Şimdi aynı dönemde Mustafa Kemal’in neler yaptığına bir bakalım:
Mustafa Kemal henüz Askeri İdadi’de iken Namık Kemal, Abdülhak Hamit, Ahmet Mithat
ve tarihçi Murat Bey’in yazılarını okuyor, bu kitaplardaki milli bilinç ve özgürlük ruhuyla
besleniyordu. Voltaire, Montesguieu, Rousseau gibi batılı düşünürleri hem okuyor ve hem de
onların fikirlerini arkadaşlarıyla tartışıyordu. Harp Okulu yıllarında memleket meseleleriyle daha
fazla ilgilenmeye başlayan Mustafa Kemal, O dönemlerde yurtiçinde basılması yasak olduğu için
eşitlik, hürriyet gibi kavramların işlendiği eserleri yurt dışından özel surette temin ederek gizli
gizli okumaktadır. Mustafa Kemal ile çağdaş olan Hikmet Bayur’un anlattığına göre Atatürk, bu
kitapları yatakhanede, kötü ışık şartlarında okuyor ve uzun düşüncelere dalıyordu. Harp
akademisinde, çocukluk yıllarında başlayan birikimlerini ve siyasal gözlemlerini arkadaşlarına da
anlatabilmek için el yazısıyla bir gazete çıkarmaya karar vermiş ve bu gazetenin çoğu yazılarını
tek başına yazmıştır.
Harp okulunda okuduğu yıllar da yine Namık Kemal ve Abdülhak Hamit gibi yazarların
eserlerinin yasaklı olduğu yıllardır. Mustafa Kemal ise bu eserleri elde edip yatağının içinde
gizlice okuyordu. Sınıf arkadaşı Ali Fuat Cebesoy anılarında; onun bir gün gece vakti yanına
gelip, Namık Kemal’in teksir edilmiş “Vatan Kasidesini” vererek “Fuat kardeşim bunu
ezberleyelim” dediğini ve bu kasideyi büyük bir heyecanla okuduğunu anlatır. Özet olarak
Mustafa Kemal özellikle askeri öğrencilik yılları başladıktan sonra ülkesinin ve milletinin
içerisinde bulunduğu karanlık durumu ve kötüye gidişi görmüş, insan üstü bir gayretle okuyarak,
bilgilenerek, kendisini geleceğe hazırlamaya başlamıştır.
Nitekim 11 Ocak 1905’de Harp Akademisi’ni bitiren Mustafa Kemal, mezuniyetinden bir
kaç ay sonra o dönemde yeni kurulan gizli “Vatan Komitesi”ne girip önce komitenin maarif ve
teşkilatlanma işlerini üstlendi ve kısa süre sonra da liderliğini eline aldı. İttihat ve Terakki
Cemiyeti ile benzer hedefleri olan bu komitenin adını “Vatan ve Hürriyet Cemiyeti”ne
dönüştüren Mustafa Kemal, öncelikle kendisiyle benzer fikirleri savunan bazı subaylarla temasa
geçerek bu gizli cemiyetin Kudüs’te, Yafa’da ve Beyrut’ta birer hücresini açtı. Daha sonra Şubat-
Mart 1906’da Selânik’e giderek Vatan ve Hürriyet Cemiyeti’nin Selanik Şubesi’ni kurup,
cemiyetin faaliyetlerini burada yoğunlaştırma çabasına girişti. Dikkat ediniz Mustafa Kemal bu
işleri yaparken henüz 24-25 yaşlarındadır.
