Elif MAT ERKMEN - Araştırmacı-Yazar
Köşe Yazarı
Elif MAT ERKMEN - Araştırmacı-Yazar
 

PARİS’İN HAKEMLİĞİ

Bazı yerlerin özel bir enerjisi olur, insanı mıknatıs gibi kendisine çeker. Bizim memleketimiz de öyledir.  Adeta dünyanın merkezi gibi, Doğu ve Batı’nın kesiştiği, tarihin kültürün doğal güzelliklerin bize cömertçe sunulduğu bereketli topraklar üzerinde kurulmuş bir ülkedir. Üç tarafımız denizlerle çevrilidir.  Denizin enerjisi, bereketi farklıdır. Deniz hem ayırır hem birleştirir.  Ege medeniyeti denizin iki tarafıyla birlikte bir bütündür. Antik Yunan medeniyeti Batı medeniyetinin temeli sayılmaktadır. Doğu ile Batı arasındaki çizgi Ege Denizinden, Boğazlardan ve Marmara denizinden geçer; bir taraf Avrupa bir taraf Asya’dır. Deniz kenarında o enerjiyi hissederiz. Nefesimiz açılır, kalbimiz ferahlar, uzaklara dalarız, beynimiz kendini bilgisayar lisanıyla söyleyecek olursak “reset” eder, yeniden başlar. Sorunlar artık o kadar büyük görünmez.  Daha büyük resme bakabiliriz. Hayatın anlamını daha iyi kavrarız. Bugünkü konumuz çok eskilerden, antik şehrimiz Troya’dan, meşhur Troya Savaşı’na yol açan Paris’in Hakemliği hikayesi. Paris Troya kralı Priam’ ın oğullarından biridir. Vaktiyle Troya çok zengin bir krallıkmış Doğu -Batı arasında önemli bir ticaret ve kültürel merkezmiş. Aynı zamanda Çanakkale Boğazının hemen güneyinde yer alması nedeniyle antik çağlarda gemilerin boğaza giriş veya çıkışta uğradıkları alışveriş yaptıkları bir liman kentiymiş. Emlak uzmanlarının tabiriyle, “Location, location, location!” (Bir gayrimenkul için en önemli üç şey: “konum, konum, konum.”) Arkeolojik araştırmalara göre Troya’da 9 kat medeniyet varmış. Şehir zaman zaman saldırılara uğramış, depremler olmuş ve tekrar, tekrar inşa edilmiş. Bugün eski konumunu kaybetmiş, deniz kıyısından daha içeride kalıyor. Efsanelere göre şehir, denizler tanrısı Poseidon’ un yardımıyla inşa edilmiş ancak Troyalılar “Poseidon’a yeteri kadar saygı göstermediği, ona kurban vermediği” için Poseidon şehirden korumasını kaldırmış. Antik çağlarda şehrin surları o kadar sağlam ve güçlüymüş ki “Bu duvarlar tanrılar tarafından yapıldı ancak tanrılar tarafından aşılabilir” deniyormuş. Gerçekten de surlar üzerinde bir at arabasıyla geçilebilecek kadar genişmiş. Şehrin kaderi Yunan efsanelerine göre bir güzellik yarışmasıyla değişmiş. O günlerde Kaz dağlarında bir düğün yapılacakmış. Düğüne bütün tanrılar davet edilmiş, tek eksik Eris adı verilen anlaşmazlık tanrıçasıymış. Düğünde bir tatsızlık çıkmasın diye çağrılmamış. Ancak o yine de haber alarak gelmiş.  