Basında yer alan haberlere göre Yılmaz Özdil'in 2.500 TL'ye satılan “M. Kemal “ kitabı Beşiktaş'taki bir kitapçıda cam fanusa konulup sergilenmeye başlanmış. Kitabı alamayanlar ziyaret edip fotoğraf çektirebiliyormuş…
Bir çok kişi tarafından garipsenen bu uygulama beni zerre kadar şaşırtmadı. Çünkü kitap amacına yürümeye devam ediyor ve o amaç tam da böyle bir şeyi gerektiriyor.
֍ Çünkü bu kitap Atatürk'ün gerektiği şekilde anlaşılmaması için, TÜRKÇÜ ve ATATÜRKÇÜ enerjinin bir yerde toplanıp, magazin bataklığına çekilerek bloke edilmesi için yazıldı. Bu bakımdan sinsi bir ihanet çalışmasıdır.
֍ Çünkü bu kitapta Atatürk'ün Tarih tezi yok edilmeye çalışılıyor. Hititlerde, Sümerlerde, Mayalarda TÜRK izleri arayan ATATÜRK yok edilip, onun yerine HİTİTLER kadına çok değer verdiği için Hititlere ilgi duyan ve Hititleri sırf bu sebeple araştıran bir ATATÜRK anlatılıyor. Bu, ya cahil körlüğüdür ya da ihanettir ve başka bir izahı da yoktur.
֍ Çünkü bu kitapta Dr. Rıza NUR tarafından 50 yıl önce Atatürk hakkında uydurulan ve bir süre tartışılıp sonra ciddiyetsizliği anlaşılınca tamamen unutulmuş olan adi ve süfli iftiralar yeniden canlandırılıyor. Bu iddialar yarım asır önce ortaya atılıp, kısa bir süre tartışıldıktan sonra iddia sahibinin kendine bile iftira edebilen bir ruh hastası olduğu anlaşıldıktan sonra tamamıyla gündemden çıkmıştı. Büyük! Atatürkçü Yazar! Sen bu iddiaları yeni mi duyuyorsun ki şimdi bu kitabında köpürterek anlatıyorsun. Bir ruh hastasının hezeyanları olduğu kanıtlandığı için gündemden çıkmış iftiraları yeniden gündeme getirmek ne amaca dönük bir gayretin ürünüdür?
֍ Çünkü bu kitapta ATATÜRK’ün Türk Milleti ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti için geliştirdiği duygu ve düşünceleri değil, helaya saat kaçta gittiği, hangi kadınlarla kaç saat durmaksızın dans ettiği, ölünce kaç şişe rakı ve kaç şişe şarap miras bıraktığı anlatılıyor. Kitabın yazarı tanıtım yazısında “… her yurtsever ailenin kütüphanesine, okuma yazmayı söken her öğrencimizin çantasına, umudumuz olarak dünyaya gelen her bebeğimizin kundağına Mustafa Kemal’in kitabını bırakacağız. Buna kararlıyız.” diyor ve bu kararlı yazara şimdi ben soruyorum: okuma yazmayı yeni söken öğrencilerimize ve kundaktaki bebeklerimize Atatürk ile alakalı olarak öğretmemiz gereken bilgiler bunlar mı? Bugün bize lazım olan bu mu?
֍ Çünkü bu kitapta yazar, Atatürk’ün Sofya günlerinde okuduğu bilinen kitapları, oradaki kısa görev süresinde yazıp İstanbul’da bastırdığı “Zabit ve Kumandan İle Hasbihal” adlı kitabını, aynı dönemde Osmanlı’nın çöküşünden duyduğu bilinen ızdırabı, bu kötü gidişe bir çözüm bulabilmek için yazdığı mektupları ve diğer tüm çabalarını dikkatlice es geçmiş, hatta Türkiye Cumhuriyeti’ni kurduktan sonra Türkiye’ye getirerek silah fabrikası kurdurduğu Şakir Zümre ile yakın dost olma çabalarını bu dönemde sergilediği gerçeğini tamamıyla görmezden gelmiş, ama o günlerden bugünkü Türk gençliğine anlatmak için bula bula kendisinin 3 tane eski gazete yazısını bulmuş ve onları olduğu gibi, başlıklarını bile değiştirmeden bu kitaba koymuş. O üç yazının başlıklarını merak ettiyseniz söyleyeyim: Birincisi “Sevgili”, ikincisi; “Atatürk’ün Bulgar Aşkı” ve üçüncüsü “Sofya’da Aşk Başkadır!”… Ne güzel bir tercih değil mi !.. Şimdi sormak gerekmiyor mu? Atatürk’ü seven, ben Atatürkçüyüm diyen bir yazarın Atatürk’ün Sofya günlerinden bugünkü Türk Gençliğine anlatması gereken şey orada okuduğu kitaplar, orada yazdığı çok değerli bir kitap, devletin ve toplumun çöküşüne bir çare üretmek için sergilediği çabalar, bunun için yazdığı mektuplar ve nihayet yıllar sonra kuracağı Türkiye Cumhuriyetinin gelişmesine yardımcı olacak dostluklar geliştirme çabaları mı olmadıydı? Yoksa bir Bulgar kızıyla olan ilişkisine dair uydurma hikaye mi olmalıydı? O günlere dair bir yığın ciddi gerçek dururken bu uydurma hikayeye sarılmak ve onu bugünün gençliğine bilgi diye anlatmak, hangi amaca dönük bir tercihin sonucudur.
