Elif MAT ERKMEN - Araştırmacı-Yazar
Köşe Yazarı
Elif MAT ERKMEN - Araştırmacı-Yazar
 

HEDİYE GETİREN YUNANLILARDAN KORKARIM

Bunu ben söylemiyorum. Kim söylemiş? Virgil’in yazdığı Aeneas Destanı’nda, Apollo’nun rahibi olan Laocoon söylemiş. İlyada’da anlatılan Truva Savaşı’nın sonunda hem Hektor hem de Aşil ölmüştür. İlyada on yıllık savaşın sadece üç dört haftasını anlatır. Onuncu yılda olanları. Bütün bu hikâye 24 bölümlük uzun bir destan halinde anlatılmıştır. Ama olayların hem evveli vardır hem de sonrası. Kompozisyon yazar gibi giriş, gelişme, sonuç olarak anlatmaz Homer; o savaşın cehenneminden bir kesit sunar okuyucuya. Okuyucu bunu ister kahramanlık hikayesi olarak dinler, isterse savaşın korkunçluğuna karşı bir uyarı, bir ders olarak dinler. Sadece anlatılan olaylarla değil, şiir ölçü ve kafiyesiyle de savaşın korkunç seslerini adeta kulağımızda canlandırır. Homer’in M.Ö. 8. Yüzyılda yazdığı bu destandan sonra, çok sonra M.Ö. 1. Yüzyılda Romalı şair Virgil (Pablous Vergilius Maro) Aeneas Destanı’nı yazmıştır. O da aynı sesleri Latince olarak dinleyicilerin kulağında çınlatmıştır. Latince’de artık isimler değişmiştir. Zeus- Jüpiter, Hera- Juno, Afrodit-Venüs, Savaş Tanrısı Ares-Mars, Savaş tanrıçası Athena- Minerva, haberci tanrı Hermes-Merkür, kurnaz savaşçı taktik ustası Odyseus- Ulyses olmuştur. Meşhur Truva Atı da Aeneas Destanında anlatılır. Truva’da Hektor’dan sonra en büyük kumandan olan, aşk tanrıçası Venüs’ün oğlu olan Aeneas savaştan sağ olarak kurtulmuştur. Yunanlılar toparlanıp gitmişler, kıyılardaki kamp yerleri boşalmış, Truvalılar kalelerinden çıkarak, sahilde gezmeye başlamışlar, birbirlerine “Bak burada Aşil yatıyordu, şurada Agamemnon’un gemisi vardı” diye gösteriyorlarmış. Bir de bakmışlar ki, Yunanlılar tahtadan yapılmış devasa bir atı kendilerine doğru getiriyorlar. Çok şaşırmışlar, bunun ne olduğunu sormuşlar. Yunanlılar bunun “bir hediye” olduğunu söylemiş. Ne diye durduk yerde bir hediye gelmiş? Bunun da açıklamasını yapmışlar: Yunanlılar Truva’yı yağmalarken, Athena’nın tapınağından Athena heykelini alıp gitmişler. Athena bu duruma çok sinirlenmiş. (Zaten “Athena heykeli durdukça Truva düşmez” diye bir inanış da varmış) Athena, “Bu heykeli geri vereceksiniz, yoksa bana saygısızlık yapıldığı için bir daha hiçbir savaşı kazanamazsınız.” Demiş. Bunun üzerine Yunanlılar korkup, heykeli geri getirmeye karar vermişler. Ayrıca o atı da tapınağa hediye edeceklermiş. Truvalıların bir kısmı hayretle ata bakıp bu hikâyenin doğru olup olmadığını anlamaya çalışırken bir kısmı da şiddetle karşı çıkmış. Laocon “Delirdiniz mi siz? Bunlar bizim düşmanımız? Ulyses’e mi inanacağız? Ben hediye de getiren Yunanlılardan korkarım. Dağın tepesinden mi atarsınız, denize mi savurursunuz, yoksa ateşe mi verirsiniz, ne yaparsanız yapın bu attan kurtulalım” demiş. Kızgınlıkla mızrağını fırlatıp atın böğrüne saplamış. (Sonradan hikâyeyi Dido’ya anlatan Aeneas, “tanrıların buyruğu böyle olmasa biz içerideki Yunanlıların inlemelerini duyardık”, diyor.) Herkes, Apollo’nun rahibi ne diyor diye saygıyla dinlerken, iki çoban yakaladıkları bir Yunanlıyı ellerini bağlayarak getirmiş. Yunanlının adı Sinon’ muş. (si-evet, non-hayır, adı da kafa karıştırıcı) Kral Priam Sinon’u sorguya çekmiş. Sinon, “Biz yola çıkıp gidecektik