FEYZULLAH BUDAK- Araştırmacı Yazar
Köşe Yazarı
FEYZULLAH BUDAK- Araştırmacı Yazar
 

YÖNETİMDE YETKİ DEVRİ

Yöneticilikte esas olan; yapılacak işleri yardımcı personele devrederek, o işlerin yapılması sırasında takip/gözetim mekanizmasının işletilmesi ve sonuçlarının kontrol edilmesidir. Ama bazı yöneticiler, ya kendilerine aşırı güven ya da yardımcı personeline güvensizlik gibi sebeplerle, bazen de bu iş için gereken organizasyonun kurulamamış olmasından dolayı yetki devrinden kaçınırlar ama bunun sonucunda da sadece kendileri ağır bir iş yükü altında kalarak çok ciddi zaman problemi yaşarlar. Bu problemi yöneticiliğimin ilk yıllarında bizzat yaşadım ve beni bazen çok bunaltan bu sakıncalı durumdan ancak yaşadığım çok sarsıcı bir olay sonucunda kurtulabildim. 12 Eylül 1980 İhtilalinden sonra yapılan Kasım 1983’deki ilk seçimlerde iktidara gelerek hükümeti kuran Turgut ÖZAL, 1984 başından itibaren gerek sosyal ve gerekse iktisadi hayatta önemli değişimlere yol açan hızlı bir icraat dönemi başlatmıştı. Kamu yönetimi alanındaki değişimler baş döndürücü bir hız sergiliyor ve değişimlerin kapasitesi adeta takibini bile imkansız kılıyordu. Böyle bir dönemde Türkiye’de ilk defa kurulacak olan Toplu Konut ve Kamu Ortaklığı İdaresi’nin mevzuatını hazırlayacak önemli bir üst düzey komisyonda bana da görev verildi. Bu komisyonda üstlendiğim aktif rol, sonunda Kamu Ortaklığı Fonu ile alakalı yönetmeliklerin kaleme alınma rolünü de benim üstlenmeme vesile oldu ve mevzuatı tamamlanıp İdare kurulduktan sonra da İdare’nin Gelir Ortaklığı Daire Başkanlığına atandım. Bu benim ilk yöneticiliğimdi ve henüz çok gençtim. Biraz da kişiliğimden kaynaklanan sebeplerle kendimi her şeyimle işime vermiştim. Ben sahiplendikçe, yaptıkça ve üstlendikçe işler daha bir yüklüce üzerime geliyordu. Sonuçta gün gelip başkanlığını yaptığım dairede 12-13 kişilik ve bazıları yüksek lisans yapmış bir uzmanlar topluluğu olmasına rağmen kendimi, işlerin çoğunu bizzat yapan ve halleden bir konuma sokmuştum. Gerçi bu durumun oluşmasında Rahmetli Turgut ÖZAL’ın yönetim tarzının da payı vardı. Çünkü Turgut Bey, protokol konularına fazla takılmıyor, ilgili birim başkanlarından bizzat bilgiler/tablolar istiyor ve sonuçlarını da bizzat takip ediyordu. Böyle bir durumda sorulacak her soruya ve istenecek her açıklamaya anında cevap verebilmek için o işleri bizzat yapmaktan ve böylece işin tüm ayrıntılarına vakıf olmaktan başka yok bırakmıyordu. İş öyle bir hale gelmişti ki artık dairede yedek elbise, gömlek ve çamaşırlar bulundurup, bazı geceler sabahlara kadar devam eden çalışmalardan sonra ertesi sabah dairede duş alıp kıyafet değiştirerek çalışmaya devam eder olmuştuk. Tabii ki vücudum buna daha fazla dayanamadı ve midemde çok ciddi ağrılar oluşmaya başladı. Bir müddet o ağrılarla işime devam ettim ama 1985 yılının Ramazan ayı yaklaşırken bu mide ile nasıl oruç tutulacağı sorusuna cevap veremediğim için acı-zülum doktora gittim. Tetkikler sonucu midemde ülser teşhis edildi ve doktor 2-3 aylık zorlu bir tedavi kürü verdi. Yazdığı ilaçların en önemlisi ise 2 dizine büyük şişeden oluşan meşhur Mukain... 2-3 ay boyunca her 2-3 saatte bir ölçek içeceğim ve hepsini bitireceğim. Doktor Bey, bunların tamamını içmeden bu dertten kurtulamayacağıma beni ikna etti. Hayatımın üçte ikisi dairede geçtiği için ilaçların üçte ikisini daireye getirdim ve çalışma masamın sol yanındaki kapalı dolabın üst kısmına dizdim. 