֍ Çünkü bu kitapta yazar Atatürk’ün annesine, tarihlerin en büyük Türkünü doğuran o mübarek anaya anlaşılmaz bir ruh haliyle saygısızlık ediyor. Ondan bahsetmek gereken her yerde adeta babasının evindeki hizmetçi kızdan bahseder gibi “Zübeyde” diyor. Oğlu Mustafa Kemal büyüyüp “ATATÜRK” olmadan önce de çevresinde büyük bir saygınlığa sahip olan, yakınları arasında “Molla Zübeyde” adıyla anılan, Atatürk’ün her mektubunda bin bir hürmet ifadesiyle hitap ettiğini çok iyi bildiğimiz o kutlu kadından bahsedilirken kitapta kullanılan ifadeler şöyle; ““Zübeyde’ye mektup yazdı…. Zübeyde’nin odasında… Zübeyde küt diye yığıldı… Annesi Zübeyde geldi.”… Yazar bununla acaba neyi amaçlıyor? Atatürk’ün annesini bugünkü Çocuklarımızın zihnine böylesine basitleştirerek ve sıradanlaştırarak yerleştirmekten ne fayda umuyor?
֍ Çünkü Yazar, güya Atatürk’ün imzasını kitaba ad olarak kullanıyor ama onun ATATÜRK olduktan sonra ömrünün sonuna kadar kullandığı, bizim yüreklerimize nakşettiğimiz “K. ATATÜRK” imzasını değil, “M. Kemal” gibi garip bir ibareyi kullanıyor. Garip… Çünkü Mustafa Kemal böyle bir imzayı ömrünün hiçbir döneminde kullanmadı. “ATATÜRK” olmadan önce kullandığı imza “Gazi M. Kemal” şeklindeydi ve bu imzada “Gazi” ibaresini özellikle ve titizlikle kullanmıştı. Kitaba ad olarak kullanılan imzada “Gazi” ibaresi de özenle silinip atılmış. Bu hadsizlik yetmiyormuş gibi kitabın içerisinde yeniden Atatürk’ün imzası konusuna girilmiş ve Atatürk’ün kullandığı imzasını bir Ermeni ressama tasarlattığı yolundaki iddialar yıllar önce kesin bir şekilde çürütülüp, Ata’nın bizzat kendi tasarladığı imzalar arasından bir seçim yapmak için bazı müşavereler yaptığı bilgisi kesinleşmesine rağmen, kitapta bu konu yeniden köpürtülerek gündeme getirildikten sonra yazar hadsizliğin daniskasına imza atmış ve kitapta bir bölüme “Atatürk’ün imzasını başkasından kopya etmesine çok bozuluyorum.” şeklinde üst başlık koyarak, bir yandan yalan olduğu kanıtlanmış bazı çirkin iddiaları yeniden gündeme taşırken, bir yandan da Ata’mıza posta koyma ve adeta çaktırmadan onu aşağılama hadsizliği sergilemiş…
֍ Çünkü bu kitabın adı bile "ATATÜRK" değil. Tıpkı içinde TÜRK olduğu için ve onun "Türklerin Atası" olduğunu vurguladığı için başka birileri tarafından ısrarla kullanılmayan ATATÜRK adı bu kitapta da AD olarak kullanılamıyor ve ona "M. KEMAL" deniyor. Bugün hangi mahalleye gitsen 3-5 tane M. Kemal bulursun... "M. Kemal" nedir kardeşim? O bizim için "ATATÜRK"tür ve tektir. Onun gerçek yüzünü, fikirlerini ve amaçlarını karartmaya çalışmak bu millete ihanettir.
Yazar, bir mülakatında bu kitabı üzerine konuşurken: “Bir sihirli el, bu toplum Atatürk’ü tanımasın diye özel çaba harcamış.” diyor… Güler misin… Ağlar mısın… Senin yeni nesillere tanıtacağın Atatürk bu ise eksik kalsın kardeşim…
Ben "ATATÜRK GÜCÜNÜ NEREDEN ALIYORDU?" adlı kitabımı işte bu tür ihanetleri boşa çıkarmak için yazdım; Bir yanda bir çok varlığa, imkana ve taşınan sorumluluğa rağmen düşmanla savaşmayı göze alamayan bir yığın resmî görevliler… ama diğer yanda tüm yokluklara ve resmen sorumlu olmama durumuna rağmen milletin önüne düşen bir insan: Mustafa Kemal…
Onun diğerlerinden farkı neydi? Yetki, imkan ve sorumluluk sahibi bir yığın insanın (Padişahın, Sadrazamın, Genel Kurmay Başkanının) göze alamadığı bir savaşı O neye dayanarak göze almıştı? Savaşı ve savaştan sonra tüm dünyayı şaşırtan yenilikleri nasıl başarmıştı? Bu gücünün kaynağı neydi? Bu gücü nereden alıyor ve hangi kaynaktan besleniyordu?
Tüm bu soruların cevabını ortaya koymaya ve günümüz gençliğinin bu konuda uyanık olmasını sağlamaya çalıştım. Çünkü; bugün bizim ihtiyacımız olan da aynı kaynaktan beslenmektir. İçerisinde bulunduğumuz kaostan tek çıkış yolumuz budur.
Ama yıllarca zihni tecavüze uğratılmış olan Türk halkı, ATATÜRKÇÜLÜK adına gidip, eski iftiraları yeniden köpürterek gündeme taşıyan ve Atatürk’e saygısızlık eden bu magazin kitabı için kuyruğa girip, uyuşturucuyu damardan almaya talip oldu. Plan sahiplerinin planladığı da zaten buydu.
Artık uyanmazsak... daha fazla uyursak... öleceğiz!
Uyanın!..