ama rüzgâr müsait değildi. Ya fırtına kopuyordu, ya da rüzgâr tümden kesiliyordu. Komutanlar durumu anlayamadı. Acaba tanrılar bizden ne istiyordu? Gidin mi diyorlardı, yoksa kalın savaşmaya devam edin mi diyorlardı? Kâhin Kalkas’ı yolladık Delfi dağına, tanrılardan ne istediklerini sordurduk. Meğer, Tanrılar kurban istiyorlarmış. Kurbanın kim olacağını sorduk. Tam on gün Kalkas cevap vermedi bize. Sonra anladık ki; benim kurban edilmem isteniyormuş. Ben kaçtım geldim. Size sığındım. Geri gidersem beni öldürecekler” dedi. Şimdi bu laflara Truvalılar inansınlar mı, inanmasınlar mı? Ne yazık ki inandılar. “Hediye atı şehre alalım, tapınağa götürelim, böylelikle Yunanlılar gitsin, Athena’nın da gönlü olsun” dediler. Çünkü Laocon’un mızrağı atmasından sonra denizden yılanlar çıkıp Laocon’un oğullarına saldırmıştı. Onlar da inanmak mecburiyetinde kaldı. Dev atı kapıdan geçirmek zor oldu. Eşiği aşamıyordu bir türlü, tam dört kere asıldılar, zorladılar sonunda geçirebildiler. At surlardan içeri çekilince olanlar oldu. Gizli bölmeler açıldı. Yunan askerler çıktı. Herkesi öldürüp şehri yaktılar. Aeneas, saraya koştu, orada Priam ve oğlunun öldürülmesine tanık oldu. Sonra kendisine Hektor’un ruhu göründü. “Artık yapacak bir şey yok, git kalanları kurtar onlara yeni bir yurt bul” dedi. O kargaşada bir de Helen ile karşılaştı. Bütün bunlar onun yüzünden olmuştu. Kılıcını çekip onu öldürmek istedi. Annesi Venüs yetişip mâni oldu.  “Sen bilmiyorsun, bütün bu olan biten ölümlülerin yüzünden değil, tanrılar böyle istedi” diyerek, Aeneas’ın gözünden perdeyi kaldırdı. O anda Aeneas, şehrin surlarını tek tek sökmekte ve şehri yakmakta olan tanrıları gördü, bunun kader olduğunu anladı, Helen’i bıraktı. Koştu kendi evine, karısı oğlu ve yaşlı babasını kurtardı. Yaşlı babası “beni bırak” dese de, Aeneas babasını bırakmadı hemen sırtladı, çocuğunun elini tuttu. Evdeki taşınabilir, küçük, tanrı heykellerini de aldılar, onlar önde karısı Creusa arkada yola çıktılar. Sağ kurtulan ve gitmek isteyen başka Truvalılar da kafileye katıldı, yola çıktılar. Ancak buluşma yerine vardıklarında Aeneas Creusa’nın olmadığını gördü. Yangından kurtulamamıştı karısı. Babası ve oğlunu toplanma yerinde bıraktı, geri dönüp karısını aradı. Bulamadı. Creusa ölmüştü. Ruhu göründü Aeneas’a. Karısının öldüğünü anlayınca genç adamın kanı çekildi. Buza dönüşmüş gibi dondu kaldı. Creusa “Üzülme, bu tanrıların emri. Ben şehrimde öldüm, sen yola devam edecek, yeni bir şehir kuracaksın. Bir başkasıyla evleneceksin. Oğluma iyi bak” dedi. Çaresiz, Aeneas yola devam etti…   Equō nē crēdite, Teucrī! Quidquid id est, timeō Danaōs et dōna ferentēs.  ("Do not trust the horse, Trojans! Whatever it is, I fear the Danaans, even when bringing gifts.") Ata inanmayın! Hediye getirseler de Yunanlılardan korkarım. Bu söz günümüz İngilizcesinde bir deyim olarak halen kullanılmaktadır: “Beware of Greeks bearing gifts” Düşmandan gelecek hediyeye inanılmaması güvenilmemesi gerektiğini anlatır. Yeni yılda tüm okuyucularımıza sağlık, mutluluk, başarı, barış, huzur, bolluk, bereket dileklerimle…    
Ekleme Tarihi: 25 Aralık 2024 - Çarşamba

HEDİYE GETİREN YUNANLILARDAN KORKARIM

Bunu ben söylemiyorum. Kim söylemiş? Virgil’in yazdığı Aeneas Destanı’nda, Apollo’nun rahibi olan Laocoon söylemiş.

