1994 yılıydı.
Ankara’da beyaz eşya bayiliği yapıyoruz!
İyi anımsıyorum, o yıl örnek bayi olmuştuk. Mağaza baştan sona yeniden restore edilmiş, hatırı sayılır bir masraf etmiştik. Ekonomik olarak çok zorlanmıştık ama işlerimizde fena değildi.
Bir müşterimle sohbet ederken mağazanın telefonu çalmaya başladı. Telefonu çalışanımız Ayşe Hanım açtı. “Evet efendim, tabii efendim...” diye cevapladıktan sonra, ahizeyi eliyle kapatarak, “Sizi arıyorlar,” dedi.
Kimmiş?
Bilmiyorum?
Yetkili biriyle görüşmek istediğini söylüyor.
Ahizeyi Ayşe Hanım’dan aldım, “Buyrun efendim,” dedim.
Telefonun ucundaki ses “İyi günler gardaş, ben İbrahim Tatlıses” dedi. Bir an afalladım. Şaşkınlığımı atlattıktan sonra, “Buyurun ben de Ferdi Tayfur” dedim. Tanıdık birilerinin benimle makara yaptığını sanısıyla.
Arkadaşımız Yılmaz bazen böylesi taklitler yapar, bizi tongaya düşürürdü. Karşıdaki ses bir an durdu, sonra cevap verdi. “Gardaş, gerçekten de ben İbrahim Tatlıses.” Yılmaz bırak dalga geçmeyi, işim gücüm var dedim.
Fakat telefonun ucundaki şahıs hala ısrarlı!
“İcraya vermiş olduğunuz bir müşterinizin borcu için aradığını söyledi.” Borçlunun ismini verince arayanın gerçek İbrahim Tatlıses olduğunu anladım. “Kusura bakmayın. Sizin arayacağınız nereden aklıma gelir İbrahim Bey? Birileri benimle makara yapıyor sandım,” deyince. “Ama siz de anında taşı gediğine koydunuz,” dedi ve kahkahayı bastı.
Beğenin ya da beğenmeyin, “Türkiye’nin starı” olan biri sizi niçin arayacak, arayacağı nereden aklınıza gelecek? Dolayısıyla ben de bilemezdim!
Lise yıllarıydı.
1981 yılında Küçükesatta Ali Özuğurlu abimizin sahibi olduğu Didem Plak’a imza için kankası Aydemir Akbaş ile birlikte gelmişti. Ortalığı kasıp kavurduğu yıllardı. Sırtında kahverengi güderi mont, içinde mavi ipek gömlek, blue Jean pantolon, ayağında kahverengi süet ayakkabısıyla yakından görmüştüm hepsi o kadar. İleride benimde böyle giysilerim olur mu, diye nasıl iç geçirmiştim, hala unutamam.
Akay Caddesi’nden Esat Caddesi’ne döndüğünüzde hemen köşede Bebek Gazinosu vardı o seneler. İbrahim Tatlıses Bebek Gazinosu’nda program yapıyor. Prova yaptıkları bir gün, gazino çalışanlarının birinden bir şey getirmesini istiyor. Çalışan genç istenileni getirdiğinde, gencin üzgün ve mahcup olduğunu görüyor ve soruyor,” Hele söyle oğlum, neyin var senin?” Genç, yeni evlendiğini, beyaz eşya aldığını, ödeyemediğini ve icralık olduğunu anlatıyor.
“Ne kadardır borcun?”
Borcunun miktarını söylüyor ama icra işlemi sonrası şuan ne kadar olduğunu bilemediğini de ekliyor. “Hele ver bakalım şu mağazanın telefonu,” diyor İbrahim Tatlıses. Malum diyalog sonrası, ne kadar borcunu olduğunu söyledim. Sizde biraz yardımcı olursanız borcu defaten kapatalım, dediğinde dosyanın avukatta olduğunu, durumu öğrenip kendisine döneceğimi söyledim.
Telefonu kapatırken tekrar “Rica ediyorum siz de yardımcı olun icradan kurtaralım garibi. Daha da yeni evlilermiş üstelik. Çok yazık, yuvası dağılmasın”, dedi.
Avukatımıza durumu izah ettim ve fedakârlık etmesini istediğimde, o da dosya paraları dışında bir şey talep etmedi. Dolaysıyla bizde anapara dışında birşey talep etmedik.
Aradım Tatlıses’i. “Ben Ferdi Tayfur değil İbrahim Bey, bir süre önce aradığınız mağazacıyım,” dediğimde yine kahkahayı bastı.
“Gardaş herhalde bu iyi haber,” dedi. “İyi haber.” Hesap durumunu anlattım. Teşekkür etti ve “Paranızı hemen gönderiyorum,” dedi.
Görüşmemizden bir saat sonra, borçlu genç elinde bir zarfla yüzü gülerek dükkândan içeri girdi. Zarfı bana uzattı. “Yüzün gülüyor,” dedim. “Abi sorma, size de İbrahim Abi’ye de çok mahcup oldum. Allah sizden de İbrahim Abi’den de razı olsun. Dünyaya yeniden gelmiş gibiyim”, inanın.
Tam kapıdan çıkacakken aniden geri döndü. “Ha abi unuttum kusura bakmayın. İbrahim Abi sizi eşinizle mutlaka programına bekliyor.” Bir zarfın içerisine iki kişilik davetiyeyi uzattı.
Kuş gibi hafifleyen delikanlı, kendini bekleyen taksiye binerek gözden kayboldu az sonra…