Savaşçılar toplandılar, Truvalıların savaş çığlıkları göklere ulaştı. Yunanlılar sessiz ilerliyorlardı. Askerlerin yürüyüşünden toz bulutu kalkıyordu, dağların tepeleri pusluydu. Paris sırtına bir leopar kürk atmış, (zırh giymesi gerekiyordu ama neyse yakışıklılığı bozulmasın) ışıltılı silahlarını kuşanmıştı. Yunanlıların karşısına geçip, “çıkın meydana” diye bağırdı. Menelaus onu görünce sevindi, beklediği an gelmişti. Aç bir aslan gibi avının üzerine atlamaya hazırdı. Savaş arabasından yere atladı, Paris’e doğru koştu.
Paris onu görünce ürperdi, yılan görmüş gibi geriledi, arkadan gelen askerlerin arasına karıştı. Hektor bu manzarayı görünce çok sinirlendi, kardeşini azarlamaya başladı. “Yakışıklılıkla olmuyor bu iş, toprağa karışınca nasıl göründüğünün önemi olmayacak. Kendine güldürüyorsun, Truvalıları da rezil ediyorsun. Keşke hiç doğmasaydın. Hadi doğdun, hiç evlenmeseydin, başımıza bu belayı sarmasaydın! Esasında Truvalı askerlerin seni taş yağmuruna tutması gerekir şu anda” dedi.
Paris alttan aldı. “Beni azarlamakta haklısın ama tanrıların işine karışamayız, onların bize bahşettiği hediyeleri almamız gerekir, yoksa bize darılırlar (Bana Helen’i Afrodit verdi, ben ne yapayım, demek istiyor.) En iyisi biz Menelaus ile teke tek dövüşelim, bitsin bu iş” dedi ağabeyine.
Hector bu teklifi kabule etti savaş meydanına gidip, mızrağını yukarı, yere paralel bir şekilde kaldırıp “durun” işareti yaptı. Yunanlılar mızrak ve taş yağdırırlarken, Agamemnon durumu fark etti, savaşı durdurdu.
Konuşuldu, anlaşıldı ateşkes ilan edildi. Olan bitenin haberi saraya geldi. Kral ve saray erkanı savaşı surların üzerinden takip etmekteydiler.
Güzel Helen kendi dairesinde tığ işi yapmaktaydı. Gözleri yaşlı bu savaşın sahnelerini işliyor, derdini sanatıyla ifade ediyordu. (Eski Yunan ve Roma’da asil kadınların uğraşı olarak, tığ işlerini görüyoruz, burada aynı zamanda bu çorabı başımıza Helen ördü anlamında) O sırada saray kadınlarından biri gelerek, durumu ona haber verdi. “Menelaus ile Paris teke tek dövüşeceklermiş, gel biz de surların üzerine çıkıp izleyelim” dedi.
Helen yardımcılarıyla merdivenleri çıkarken bazı yaşlılar söyleniyor, “gitsin artık memleketine yeter” diyorlardı. Ancak Helen’i görünce herkes yeniden hayran oldu ona. Işıltılı elbisesi, sırtına aldığı şal ile her zamankinden güzeldi. Yalnız güzellik değil, aslında o da Zeus’un kızıydı, o sebeple farklı bir özellik vardı onda, sanki o da tanrıçalardan biriydi. Onu görenler “Paris’te kabahat bulamıyoruz, hangi adam olsa kaçırırdı Helen’i” dediler.
Truva Kralı Priam, “Gel kızım, bu savaş senin suçun değil, ben seni suçlamıyorum, tanrıların kararı bu, otur yanıma, şu uzaktaki Yunanlılar kim hepsini tek tek say bana” dedi. Helen gördüklerini, tanıdıklarını, hatırladıklarını anlattı. Herkesi saydıktan sonra “acaba benim ikiz kardeşlerim Castor ve Pollux neredeler, niye gelmediler” diye sordu kendi kendine. (Halbuki onlar daha yola çıkmadan ölmüşler) Bunu bilmiyordu, ailesi, arkadaşları, en çok da geride bıraktığı kızı burnunda tütüyor, memleket hasreti çekiyordu.
