Bu konunun daha sonraki tarihlere yansıyan en önemli problemli alanı; milli mücadele
yapılanmasının İttihat Terakki Hareketi’ne dayandığı şeklindeki algıdır ve bu algı da milli
mücadeleye katılan bir çok subayın daha önce İttihat ve Terakki Hareketi içerisinde bulunmuş
olmasından kaynaklanmaktadır.
Evet, bu doğrudur, yani milli mücadeleye katılan pek çok Osmanlı subayı daha önce
İttihat ve Terakki Hareketi içerisinde bulunmuştur ve Mustafa Kemal de onlardan birisidir. Ama
başta Mustafa Kemal olmak üzere bir çok kişi daha sonra alınan karar gereği Cemiyet ile
ilişkilerini keserek ordudaki görevlerine dönmüşler ve oradan milli mücadeleye yönelmişlerdir.
Cemiyet içerisinde kalanların milli mücadeleye intikalleri ise, Cemiyetin bir organizasyonu veya
Cemiyeti temsil amacı ile değil, Anadolu’nun bağrından kopup gelen vatanı kurtarma hareketine
birer vatansever olarak ferdi kararlarıyla katılma sorumluluğundan kaynaklanmıştır.
Durumun aynen böyle olduğunu milli mücadelenin başlangıç ve çıkış noktası olarak
bilinen Sivas Kongresindeki delege yemininin metni net bir şekilde gösteriyor. Sivas
Kongresinde okunan delege yemininin metnini vermeden önce bu yeminin hikayesini kısaca
hatırlayalım:
Burada asıl ilginç olan, bu yemin metninin, Karakol Cemiyeti Kurucusu Kara Vâsıf Bey
tarafından teklif edilmiş olmasıdır. Bilindiği üzere milli mücadele döneminde gizli bir komite
faaliyeti şeklinde kurulmuş olan Karakol Cemiyetinin kurucusu Kara Vasıf Bey en keskin
İttihatçılardan birisidir ve bu cemiyetin mensuplarının ortak özelliği de genellikle eski İttihatçılar
olmalarıdır. Fakat Karakol Cemiyeti milli mücadelede gerçekten çok yararlı hizmetler ifa
etmesine rağmen, çoğunluğu eski ittihatçı olan mensuplarının üslup ve yöntemleri itibariyle
ortaya çıkan izlenimden rahatsızlık doğmuş ve bu cemiyet Mustafa Kemal tarafından
kapatılmıştır. İşte bu cemiyetin kurucusu olan ve keskin bir ittihatçı olduğu bilinen Kara Vasıf
Bey’in, Sivas Kongresi’nde yemin konusu görüşülürken söylediği sözler aynen şöyledir; “İttihat
ve Terakki artık ölmüştür; fakat başka bir nam altında canlanabilir; bu tehlikeyi nazar-ı itibara alıp
hiçbir fırka ve cemiyetle münasebetimiz olmadığına ve yalnız milletin selâmeti uğrunda
çalışılacağına yemin etmek daha muvafık olur.”
İşte bu teklif üzerine hazırlanan yemin metni aynen şöyledir:
“..... Her türlü ihtirâsât-ı şahsiye ve siyasiyeden ve fırkacılık amalinden münezzeh bir
azm-ü-iyman ile çalışacağıma, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin ihyâsına çalışmayacağıma
namusum ve bilcümle mukaddesatım namına vallah, billah”
Bu metnin açık bir şekilde ve daha iyi anlaşılması için belki burada bugünkü Türkçe’ye
aktarılmış halini de ifade etmekte yarar var:
“... Her türlü şahsi ve siyasi ihtiraslardan ve particilik işlerinden arınmış bir azim ve iman
ile çalışacağıma, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin yeniden canlandırılması için çalışmayacağıma,
namusum ve tüm mukaddesatım üzerine and içerim.”
Milli mücadelenin İttihat ve Terakki Hareketinden tamamen bağımsız bir örgütlenme
olduğunu bu yemin metninden daha iyi ne gösterebilir. İttihat ve Terakki Hareketi, Osmanlı
Devleti’nin içerinde bulunduğu çöküşten kurtarılması için gereken siyaseti oluşturmak üzere
ortaya çıkan siyasi-aristokratik bir yapıyı temsil ediyordu. Milli mücadele ise doğrudan vatanın
düşman işgalinden kurtarılması için tüm yurt sathına ve milletin özüne dayanan bir askeri
teşkilatlanmadır. Bu teşkilatlanmaya ön ayak olan Osmanlı subaylarının tamamı aynen İttihat ve
Terakki Cemiyeti yöneticileri gibi yıllardan beri Osmanlı Devleti’nin yaşadığı çöküşün nasıl
engellenebileceği hususuna kafa yormuşlardı. Ama kader onları, bu amaç için bir takım siyasi ve
sosyal tedbirler geliştirmeden önce, ülkeyi işgal eden düşmanlarla fiilen savaşarak aynı zeminde
yeni bir devlet kurmak mecburiyetinde bıraktı.
Zaten İttihat ve Terakki Fırkasının 1-5 Ekim 1918 tarihinde Şair Mehmet Emin (Yurdakul)
başkanlığında son kongresini yaparak, “İttihat ve Terakki Fırkasını lağvetme” kararı aldığı
bilinmektedir. Dolayısıyla milli Mücadelenin başlamasından uzun süre önce lağvedilen bir
partinin mensuplarından bazıları, doğrudan vatanseverlik duygularıyla hareket ederek vatanın
işgaline karşı direnmek için milli mücadeleye katıldı diye o milli mücadeleyi bir “İttihat-Terakki
organizasyonu” saymak, tarihi gerçeklere de uygun düşmüyor. Nitekim Türk Kurtuluş Savaşı’nın
ve bunu sağlayan milli mücadele örgütlenmesinin kim tarafından ve ne şartlarda oluşturulduğu
da hiçbir şüpheye yer olmayacak açıklıkla biliniyor.
(devam edecek)