2-3 saatte bir ölçek içmeye devam.... İşte böyle bir ortamda Turgut ÖZAL bir Cuma gününün akşam saatlerinde arayarak, Pazartesi günü başlayacak Fransa seyahati için bazı bilgilerin tablolar halinde hazırlanmasını ve hazırlanan tabloların Pazartesi sabah 09:00’da masasında olmasını istedi. İstediği şeyler birkaç kişinin ancak birkaç günde hazırlayabileceği boyutta... Ama dairede neredeyse hiç kimse kalmamış... Çaresiz, kolları sıvayıp, o andan itibaren işe giriştim. Cumartesi günü de öyle geçti ve Pazar günü sabah erken saatte yine daireye gelip çalışmaya başladım. Ben evrakların ve tabloların üzerinde yoğunlaşmış çalışırken, masamın üzerine bir gölge düşmesiyle başımı kaldırdım ve karşımda 1,90’a yakın boyu ve spor kıyafetleriyle İdare’nin Başkanı Vahit ERDEM’i gördüm. Vahit Bey, Daire’nin hemen üst kısmındaki bir lojmanda oturuyordu ve söylediğine göre sabah yürüyüşüne çıkmış, dairenin önünde gece bekçisini görüp, “Dairede ne var ne yok?” sorusuna “ Efendim Feyzullah Bey Dairede çalışıyor” cevabı alınca merak edip yukarı çıkmış. Ben işe öyle dalmışım ki 1,90’lık adam odanın ortasına kadar girerek, masamın yanından pencere tarafına geçip, masamın üzerine gölgesi düşmeden onu fark edemiyorum. Selamlaştık ve “Bu Pazar sabahının köründe Dairede ne yaptığımı” sordu. Anlattım... Vahit Bey daha önce odama hiç gelmemiş olmalı ki, yerleşim durumu merak ederek öylesine, gelişigüzel şekilde sol yanımdaki dolaplara doğru gitti ve üst kapaklardan birini açıverdi. Orada yaklaşık bir metre boyunca dizili duran Mukain şişelerini görünce, “bunlar ne yahu?” diye sordu. Hikayeyi kısaca anlattım. Vahit Bey bir an düşündü ve masamın sol yanındaki koltuğa ağır ağır oturdu. Sonra da çok samimi bir ses tonuyla yine ağır ağır konuşmaya başladı; - Bak Sevgili Feyzullah’cığım. Sana bir uzman görüşü vereyim. Ben, hayatında iki defa mide kanaması geçirmiş bir insanım. Dolayısıyla bu işin pratikten uzmanıyım. Yani konu uzmanı konuşuyor, onun için beni iyi dinle... Şimdi, elindeki bu işini bitir ama işin bittikten sonra mutlaka arabana atlayıp doğruca Cebeci Asri Mezarlığı’na git. Oradaki mezar taşlarına ve üzerlerindeki yazılara iyi bak... Şu an Cebeci Mezarlığında yatanların çoğu sağlığında “Eğer ben ölürsem bu dünyanın hali ne olur? Bu işleri benden başka kim yapabilir ki?” diye düşünüyorlardı. Ama bak, onlar yıllardan beri orada yatıyor ve dünyanın düzeni de aynen devam ediyor. Yani demem o ki; Bu ilaçlar senin mideni iyi etmez, ta ki sen huyunu düzeltmedikçe... Sevgili Kardeşim! Senin maiyetinde onlarca uzman personel yok mu? Neden onları çağırarak bu işleri onlara dağıtmıyor ve sonuçlarını kontrol etmiyorsun? Biraz rahat ol ve senin yerine başkalarının da biraz iş yapmasına izin ver. Başkalarının ve herkesin yapacağı tüm işleri tek başına yapmaya kalkma. Böyle yapmaya devam ettiğin sürece, dünyanın ilacını içsen de mideni düzeltemezsin. Hayatımdaki en önemli derslerden birisiydi. O andan sonraki hayatımda Vahit ERDEM’in orada söylediklerini aynen uyguladım ve yıllardan beri çektiğim mide sancıları bir daha gelmemek üzere tümüyle kaybolup gitti. Binlerce teşekkürler, değerli büyüğüm Vahit ERDEM.
