya tutulmuş durumdalar, bir an olsun huzur bulamıyorlar.
Giovanni hem kardeşini hem de eşini öldürdüğü için Caina Cehenneminde cezasını çekecek. (Yakınlarını öldürenlerin bulunduğu ismini Habil ile Kabil hikayesinden alan Caina -Kabil bölümü.)
Sonraki yüzyıllarda Dante’nin bu dizeleri çeşitli sanat eserlerine, resim, heykel ve operaya konu olmuştur. Rodin’in Kiss-Öpücük (Fransızca Baiser) adlı eseri de bunlar arasındadır.
Sevgili okuyucularımızın Ramazan Bayramı’nı kutlar, sağlık ve esenlikler dilerim.
İNFERNO 5
Böylece, ikinci halkaya indim.
Burada giderek, daha fazla hüzün, ağlama, inleme sesleri vardı.
Koca Minos, dişlerini gıcırdatarak, kapıda bekliyor;
Gelenlerin günahlarını itiraf etmelerini istiyordu.
İtirafları dinledikten sonra, günahkarları yargılıyor,
Cehennemin hangi kısmına gönderileceklerine karar veriyordu.
Kaçıncı bölgeye gönderildiklerini anlamak için, günahkârlar,
Canavar’ın kuyruğuna bakıyorlardı.
Kuyruğu kaç kere kendi etrafında dolarsa,
O sayıya göre gidecekleri yeri anlıyorlardı.
Her dem önünde kalabalık vardı,
Herkes Minos’ a itirafta bulunmak için sırasını bekliyordu.
Minos beni görünce bu olağanüstü vazifesini bıraktı ve
“Hey Sen! Bu azap ülkesine gelen!
Kapının genişliğine bakma, Nasıl girdiğine dikkat et, kimseye güvenme”
Virgil “Neye itiraz ediyorsun? Onun giriş izni var mâni olma,
Yukarıdan -emri yerine getirilen kişiden- izin almış,
Daha fazla soru sorma bize” dedi.
Şimdi, artık iyice moralim bozulmaya başladı.
Burada bütün ışıklar karartılmıştı.
Önümüzde sanki karanlık bir deniz vardı,
Ve denizin üzerinde bitmez tükenmez bir fırtına.
Karşıt rüzgârlar, hortumlar, buna maruz kalan ruhları yerden yere, savuruyordu.
Yukarı doğru atıldıklarında, kayalara çarptıklarında,
Bu zavallılar, felaket rüzgarlarına söyleniyorlardı.
Bu çukura düşenler şehvet tutkularının kurbanı olmuşlardı.
Akılla değil, duyguyla karar vermişlerdi. Fırtına onları,
Bir yukarı, bir aşağı, bir sağa, bir sola; yerden yere savuruyordu.
Bir anlık sükûnete, muhtaçtılar.
Biraz sakinliğe kavuşmak,
Acıyı daha az hissetmek istiyorlardı ama hiç ümitleri yoktu.
“Bu karanlıkta bu acıyı çekenler kimler, üstadım?” dedim.
“İlk gelen Semiramis’ tir.
Bir zamanlar, pek çok millete hükmeden bir imparatoriçeydi.
Meydana gelen skandalı örtmek için istediği gibi kanunlar çıkarttı.
Ninus’ un eşiydi, sonra varisi oldu.
Onun hükmettiği topraklara artık Sultan hükmediyor!
Arkadan Cleopatra geliyor;
Sonra Truvalı Helen; onun yüzünden senelerce ıstırap yaşandı,
Biliyorsun Achille’in hikayesini,
En son savaşta aşkı buldu.”
Virgil, aşk- meşk meseleleri yüzünden,
Buraya düşmüş olan daha yüzlerce ruhu gösterdi.
Bunların halini görünce içim acıdı.
Yine yolunu kaybetmiş bir adam gibi oldum!
“Söyle bana Şair, acaba ben şu ilerde hafif bir rüzgarla,
Bize doğru savrulan ikiliyle konuşabilir miyim?”
“Onlar buraya gelene kadar bekle, sonra, sevgiyle hitap et.
Onlar aşka gitmişlerdi, Aşk’ı duyunca gelirler.”
Yanımıza yaklaşınca onlara seslendim hemen;
“Bu ıstırapla hırpalanmış olan ruhlar,
Eğer yasak değilse, benimle konuşur musunuz?”
Dido’ nun yanından ayrılarak, yuvalarına kavuşmak isteyen güvercinler gibi,
O kötü rüzgarla mücadele ederek yanıma geldiler.
Benim içten seslenişim onlara böyle bir etki yaptı.
“Yaşayan adam, kibar ve iyi niyetli,
Bizi bu karanlıkta ziyarete geldin,
Bizim vücudumuz, dünyayı kanla lekelemişti,
Alemlerin yöneticisine –eğer kabul ederse- yakaralım,
Sana iyilik, sağlık, huzur versin.
Çünkü, sen bizim halimize acıdın.
Şimdi rüzgâr durmuşken ne istersen söyle, seninle konuşmak bizi mutlu eder.
Po ırmağının denize döküldüğü, huzura kavuştuğu yerdeydik; (Ravenna)
Aşk onun kalbini sardı;
Benim- benden alınan güzel vücudumun- yüzünden.
O felaket beni hâlâ yaralamakta.
Aşk, aşığı bırakmaz, maşuku bırakmaz.
Beni öyle bir eline aldı ki; gördüğün gibi hâlâ bırakmadı.
O aşk ki; bizi ölüme götürdü...
Bizim hayatımızı elinden alanı,
Caina bekliyor.”
Onların sözleri bize ulaşınca, başımı önüme eğdim.
Şair sordu: “Ne düşünürsün?”
“Of, of kim bilir ne hülyalar, ne güzel düşünceler onları bu hale getirdi.
Ne özlemler, ne sevdalar yaşadılar.” dedim. Sonra tekrar bu çifte döndüm:
“Francesca, anlattıkların beni hüzne gark etti; ağlattı.
Nasıl başladı bütün bunlar, söyle bana.”
“En acısı, mutsuz zamanlarda, geriye dönüp bakmak
Ve mutlu zamanları hatırlamaktır.
Bunu üstadın iyi bilir. Aşkımızın nasıl başladığını bilmek istiyorsan,
Anlatayım; hem ağlayayım, hem anlatayım:
Bir gün, birlikte zaman geçirmek için, Lancelot’ un hikâyesini,
Onun nasıl aşka teslim olduğunu okuyorduk.
Yalnızdık ve hiçbir şeyden şüphelenmemiştik.
Okurken, hep gözlerimiz birbirini buluyordu,
Yüzlerimiz sararıyordu.
Sadece bir an bizi mağlup etti.
Kızın güzel gülüşünü öpen, hakiki sevdalıyı okuyunca, bu yanımdaki,
-benden hiç ayrılmayacak olan, -bu yanımdaki;
Bütün vücudu titrerken, öptü beni dudaklarımdan.
Ya kitaba ve kitabı yazan şaire ne demeli?
O gün, artık kitabı bir daha okumadık.”
İki ruhtan biri bunları anlatırken, diğeri ağlıyordu.
Bende de onların acısından o kadar etkilendim ki; bayılmışım.
Bir anda ölü gibi yere yığılıp, kalmışım...