Bu duruma üzüldüğü için, “Ben size sorarım” diyerek, bir altın elmayı üzerine “En güzele” yazarak düğünün ortasına fırlatmış. Tanrıçalar hemen bu elmaya sahip olmak istemişler, aralarında anlaşamayınca Zeus’ a danışmışlar. Zeus, bu tehlikeli konuya girmek istememiş. Güzellik yarışmasında hakemlik görevini Priam’ın oğlu Paris’e vermiş. Haberci tanrı Hermés, hanımları Paris’in bulunduğu yere götürerek, kendisine görev verildiğini söylemiş. Paris bu görevi memnuniyetle kabul etmiş ancak üç güzel kraliçe arasında bir seçim yapamamış. Zeus’un eşi Hera, “Ben Tanrılar arasında kraliçeyim, en güzel benim, bu elma benim hakkım” diyerek kendisini seçmesi için Paris’e hem Doğu’yu hem Batı’yı vaat etmiş. (Türkiye ve Yunanistan)  (Bu topraklarda rüşvetin geçmişi antik çağa kadar uzanıyor demek ki.) Athena atılmış. “Ben Zeus’un kızıyım, bilgelik ve savaş tanrıçasıyım, sen bir çobansın dünya işlerini bilmezsin, eğer sana Doğu ve Batı verilse bile, topraklarını savunamazsın. Beni seçersen sana savaş sanatını öğretirim, girdiğin bütün mücadelelerden galip çıkarsın”, demiş. Afrodit ise, saçlarını şöyle bir savurmuş, “Bir dakika, (one minute!) ben sana belki bunları veremem ama Aşk ve Güzellik Tanrıçası kim? Elbette ki bu elma benim hakkım, beni seçersen sana dünyanın en güzel kadınını veririm” demiş. Bunun üzerine delikanlı fazla düşünmeden elmayı Afrodit’e vermiş. (Zaten zamanını düşünmekle geçirecek biri değildi) Peki ama Troya Kralı Priam’ın oğlu Paris niye sarayda değildi de, dağda çobanlık yapıyordu? Paris annesinin karnındayken biraz yaramazmış, annesi bir gece rüyasında ateş topu doğurduğunu görmüş. Bu rüyadan korkarak, kahinleri çağırıp manasını sormuş. Kahinler ona demiş ki "bu çocuk ileride size dert olacak, bunun yüzünden Troya şehri yanıp yıkılacak, aman bu çocuğu sarayda ve bu şehirde tutmayın doğunca uzaklaştırın, ölüme terk edin, yaşamasın!" Paris’in anne ve babası bu duruma çok üzülmüşler ama yapacak bir şey olmadığına inanarak yeni doğan bebeklerini bir çobana vermişler. Çobandan bebeği dağ başına bırakıp ölüme terk etmesini istemişler. (Pagan dönemlerinde maalesef insanların bakamayacağı çocuklarını ölüme terk ettikleri oluyordu. Sanırım “keşke yaşasaydı” diyerek sonradan böyle efsaneler uyduruluyordu). Çocuğu olmayan çoban ve hanımı bebeği öldürmeye kıyamayıp, kendileri büyütmüşler. Bebek, bir prens olarak sarayda büyüyüp, eğitim göreceğine, dağda çoban olarak yetiştirilmiş. İşte ne olduysa bundan sonra olmuş. Paris’in altın elmayı Afrodit’e vermesiyle Afrodit en güzel tanrıça seçilmiş.  Peşine delikanlı hemen önemli konuyu sormuş: “Nerede beni tanıştıracağın güzel hanım?” Bu sorunun cevabı Latince ’de “casus belli” dediğimiz savaş sebebi. Paris’in bu güzellik yarışmasındaki hakemliği “Judgement of Paris” ismiyle çeşitli resimlere konu olmuştur.  (François-Xavier Fabre) Not: Bazen bu hikayedeki Paris'in Fransa'nın başkenti ile bir ilgisi var mı diye merak edilir. İlgisi yoktur. Başkent Paris adını Seine nehri kıyısında yaşamış olan Pari kabilesinden almıştır.            
Ekleme Tarihi: 11 Ekim 2024 - Cuma