İlyada’da anlatılan Truva Savaşı’nın sonunda hem Hektor hem de Aşil ölmüştür. İlyada on yıllık savaşın sadece üç dört haftasını anlatır. Onuncu yılda olanları. Bütün bu hikâye 24 bölümlük uzun bir destan halinde anlatılmıştır. Ama olayların hem evveli vardır hem de sonrası. Kompozisyon yazar gibi giriş, gelişme, sonuç olarak anlatmaz Homer; o savaşın cehenneminden bir kesit sunar okuyucuya. Okuyucu bunu ister kahramanlık hikayesi olarak dinler, isterse savaşın korkunçluğuna karşı bir uyarı, bir ders olarak dinler.

Sadece anlatılan olaylarla değil, şiir ölçü ve kafiyesiyle de savaşın korkunç seslerini adeta kulağımızda canlandırır.

Homer’in M.Ö. 8. Yüzyılda yazdığı bu destandan sonra, çok sonra M.Ö. 1. Yüzyılda Romalı şair Virgil (Pablous Vergilius Maro) Aeneas Destanı’nı yazmıştır. O da aynı sesleri Latince olarak dinleyicilerin kulağında çınlatmıştır.

Latince’de artık isimler değişmiştir. Zeus- Jüpiter, Hera- Juno, Afrodit-Venüs, Savaş Tanrısı Ares-Mars, Savaş tanrıçası Athena- Minerva, haberci tanrı Hermes-Merkür, kurnaz savaşçı taktik ustası Odyseus- Ulyses olmuştur.

Meşhur Truva Atı da Aeneas Destanında anlatılır.

Truva’da Hektor’dan sonra en büyük kumandan olan, aşk tanrıçası Venüs’ün oğlu olan Aeneas savaştan sağ olarak kurtulmuştur.

Yunanlılar toparlanıp gitmişler, kıyılardaki kamp yerleri boşalmış, Truvalılar kalelerinden çıkarak, sahilde gezmeye başlamışlar, birbirlerine “Bak burada Aşil yatıyordu, şurada Agamemnon’un gemisi vardı” diye gösteriyorlarmış.

Bir de bakmışlar ki, Yunanlılar tahtadan yapılmış devasa bir atı kendilerine doğru getiriyorlar. Çok şaşırmışlar, bunun ne olduğunu sormuşlar. Yunanlılar bunun “bir hediye” olduğunu söylemiş. Ne diye durduk yerde bir hediye gelmiş? Bunun da açıklamasını yapmışlar:

Yunanlılar Truva’yı yağmalarken, Athena’nın tapınağından Athena heykelini alıp gitmişler. Athena bu duruma çok sinirlenmiş. (Zaten “Athena heykeli durdukça Truva düşmez” diye bir inanış da varmış)

Athena, “Bu heykeli geri vereceksiniz, yoksa bana saygısızlık yapıldığı için bir daha hiçbir savaşı kazanamazsınız.” Demiş.

Bunun üzerine Yunanlılar korkup, heykeli geri getirmeye karar vermişler. Ayrıca o atı da tapınağa hediye edeceklermiş.

Truvalıların bir kısmı hayretle ata bakıp bu hikâyenin doğru olup olmadığını anlamaya çalışırken bir kısmı da şiddetle karşı çıkmış. Laocon “Delirdiniz mi siz? Bunlar bizim düşmanımız? Ulyses’e mi inanacağız? Ben hediye de getiren Yunanlılardan korkarım. Dağın tepesinden mi atarsınız, denize mi savurursunuz, yoksa ateşe mi verirsiniz, ne yaparsanız yapın bu attan kurtulalım” demiş. Kızgınlıkla mızrağını fırlatıp atın böğrüne saplamış. (Sonradan hikâyeyi Dido’ya anlatan Aeneas, “tanrıların buyruğu böyle olmasa biz içerideki Yunanlıların inlemelerini duyardık”, diyor.)