Savaş meydanında anlaşma sağlanmıştı. Anlaşmayı onaylaması için Kral Priam meydana davet edildi. O da koşulları kabul edince kurbanlar kesildi, etler yendi, şaraplar içildi, şarabın bir kısmı yere saçıldı. (Anlaşmadan dönenin kanı toprağa dökülsün anlamında)
Agamemnon ve Hektor kimin nerede duracağını ölçüp biçtiler, düello yapacak olan Paris ve Menelaus’u çağırdılar. Kura çekildi, ilk atışı Paris yapacaktı. Mızrağını fırlattı. Mızrak Menelaus’ un kalkanından sekti düştü, bu saldırı Menelaus’u etkilemedi bile. Sıra ona gelmişti. O da mızrağını savurdu. Mızrak şiddetle Paris’in kalkanını deldi, ancak Paris’in son anda dönmesiyle elbisesini sıyırdı geçti, yan tarafından.
Menelaus hırslandı, kılıcını çekti Paris’in başındaki bronz başlığa üst üste darbeler indirdi. Bu sefer kılıç kırıldı. Menelaus göklere bir sitem gönderdi “Zeus ne oluyor böyle, niye benim kılıcım kırılıyor? Sen benim kazanmamı istemiyor musun?” dedi
Sinirinden Paris’ i kaskından çekerek sürüklemeye başladı. Yunan mevzilerine doğru götürüyordu. Başlığın deri bağcıkları Paris’in boynuna dayanmış, nefesini kesiyordu. Paris son nefesini vermek üzereyken, Afrodit yetişti. Deri bağcıkları bıçağıyla kesti, etrafa sis yağdı, Paris’i kucakladığı gibi saraya, odasına götürüp attı. Sonra, yaşlı bir kadın kılığında surların üzerine çıktı, Helen’e durumu bildirdi, kocanın yanına git dedi.
Helen onu tanımıştı, her ne kadar yaşlı kılığına girmiş olsa da güzel boynu, yuvarlak, diri göğüsleri onu ele veriyordu. “Tanrıçam niye geldin? Yine mi başıma iş açacaksın. Ben artık o korkağı istemiyorum. Menelaus’ a gideceğim” diyerek Afrodit’e karşı geldi. Afrodit ısrar edince “Paris’i çok seviyorsan, tanrıçalıktan istifa et, sen evlen onunla” dedi. Afrodit “Sen kim oluyor da bana hakaret ediyorsun, doğru odana, Paris’in yanına. Ben tanrıçayım, sen sıradan bir insansın, haddini bil” dedi.
Helen mecburi odasına gitti. Paris’e onu istemediğini söyledi. Paris aldırmadı, güzel Helen’in gönlünü alıp yatağa götürmeyi başardı.
Dışarıda elinde Paris’in bronz savaş kaskı, o kaskı üzerindeki at kılı süslerden tutmuş olan Menelaus ‘un elinde kaldı. Ne olduğunu anlayamadı, hırsla kaskı tuttuğu gibi kendi askerlerine doğru fırlattı. (Savaşta hasmının silahlarını zırhını başlığını almak adettendi. Bu bir şeref meselesi sayılıyordu.)
Agamemnon, Paris’ in ortadan kaybolmasının bir şeyi değiştirmeyeceğini, düelloyu Menelaus ‘un kazandığını, Helen’in kendilerine verilmesi gerektiğini söyledi.
Bir yerde akıl, mantık bir yerde duygular var. Bu hikayedeki karakterler duygularına yeniliyorlar, ötesini düşünmüyorlar. Agamemnon ve Aşil, gururlarının esiri olurken, Paris ve Helen ise kendileri için çıkmış olan savaşa aldırmadan aşklarını yaşıyorlar. Olup bitenin gerçek kabahatlisi de tanrılar oluyor. Afrodit Helen’i Paris’e vadetmekle bu savaşı başlattığı gibi, savaşı sona erdirmek için düzenlenmiş olan düelloyu da Paris’i kaçırarak bozdu. Taraflardan biri yenilseydi savaş bitecekti.
Bu bölümde karakter özelliklerini vurgulayarak Homer sanatını göstermiş oldu.
#İlyada 3. Bölüm
Not: İlyada’yı İngilizce olarak dinlemek isteyenler için YouTube da İngiliz sanatçı Derek Jacobi’nin okuduğu sesli kitap mevcut.