PARİS’İN HAKEMLİĞİ

Bazı yerlerin özel bir enerjisi olur, insanı mıknatıs gibi kendisine çeker. Bizim memleketimiz de öyledir.  Adeta dünyanın merkezi gibi, Doğu ve Batı’nın kesiştiği, tarihin kültürün doğal güzelliklerin bize cömertçe sunulduğu bereketli topraklar üzerinde kurulmuş bir ülkedir. Üç tarafımız denizlerle çevrilidir.  Denizin enerjisi, bereketi farklıdır. Deniz hem ayırır hem birleştirir.  Ege medeniyeti denizin iki tarafıyla birlikte bir bütündür. Antik Yunan medeniyeti Batı medeniyetinin temeli sayılmaktadır.

Doğu ile Batı arasındaki çizgi Ege Denizinden, Boğazlardan ve Marmara denizinden geçer; bir taraf Avrupa bir taraf Asya’dır.

Deniz kenarında o enerjiyi hissederiz. Nefesimiz açılır, kalbimiz ferahlar, uzaklara dalarız, beynimiz kendini bilgisayar lisanıyla söyleyecek olursak “reset” eder, yeniden başlar. Sorunlar artık o kadar büyük görünmez.  Daha büyük resme bakabiliriz. Hayatın anlamını daha iyi kavrarız.

Bugünkü konumuz çok eskilerden, antik şehrimiz Troya’dan, meşhur Troya Savaşı’na yol açan Paris’in Hakemliği hikayesi.

Paris Troya kralı Priam’ ın oğullarından biridir. Vaktiyle Troya çok zengin bir krallıkmış Doğu -Batı arasında önemli bir ticaret ve kültürel merkezmiş. Aynı zamanda Çanakkale Boğazının hemen güneyinde yer alması nedeniyle antik çağlarda gemilerin boğaza giriş veya çıkışta uğradıkları alışveriş yaptıkları bir liman kentiymiş. Emlak uzmanlarının tabiriyle, “Location, location, location!” (Bir gayrimenkul için en önemli üç şey: “konum, konum, konum.”)

Arkeolojik araştırmalara göre Troya’da 9 kat medeniyet varmış. Şehir zaman zaman saldırılara uğramış, depremler olmuş ve tekrar, tekrar inşa edilmiş. Bugün eski konumunu kaybetmiş, deniz kıyısından daha içeride kalıyor.

Efsanelere göre şehir, denizler tanrısı Poseidon’ un yardımıyla inşa edilmiş ancak Troyalılar “Poseidon’a yeteri kadar saygı göstermediği, ona kurban vermediği” için Poseidon şehirden korumasını kaldırmış.

Antik çağlarda şehrin surları o kadar sağlam ve güçlüymüş ki “Bu duvarlar tanrılar tarafından yapıldı ancak tanrılar tarafından aşılabilir” deniyormuş. Gerçekten de surlar üzerinde bir at arabasıyla geçilebilecek kadar genişmiş.

Şehrin kaderi Yunan efsanelerine göre bir güzellik yarışmasıyla değişmiş. O günlerde Kaz dağlarında bir düğün yapılacakmış. Düğüne bütün tanrılar davet edilmiş, tek eksik Eris adı verilen anlaşmazlık tanrıçasıymış. Düğünde bir tatsızlık çıkmasın diye çağrılmamış. Ancak o yine de haber alarak gelmiş.  Bu duruma üzüldüğü için, “Ben size sorarım” diyerek, bir altın elmayı üzerine “En güzele” yazarak düğünün ortasına fırlatmış.

Tanrıçalar hemen bu elmaya sahip olmak istemişler, aralarında anlaşamayınca Zeus’ a danışmışlar. Zeus, bu tehlikeli konuya girmek istememiş. Güzellik yarışmasında hakemlik görevini Priam’ın oğlu Paris’e vermiş.

