İlyada, Aşil’in öfkesiyle başlar. Daha ilk satırlardan eserin konusu anlaşılmıştır: Öfke. Eser savaşın ortasında, olayların kızıştığı bir noktada başlar. Buna Latince in medias res (in the middle of things) deniyor.
Bu öfkeye neden olan olaylar Edremit Körfezinde bulunan Thebe antik kentinin yağmalanması ve bu saldırı esnasında Apollo Tapınağı’nda görevli bir rahibin kızının kaçırılmasıyla başlamış. Rahip kızını almak için, Agamemnon’ a gelmiş, hediyeler getirmiş, yalvarıp yakarmış, kızının kendisine geri verilmesini rica etmiş. Agamemnon artık Chryseis’in kendi kölesi olduğunu geri veremeyeceğini söyleyerek rahibi kovmuş. Olaya şahit olan Argivler (Yunanlılar), yaşlı rahibe saygı gösterilmesi, rahibin getirdiği kıymetli hediyelerin kabul edilerek, kızın geri verilmesi gerektiğini söylemişler.
Ancak bu sözler Agamemnon’u daha da öfkelendirmiş, kararından dönmemiş. Bunun üzerine ağlamaya başlayan rahibin yakarışları göklere ulaşmış. Kendi tapınağına böylesi bir saygısızlık yapıldığını öğrenen Apollo, hiddetlenerek, Yunan ordusu üzerine bir salgın hastalık göndermiş. Tam dokuz gün boyunca hem askerler hem de ordunun hayvanları hastalıktan kırılmış.
Bu duruma çare bulmak isteyen Aşil, kâhin Kalkas’ı çağırarak, bu felaketin sebebini sormuş. Kalkas “Ben felaketin sebebini biliyorum ama söylersem bazıları bana kızabilir” demiş. Aşil, Kalkas’ın kimi kastettiğini anlayarak, onu koruyacağını garanti etmiş.
Kalkas durumu hâlâ anlayamayan Agamemnon’a tane tane anlatmış: “Apollo’nun tapınağından kız kaçırdınız, dahası kızını almaya gelen rahibe hakaret ettiniz, bu duruma sinirlenen Apollo size haddinizi bildirmek için salgın hastalık gönderdi. Bu hastalıktan kurtulmanın tek yolu kızı geri vermek ve karşılığında hiçbir hediye (veya fidye) kabul etmemek, üstüne bir de kendinizi affettirmek için tapınağa tam yüz tane boğayı kurbanlık olarak bağışlamaktır” demiş.
Bunları işitince daha da hiddetlenen, başlarına gelen felaketin kendi yüzünden olduğunun ortaya çıkmasından utanan Agamemnon, kâhine de hakaret ederek “Seni felaket tellalı, defol. Hiç iyi bir haber getirmezsin zaten” demiş.
Bu yüzden Aşil ile aralarında kavga çıkmış, Aşil’in rahibin kızının geri verilmesi konusundaki ısrarı üzerine, Agamemnon Chryseis’ in geri gönderilmesini kabul etmiş ancak “herkese ödül verildi, bir ben mi ödülsüz kalacağım” diyerek, Aşil’in payına düşen ganimeti yani Briseis’i istemiş.
Bu istek kavganın büyümesine sebep olmuş, Aşil “benim Truvalılarla bir alıp veremediğim yok, buraya Paris’in Helen’i kaçırması dolayısıyla geldik, Helen senin kardeşin Menelaus’un eşi, ben adamlarımı toplayıp gidiyorum, artık bensiz savaşın, savaşı ben yapıyorum ganimeti sen topluyorsun, artık yeter, Briseis’i de elimden alamayacaksın” demiş.
İki adamın öfkeleri doruk noktasına çıkınca Aşil artık dayanamayarak elini kılıcına atmış, bir an tereddüt geçirse de kılıç kınından çıkmış. Bu arada, yaşlı bilge adam Nestor “Savaşmayın, Truvalıları sevindirmeyin, kendinize hâkim olun” diye onları uyarmaya çalışıyormuş.
Tam o anda olan biteni gören Hera, Athena’ya, “Koş”, demiş, “Aşil ve Agamemnon birbirlerini öldürecekler”
Aşil kılıcını kaldırırken Athena yetişip, onu uzun kestane renkli saçlarından yakalamış, “Dur! Kavga etmeyin beni Hera gönderdi. Sen Agamemnon ile barış, savaşa devam et, Truva alınınca çok daha büyük ödüller senin olacak,” diyerek ikna etmiş.
Athena’yı sadece Aşil görebilmiş, tanrıçanın gri-mavi gözleri yıldız gibi parlıyormuş. (Aşil’in annesi Thetis de deniz tanrıçalarından biri olduğu için Aşil yarı tanrı, diğer tanrı ve tanrıçaları görebiliyor)
Aşil “Ben siz tanrıçalara karşı gelemem, itaat etmem gerekir” diyerek, kendi çadırına çekilmiş.
Birkaç gün sonra, Agamemnon’un adamları Aşil’in çadırına Briseis’i almaya gelmişler. Elçiler çok korkarak, çekinerek yaklaşmış, Aşil’in yanına. Ama Aşil, “Siz de kabahat yok, gelin” demiş, Agamemnon’un isteğine boyun eğerek, arkadaşı Patroclus’dan kızı teslim etmesini istemiş.
Elçiler önde Briseis arkada, gözleri yaşlı, uzaklaşmışlar.