Görülüyor ki Mustafa Kemal, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin faal olduğu yıllarda, onun
dışında başka yollar aramaktadır ve İttihat-Terakki ile benzer amaçları olan başkaca gizli
örgütlenmeler peşindedir. Ancak bu arada kader ağlarını başka türlü örmektedir. Çünkü Mustafa
Kemal’in “Vatan ve Hürriyet Cemiyeti”ni örgütlemek için Selanik’te olduğunu haber alan
Padişah ve İstanbul Hükümeti onun hakkında derhal soruşturma başlatmış ve bunu öğrenen
Mustafa Kemal de tam o sırada patlak veren Akabe problemini fırsat bilerek süratli bir şekilde
eski görev yeri Yafa’ya dönüp, orada ispat-ı vücut ederek bu takibattan kurtulmuştur. Ama bu
olay sebebiyle, yani Mustafa Kemal’in işin başında kalamamasından dolayı “Vatan ve Hürriyet
Cemiyeti” önemli bir gelişme sağlayamadan dağılmış ve bu cemiyetin üyeleri daha sonra İttihat
ve Terakki Cemiyeti’ne girerek aynı yöndeki faaliyetlerine orada devam ettirmişlerdir. Hatta sırf
bu sebeple, Mustafa Kemal tarafından kurulan “Vatan ve Hürriyet Cemiyeti”ni, “İttihat ve Terakki
Cemiyeti”nin nüvesi ve başlangıcı sayarak, buradan hareketle Mustafa Kemal’in II. Meşrutiyet
İnkılâbı’nın hazırlayıcısı olduğunu iddia edenlere de rastlanmaktadır.
Tabiatıyla bu iddia tarihi bir gerçeklik içermemektedir. Çünkü “Vatan ve Hürriyet Cemiyeti”
ile “İttihat ve Terakki Cemiyeti” her ne kadar benzer amaçlarla yola çıkmış olsa da ve her ne
kadar “Vatan ve Hürriyet Cemiyeti”nin üyeleri bu cemiyetin dağılmasından sonra faaliyetlerine
İttihat ve Terakki Cemiyeti içerisinde devam etmiş olsalar da bu iki cemiyet farklı kaynaklardan
doğarak farklı yerlerden yola çıkmış iki ayrı cemiyet konumundadır. Nitekim daha sonraki
yıllarda Mustafa Kemal de, en yakın arkadaşı Ali Fethi (Okyar)’ın davet ve ısrarı ile 29 Ekim
1907’de, yani Enver Paşa’dan bir yıl sonra İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne girmiştir.
Ancak Mustafa Kemal’in bazı üslup ve ilke meselelerinden dolayı daha ilk günden itibaren
İttihat ve Terakki Cemiyeti idarecileri ile anlaşmazlığa düştüğü ve bu anlaşmazlıkların sonuna
kadar da çözülmediği bilinmektedir. Üslup farklılığı, Mustafa Kemal’in meseleleri çözümlemek
için bilgiye dayalı ince ayarlarla yürütülen bir diplomatik hareket tarzını tercih etmesine karşılık,
İttihat ve Terakki Cemiyeti idarecilerinin gerektiğinde zor kullanma, hatta baskın ve suikast
yoluyla iş çözme tercihleri şeklinde karşımıza çıkıyor. Yöntem meselesi Mustafa Kemal’in
hayatındaki en önemli konulardan biridir ve bu nedenle burada ciddi bir anlaşmazlık söz
konusudur.
Hem üslup ve hem de ilke meselesi sayabileceğimiz ikinci görüş ayrılığı, İttihat ve Terakki
Cemiyeti’nin masonlukla bağlantısı noktasından kaynaklanmaktadır. Çünkü esasen birçok üyesi
mason olan Cemiyet’in, üye kaydı, yemin töreni ve toplantıların icrası gibi uygulamaları mason
ritüellerine göre yapılmakta, hatta bu konularla ilgili olarak Cemiyet Tüzüğü’nde yer alan
hükümler Mason Cemiyetlerinin tüzüklerinden alınmış bulunmaktadır. Mustafa Kemal, milli bir
hedefe yönelen faaliyetlerin böylesine gayri milli uygulamalarla başarı elde edemeyeceği
kanaatini ısrarla dile getirmesine rağmen, Cemiyet yöneticileri de bu uygulamaları ısrarla
sürdürmektedir.
(Devam edecek)