Haberci tanrı Hermés, hanımları Paris’in bulunduğu yere götürerek, kendisine görev verildiğini söylemiş. Paris bu görevi memnuniyetle kabul etmiş ancak üç güzel kraliçe arasında bir seçim yapamamış.

Zeus’un eşi Hera, “Ben Tanrılar arasında kraliçeyim, en güzel benim, bu elma benim hakkım” diyerek kendisini seçmesi için Paris’e hem Doğu’yu hem Batı’yı vaat etmiş. (Türkiye ve Yunanistan)

 (Bu topraklarda rüşvetin geçmişi antik çağa kadar uzanıyor demek ki.)

Athena atılmış. “Ben Zeus’un kızıyım, bilgelik ve savaş tanrıçasıyım, sen bir çobansın dünya işlerini bilmezsin, eğer sana Doğu ve Batı verilse bile, topraklarını savunamazsın. Beni seçersen sana savaş sanatını öğretirim, girdiğin bütün mücadelelerden galip çıkarsın”, demiş.

Afrodit ise, saçlarını şöyle bir savurmuş, “Bir dakika, (one minute!) ben sana belki bunları veremem ama Aşk ve Güzellik Tanrıçası kim? Elbette ki bu elma benim hakkım, beni seçersen sana dünyanın en güzel kadınını veririm” demiş.

Bunun üzerine delikanlı fazla düşünmeden elmayı Afrodit’e vermiş. (Zaten zamanını düşünmekle geçirecek biri değildi)

Peki ama Troya Kralı Priam’ın oğlu Paris niye sarayda değildi de, dağda çobanlık yapıyordu?

Paris annesinin karnındayken biraz yaramazmış, annesi bir gece rüyasında ateş topu doğurduğunu görmüş. Bu rüyadan korkarak, kahinleri çağırıp manasını sormuş. Kahinler ona demiş ki "bu çocuk ileride size dert olacak, bunun yüzünden Troya şehri yanıp yıkılacak, aman bu çocuğu sarayda ve bu şehirde tutmayın doğunca uzaklaştırın, ölüme terk edin, yaşamasın!"

Paris’in anne ve babası bu duruma çok üzülmüşler ama yapacak bir şey olmadığına inanarak yeni doğan bebeklerini bir çobana vermişler. Çobandan bebeği dağ başına bırakıp ölüme terk etmesini istemişler. (Pagan dönemlerinde maalesef insanların bakamayacağı çocuklarını ölüme terk ettikleri oluyordu. Sanırım “keşke yaşasaydı” diyerek sonradan böyle efsaneler uyduruluyordu).

Çocuğu olmayan çoban ve hanımı bebeği öldürmeye kıyamayıp, kendileri büyütmüşler. Bebek, bir prens olarak sarayda büyüyüp, eğitim göreceğine, dağda çoban olarak yetiştirilmiş.

İşte ne olduysa bundan sonra olmuş. Paris’in altın elmayı Afrodit’e vermesiyle Afrodit en güzel tanrıça seçilmiş.  Peşine delikanlı hemen önemli konuyu sormuş:

“Nerede beni tanıştıracağın güzel hanım?”

Bu sorunun cevabı Latince ’de “casus belli” dediğimiz savaş sebebi.

Paris’in bu güzellik yarışmasındaki hakemliği “Judgement of Paris” ismiyle çeşitli resimlere konu olmuştur.  (François-Xavier Fabre)

Not:

Bazen bu hikayedeki Paris'in Fransa'nın başkenti ile bir ilgisi var mı diye merak edilir. İlgisi yoktur. Başkent Paris adını Seine nehri kıyısında yaşamış olan Pari kabilesinden almıştır.

 

 

 

 

 

 

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (1)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve ulusgazetesi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Memo
(11.10.2024 20:40 - #2010)
Harika.Guzel yazılarınızın devamını bekliyoruz.
Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve ulusgazetesi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
(0) (0)
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.