Aeneas ve arkadaşları denize açıldıklarında yine bir fırtına çıktı. Bu fırtınayla yola çıktıkları yere, Sicilya’ya geri dönmüş oldular. Tam bir yıl önce babasının öldüğü Drepanum (bugünkü Trapani) limanına sığındılar. Aeneas babası için bir anma töreni düzenledi, kurbanlar kesildi, babasının onuruna spor karşılaşmaları düzenlendi. Yalnız mezardan çıkan bir yılan onları şaşırttı.
Olimpiyatlara benzer bu spor ve rekabet atmosferi moralleri yükseltmiş, Truvalıları mutlu etmişti. Bir kısmı Sicilya’da kalmak ve yola devam etmemek istedi. Hera (Juno) da onların orada kalmasını istiyordu, tanrıça İris’i gönderdi. İris kadınları isyana teşvik etti. Kadınlar toplanıp Aeneas’a artık oradan oraya gitmekten bıktıklarını, Sicilya’da kalmak istediklerini söylediler. Erkekler yarışmaları seyrederek mutlu olurken, kadınlar hala yerimiz yurdumuz belli değil, yedi senedir oradan oraya savrulup duruyoruz diye üzülmekteydiler.
Hazır erkekler kim daha iyi yumruk attı, kim daha hızlı koştu, kim daha iyi kürek çekti, ok attı falan derken, kadınlar limana inip, gemileri ateşe verdi.
Bunun üzerine Aeneas hemen Zeus’a (Jüpiter) dua etti, “Ya bu yangını söndür ya benim canımı al” dedi. Gök delindi, şakır şakır yağmur indi, gemiler kurtarıldı. Aeneas düşünüp taşındı, rüyasına giren babasına danıştı, onun da onayıyla kalmak isteyenlere müsaade etti. Sicilya’nın kralıyla anlaştılar, Truvalılara yer gösterildi, şehrin sınırları çizildi, hemen Venüs için bir tapınak yapıldı, Anchises’in mezarına bakması için de bir rahip atandı.
Dokuz gün dini törenler yapıldıktan sonra yola çıktılar. Venüs, oğlu Aeneas sağ salim İtalya kıyılarına varsın diye, Neptün’e gidip durumu anlattı, denizler duruldu. Ancak Neptün bu iyiliğine karşılık bir kurban istedi. Bu husus üzerinde de anlaşıldıktan sonra, uyku tanrısı Somnus gelip, dümen başındaki Polinur’u uyuttu. Usta gemici denize düştü. Seslendiyse de duyan olmadı. Bir müddet sonra geminin kaptansız kaldığını anlayan Aeneas dümene geçti.
(Yola çıkarken birini kurban vermek destanlarda görülen bir özellik. Geçmiş çağlarda insan kurban edilmesine bir örnek teşkil ediyor.)
Napoli yakınlarında Latince ismi Cumae olan “Cuma Arkeoloji Parkı” vardır. Buraya M.Ö. 8.yüzyılda Yunanlılar gelip yerleşmişler. Orada bir mağara varmış. Efsaneye göre Sybil adı verilen bir kâhin hanım varmış. Sybil kelimesinin kendisi kâhin anlamına geliyor. Sicilya’dan yola çıkıp Napoli’ye vardıklarında, Aeneas bu mağaraya geldi ve Apollo’dan kehanette bulunmasını istedi. Yola nasıl devam etmesi gerektiğini bilmek istiyordu. Apollo Sybil aracılığıyla Aeneas’a, “önlerinde yaman bir yolculuk olduğunu, Hera (Juno) nın onlara karşı planlar hazırladığını” söyledi.
Aeneas, ona “artık bu zorluklara alıştığını ancak tek istediğinin öte aleme göçmüş olan babasının ruhuyla görüşebilmek olduğunu” anlatarak yardım istedi. Bu isteğini gerçekleştirebilmek için bir altın dal (golden bough) bulması ve onun sayesinde yeraltı dünyasını görebileceği söylendi kendisine. Gökten iki güvercin indi, Aeneas onları annesinin gönderdiğini anladı. Kuşlar ormanda altın dalı gösterdiler ona. Dalı kolaylıkla kopardı eline aldı.
Sybil ile birlikte bir mağaraya inip, ilerlediler. Orada bir yeraltı ırmağı olan Acheron’a rastladılar. Bu ırmaktan karşıya geçmek için ruhlar beklemekteydi. Kayıkçı Karon, önce Aeneas’ı karşıya geçirmek istemese de altın dalı görünce razı oldu. Karşı kıyıya, ölülerin yanına geçtiler. Azap çekmekte olanları ve çeşitli korkunç sahneler gördüler.