Herkes, Apollo’nun rahibi ne diyor diye saygıyla dinlerken, iki çoban yakaladıkları bir Yunanlıyı ellerini bağlayarak getirmiş. Yunanlının adı Sinon’ muş. (si-evet, non-hayır, adı da kafa karıştırıcı)

Kral Priam Sinon’u sorguya çekmiş. Sinon, “Biz yola çıkıp gidecektik ama rüzgâr müsait değildi. Ya fırtına kopuyordu, ya da rüzgâr tümden kesiliyordu. Komutanlar durumu anlayamadı. Acaba tanrılar bizden ne istiyordu? Gidin mi diyorlardı, yoksa kalın savaşmaya devam edin mi diyorlardı? Kâhin Kalkas’ı yolladık Delfi dağına, tanrılardan ne istediklerini sordurduk. Meğer, Tanrılar kurban istiyorlarmış. Kurbanın kim olacağını sorduk. Tam on gün Kalkas cevap vermedi bize. Sonra anladık ki; benim kurban edilmem isteniyormuş. Ben kaçtım geldim. Size sığındım. Geri gidersem beni öldürecekler” dedi.

Şimdi bu laflara Truvalılar inansınlar mı, inanmasınlar mı? Ne yazık ki inandılar. “Hediye atı şehre alalım, tapınağa götürelim, böylelikle Yunanlılar gitsin, Athena’nın da gönlü olsun” dediler. Çünkü Laocon’un mızrağı atmasından sonra denizden yılanlar çıkıp Laocon’un oğullarına saldırmıştı. Onlar da inanmak mecburiyetinde kaldı.

Dev atı kapıdan geçirmek zor oldu. Eşiği aşamıyordu bir türlü, tam dört kere asıldılar, zorladılar sonunda geçirebildiler.

At surlardan içeri çekilince olanlar oldu. Gizli bölmeler açıldı. Yunan askerler çıktı. Herkesi öldürüp şehri yaktılar.

Aeneas, saraya koştu, orada Priam ve oğlunun öldürülmesine tanık oldu. Sonra kendisine Hektor’un ruhu göründü. “Artık yapacak bir şey yok, git kalanları kurtar onlara yeni bir yurt bul” dedi.

O kargaşada bir de Helen ile karşılaştı. Bütün bunlar onun yüzünden olmuştu. Kılıcını çekip onu öldürmek istedi. Annesi Venüs yetişip mâni oldu.  “Sen bilmiyorsun, bütün bu olan biten ölümlülerin yüzünden değil, tanrılar böyle istedi” diyerek, Aeneas’ın gözünden perdeyi kaldırdı.

O anda Aeneas, şehrin surlarını tek tek sökmekte ve şehri yakmakta olan tanrıları gördü, bunun kader olduğunu anladı, Helen’i bıraktı. Koştu kendi evine, karısı oğlu ve yaşlı babasını kurtardı.

Yaşlı babası “beni bırak” dese de, Aeneas babasını bırakmadı hemen sırtladı, çocuğunun elini tuttu. Evdeki taşınabilir, küçük, tanrı heykellerini de aldılar, onlar önde karısı Creusa arkada yola çıktılar. Sağ kurtulan ve gitmek isteyen başka Truvalılar da kafileye katıldı, yola çıktılar.

Ancak buluşma yerine vardıklarında Aeneas Creusa’nın olmadığını gördü. Yangından kurtulamamıştı karısı. Babası ve oğlunu toplanma yerinde bıraktı, geri dönüp karısını aradı. Bulamadı. Creusa ölmüştü. Ruhu göründü Aeneas’a. Karısının öldüğünü anlayınca genç adamın kanı çekildi. Buza dönüşmüş gibi dondu kaldı. Creusa “Üzülme, bu tanrıların emri. Ben şehrimde öldüm, sen yola devam edecek, yeni bir şehir kuracaksın. Bir başkasıyla evleneceksin. Oğluma iyi bak” dedi.

Çaresiz, Aeneas yola devam etti…

 

  • Equō nē crēdite, Teucrī! Quidquid id est, timeō Danaōs et dōna ferentēs. 

("Do not trust the horse, Trojans! Whatever it is, I fear the Danaans, even when bringing gifts.")

Ata inanmayın! Hediye getirseler de Yunanlılardan korkarım.

Bu söz günümüz İngilizcesinde bir deyim olarak halen kullanılmaktadır: “Beware of Greeks bearing gifts” Düşmandan gelecek hediyeye inanılmaması güvenilmemesi gerektiğini anlatır.

Yeni yılda tüm okuyucularımıza sağlık, mutluluk, başarı, barış, huzur, bolluk, bereket dileklerimle…

 

 

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve ulusgazetesi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.