Ben İlyada’yı ilk kez öğrencilik yıllarımda okumuştum. Lise miydi üniversite miydi hatırlamıyorum ama isimlerin çokluğu ve yabancılığı okuma zevkini azaltıyor, diye düşündüğümü hatırlıyorum. Umarım bu yorumlarımda isimlerin çokluğu ve karmaşası okuyucuları yormaz. Yedinci bölümdeyiz.
Hektor’un sevgili eşi Andromahi savaşı surların üzerinde izliyor ve hem Truva’nın hem de kendi ailesinin geleceğinden endişe ediyordu. Hektor, savaşın erkek işi olduğunu söyleyerek onu evine yolladı.
Savaş erkek işiydi ama neticesinde olan gene kadınlara oluyordu. Evi barkı dağılıyor, kocası kardeşleri ölüyor, kendisi çocukları esir alınıyordu.
Tarihte ne yazık ki savaş hep erkek işi olmuş, karar vericiler, kimsenin gözünün yaşına bakmadan savaş ilan etmişlerdi. Birinci Dünya Savaşından önce başlayan kadınların seçme seçilme hakkı mücadelesi ancak savaşın sonuna doğru neticelenmiş, Fransız kadınları ise haklarına İkinci Dünya savaşından sonra kavuşmuşlardı. İsviçre’de bu 1956’yı buldu. Biz de kadınların seçme ve seçilme hakkına kavuşması 1934 yılındadır.
Hektor, kardeşi Paris ile birlikte savaş meydanına koştu. Truvalılar canla başla savaşıyor, iki taraf birbirini yenemiyordu.
Athena Yunanlıların kazanamadığını görünce koşup gelmişti, onun geldiğini Bergama’daki tapınağından gören Apollo ise hemen yetişti. İkisi kendi aralarında konuştular, bu kadar kişinin ölmesi yerine yine düello yapılmasının daha iyi olacağına karar verdiler. Akbaba gibi meşe ağacının dallarını yerleşip olan biteni seyretmeye koyuldular.
Hektor’un kâhin olan kardeşi Helenus yine araya girdi. O tanrıların düşüncelerini hissedebiliyordu, onlardan aldığı ilhamla Hektor’un yanına gitti. Hektor’a dedi ki: ‘Hektor, sen nasılsa bugün ölmeyeceksin, daha ecelin gelmedi, en iyisi gene Yunanlılara düello teklif et. Bu sefer, sen onlardan biriyle çarpış, bu savaş böyle devam edemez”
Hektor bu fikri kabul ederek, Yunanlılara seslendi. İçlerinden birinin ortaya çıkıp kendisiyle teke tek dövüşmesini istedi.
Hektor çok kuvvetli olduğu için önce kimse cesaret edemedi. Sonra Menelaus ortaya çıktı, ne de olsa bu savaş onun eşi Helen yüzünden başlamıştı. Ancak Agamemnon, kardeşi Menelaus’u tehlikeye atmak istemedi. “Bırak başkası savaşsın” dedi.
Bunun üzerine yaşlı bilge Nestor kalkıp Yunan tarafını yüreklendirici bir konuşma yaptı. “Ben genç olsam savaşırdım” dedi. Mahcup olan savaşçılar tek tek ayağa kalktılar. Tam dokuz savaşçı Hektor ile savaşmaya talip olmuştu. Kura çekildi. Hektor’ a karşı savaşma onuru Büyük Ayaks’a düştü.
Aristokrat kelimesi Yunancada en iyiler anlamına geliyor. Ariste savaşta kazanılan onuru ifade ediyor. Bir savaşı kazandıklarında, o galibiyet savaşçıya büyük bir onur olacak. Eğer Ajaks bu savaşı Hektor’a karşı kazanırsa öldüğünde bedeni Çanakkale Boğazı’nda bir tepeye defnedilecek, oradan geçen gemilerdeki insanlar “İşte Hektor’u yenen adam Büyük Ajaks burada yatıyor” diyecekler.
Bunun üzerine düello konusunda anlaşıldı. İki savaşçı da önce aralarında konuşup sonra olanca güçleriyle savaşıp, birbirini yenmeye çalıştı, Hektor’un dizleri tutmaz olunca Apollo ona yardım ederek ayakta tuttu. İkisi de yenemeyince, Yunan tarafındakiler “artık akşam oldu, dövüşmeyi bırakın” dediler.
Geçmiş savaşların iyi tarafı hiç olmazsa karanlığın inmesiyle savaşa ara verilmesiydi, günümüzde gece gündüz bombalamalar devam etmek de. Bir an için bile huzur yok. Bunun gibi eskiden savaşlar mevsimseldi. Kış gelmeden seferin bitip ordunun karargâhına dönmesi gerekiyordu. Modern dönemde bu da ortadan kalktı.
Eskiden savaşa ara verilip yaralılara bakılması ölülerin gömülmesi de gerekiyordu. Ölüler gömülmeyince hastalık yayılıyor bu sefer de askerler hastalıktan kırılıyordu. Bu yüzden ileri gelenler savaşa ara verilmesini ölülerin gömülmesini veya cenaze ateşi yakılıp törenle duayla yakılmalarını istediler. İlyada da şehit olan askerlere her iki tarafın da büyük saygı gösterdiğini anlıyoruz.
Yunan tarafı Truva kalesini alamayacağını anlamıştı, dahası giderek gerilemek durumunda kalıyorlardı. Yaşlı bilge Nestor, gemilerini ve kamplarını savunmak üzere bir duvar inşa edip, etrafına da hendek kazmaları gerektiğini söyledi. Herkesin istediği bu savaşa ara verildiği dönemi en iyi şekilde değerlendirmekti.
Onlar bu konuyu konuşurlarken Truva kalesinde toplanan kurulda bilge Antenor söz aldı, artık Helen’in geri verilmesini ve savaşın sona erdirilmesini teklif etti.
Paris hemen bu fikre itiraz etti. Helen’i vermek istemediğini ama Helen ile birlikte getirdiği hazineleri üzerine kendisi de ekleme yaparak geri verebileceğini söyledi.
Ertesi gün Yunanlılara bir elçi yollanarak Paris’in teklifi iletildi.
Diomedes ayağa kalkarak bu teklife şiddetle itiraz etti. Truvalılar Helen’i kaçırmakla kendi boyunlarına ip dolamış oldular, artık kurtulamazlar biz bu şehri ele geçireceğiz. Helen’i geri verseler bile savaştan vazgeçmeyeceğiz mealinde konuştu. Çünkü bu ordunun esas derdi Helen’i almak değil, Truva’yı yağmalamaktı.
Hummalı bir çalışma başladı. Hem cenaze hazırlıkları yapılıyor, hem Yunanlılar kendi duvarlarını örüyorlardı.
Yalnız bu duvar işinden Poseidon rahatsız oldu. Truva’nın duvarlarını örmeye o yardım etmişti. Şimdi kendisinden habersiz Yunanlıların duvar örmesine kızdı. Zeus’a onları şikâyet etti.
Poseidon hem deniz tanrısı hem de depremleri felaketleri o yapıyor. Onun için Zeus ona üzülmemesi gerektiğini, şimdi bu duvara izin vermesini, savaştan sonra istediği zaman gene duvarı yıkabileceğini söyledi.
Askerler işleri bitince gene yiyip içtiler gecenin tatlı uykusuna kendilerini bıraktılar. O sırada Zeus planlar yapmaya devam ediyordu…