Belediyeler hakkında soruşturmalar, kayyumlar.
Tutuklanan gazeteciler. Sanatçılar, sinemacılar, gözaltılar…
Kirasını ödeyemeyen evler, işsiz babalar anneler, gelecekten umudu tüketmiş gençler, kör karanlıkta okula giden beslenmesi eksik çocuklar.
El yakan; manavlar, pazarlar.
Etin tadını unutanlar.
Kış kıyamette, sokakta barınan evsizler...
İlaç alamayan hastalar…
Her yeni doğan sabah yurdumun karşılaştığı manzaralar bunlar.
Eşitsizlikler, adaletsizlikler…
Hukuksuzluğun getirdiği güvensizlikle gelmeyen, gelenin durduğu yatırımlar…
Yurdumun dört bir yanında ağrı. Her bir yerinde derin sızı.
Unuttu insanlar gülmeyi. Nasıl bir duyguydu, bilmiyorlar.
Huzur dört nala bir at, artık kimse yakalayamıyor…
O yılı, bu yılı. Bu yıl şunun yılı. Sonunda geldi çattı kapıya, dayanacak güç kalmadı. İçine düştüğümüz dert yılı…
Derdini yak, yak ki alevlerin görünsün. İçine içine duman tütmesin…
Biliyorum, korkular var. Kendine korkmasa da çokluğuna çocuğuna korkuyor insanlar.
Susuyor. İçin için alev almamış odun gibi yanıp dumanı yüreğine yüreğine tüttürüyor...
Ama artık hepimiz; Sabahattin Ali’nin “İnsan derdinin üstüne oturdu mu deli olur.” Dediği noktadayız...
Bir hal, bir yol, bir çare bulup cesaret edemezsek ya tüte tüte ya da delire delire çökeceğiz...
Evet, verdik bir kere o sarı öküzü, artık hiçbir şeyi kontrol edemiyoruz.
Ama bilin ki; hayatta tek kontrol edebileceğin şey, ona nasıl karşılık verdiğindir.
Bu zulme vereceğiniz karşılık, artık bu ağır uykudan uyanmaktır.