Birden kahramanımızın karşısına Dido’nun ruhu çıktı. Dido ona kendisini terk ettiği için nasıl intihar ettiğini anlattı. Aeneas, çok üzüldü ağlayarak durumu açıklamaya çalıştı ama Dido onun yanında daha fazla kalmadı, yüzüne bile bakmadı döndü gitti.
Gittiği yerde kendisini çok sevdiği genç yaşta ölen ilk kocası sevgiyle bekliyordu. Dido öte alemde yeniden mutluluğu bulmuştu.
Kraliçe uzaklaştıktan sonra Aeneas, savaşta ölen pek çok Truvalı ve Yunanlı gördü. Truvalılar yanına gelirken Yunanlılar uzak duruyorlardı.
Kendilerine iki yol gösterildi. Solda Tartarus (Cehennem) sağda, Elyseum (Cennet) vardı. Tartarus’da günahkâr ruhların yanı sıra Zeus’a karşı gelmiş olan Titanlar (devler) hapishanesi de görünüyordu. Ama bunlara bakacak vakit yoktu. Öte aleme gelmelerinin esas nedeni Aeneas’ın babasını görmek son kez konuşmak istemesiydi.
Burayı geçip, uzun bir yol yürüdükten sonra, Cennet bahçesine vardılar. Orada üzerinde çeşitli hikayeler resmedilmiş bir kapı gördüler Aeneas kapıyı hayranlıkla seyrettikten sonra elindeki altın dalı kapının önüne bırakıp cennete girdi. Anchises’in ruhunu buldular. Aeneas üç kez babasına sarılmak istese de kolları boşluğu sardı. Karşısında sadece bir hayalet vardı. Yine de onunla konuşabiliyordu.
Aeneas, ileride gördüğü bir başka ırmağı sordu. Anchises ona bu ırmağım unutma ırmağı Lethe olduğunu anlattı. Ruhlar burada ırmağın suyundan içip, eski hayatlarını unutuyor, dünyaya tekrar gelmek için hazırlanıyorlarmış. Yıkanıp arınan ruhların bazıları reenkarnasyon yoluyla dünyaya tekrar geliyordu.
Ancak Anchises gibi olgun ve sükûnete ermiş bazı ruhların yeniden dünyaya dönmesi gerekmiyor, onlar hep cennette kalıyorlardı. Anchises, oğluna Roma’nın geleceğini anlattı ve dünyaya yeniden dönecek olan ruhlar arasında bulunan kişileri tanıttı.
Bu ruhların içinde Aeneas’ın ileride Lavinya ile yapacağı evlilikten doğacak oğlu Silvius, Roma şehrinin kurucusu olacak olan Romulus, Aeneas’ın Truva da doğan oğlu Ascantius’un soyundan gelen Julius Caesar, yeğeni Augustus, Augustus’un yeğeni ve aynı zamanda varisi, genç yaşta ölen Marcellus vardı.
Anchises oğluna bu kişileri gösterdikten sonra onu ve yanındakileri yalancı rüya kapısına getirdi. Oradan Aeneas, dünyaya geri döndü.
Aeneas Destanı’nın en önemli bölümü Roma tarihinin anlatıldığı bu 6. Bölümdür. İç savaşların yaşandığı Julius Caesar zamanında doğan ve Roma’da barışın sağlandığı Augustus devrinde yaşamış olan Virgil, Roma için bir kuruluş destanı yazmış.
“Şanlı tarihi” başlangıç noktasından ele alıp anlatmış. Bu eser imparatorluğa ve Augustus’a bir övgü olarak da okunabilir, üstü kapalı bir imparatorluk eleştirisi olarak da.
“Yalancı rüya” kapısından geçip, uyku halinde geçiyor dünyaya. Belki de “bunların hepsi yalan hepsi rüya” demek istiyor.
Fakat Virgil’in kalemi çok kuvvetli sözleri çok etkiliydi. Daha önce belirttiğim gibi MÖ. 146 yılında Roma hem Kartaca hem de Korint’e karşı kesin zafer elde ederek Akdeniz’in tek hâkimi olmuştu. Truva’da başlayan bu hikâye Roma’nın Yunanistan’ı yenmesiyle tamamlanmış, destansı açıdan bakıldığında, Truvalıların intikamı alınmıştı.
Her toplumda olan kuruluş efsanelerine Romalıların da ihtiyacı vardı. Nesilden nesile anlatılan hikayeleri Virgil bir destan halinde yazmıştı.
Virgil, M.Ö. 19 yılında Yunanistan gezisine çıktı. Eserde adı geçen yerleri inceledi, eseri henüz bitmemişti ama bu gezide hastalandı ve Augustus’un isteğiyle dönüş yolculuğuna başladı. Brindisi limanına vardıklarında öldü. Eseri daha tamamlanmamış olduğu için yakılmasını istedi ancak Augustus’un isteğiyle bu vasiyeti yerine getirilmedi basıldı.
O tarihten sonra da günümüze kadar okunmaya devam etti.