Ekleme Tarihi: 02 Eylül 2024 - Pazartesi

YÖNETİMDE YETKİ DEVRİ

Yöneticilikte esas olan; yapılacak işleri yardımcı personele devrederek, o işlerin yapılması
sırasında takip/gözetim mekanizmasının işletilmesi ve sonuçlarının kontrol edilmesidir. Ama
bazı yöneticiler, ya kendilerine aşırı güven ya da yardımcı personeline güvensizlik gibi
sebeplerle, bazen de bu iş için gereken organizasyonun kurulamamış olmasından dolayı yetki
devrinden kaçınırlar ama bunun sonucunda da sadece kendileri ağır bir iş yükü altında kalarak
çok ciddi zaman problemi yaşarlar.
Bu problemi yöneticiliğimin ilk yıllarında bizzat yaşadım ve beni bazen çok bunaltan bu
sakıncalı durumdan ancak yaşadığım çok sarsıcı bir olay sonucunda kurtulabildim.
12 Eylül 1980 İhtilalinden sonra yapılan Kasım 1983’deki ilk seçimlerde iktidara gelerek
hükümeti kuran Turgut ÖZAL, 1984 başından itibaren gerek sosyal ve gerekse iktisadi hayatta
önemli değişimlere yol açan hızlı bir icraat dönemi başlatmıştı. Kamu yönetimi alanındaki
değişimler baş döndürücü bir hız sergiliyor ve değişimlerin kapasitesi adeta takibini bile
imkansız kılıyordu.
Böyle bir dönemde Türkiye’de ilk defa kurulacak olan Toplu Konut ve Kamu Ortaklığı
İdaresi’nin mevzuatını hazırlayacak önemli bir üst düzey komisyonda bana da görev verildi. Bu
komisyonda üstlendiğim aktif rol, sonunda Kamu Ortaklığı Fonu ile alakalı yönetmeliklerin
kaleme alınma rolünü de benim üstlenmeme vesile oldu ve mevzuatı tamamlanıp İdare
kurulduktan sonra da İdare’nin Gelir Ortaklığı Daire Başkanlığına atandım.
Bu benim ilk yöneticiliğimdi ve henüz çok gençtim. Biraz da kişiliğimden kaynaklanan
sebeplerle kendimi her şeyimle işime vermiştim. Ben sahiplendikçe, yaptıkça ve üstlendikçe işler
daha bir yüklüce üzerime geliyordu. Sonuçta gün gelip başkanlığını yaptığım dairede 12-13
kişilik ve bazıları yüksek lisans yapmış bir uzmanlar topluluğu olmasına rağmen kendimi, işlerin
çoğunu bizzat yapan ve halleden bir konuma sokmuştum. Gerçi bu durumun oluşmasında
Rahmetli Turgut ÖZAL’ın yönetim tarzının da payı vardı. Çünkü Turgut Bey, protokol konularına
fazla takılmıyor, ilgili birim başkanlarından bizzat bilgiler/tablolar istiyor ve sonuçlarını da bizzat
takip ediyordu. Böyle bir durumda sorulacak her soruya ve istenecek her açıklamaya anında
cevap verebilmek için o işleri bizzat yapmaktan ve böylece işin tüm ayrıntılarına vakıf olmaktan
başka yok bırakmıyordu. İş öyle bir hale gelmişti ki artık dairede yedek elbise, gömlek ve
çamaşırlar bulundurup, bazı geceler sabahlara kadar devam eden çalışmalardan sonra ertesi
sabah dairede duş alıp kıyafet değiştirerek çalışmaya devam eder olmuştuk.
Tabii ki vücudum buna daha fazla dayanamadı ve midemde çok ciddi ağrılar oluşmaya
başladı. Bir müddet o ağrılarla işime devam ettim ama 1985 yılının Ramazan ayı yaklaşırken bu
mide ile nasıl oruç tutulacağı sorusuna cevap veremediğim için acı-zülum doktora gittim.
Tetkikler sonucu midemde ülser teşhis edildi ve doktor 2-3 aylık zorlu bir tedavi kürü verdi.
Yazdığı ilaçların en önemlisi ise 2 dizine büyük şişeden oluşan meşhur Mukain... 2-3 ay
boyunca her 2-3 saatte bir ölçek içeceğim ve hepsini bitireceğim. Doktor Bey, bunların tamamını
içmeden bu dertten kurtulamayacağıma beni ikna etti. Hayatımın üçte ikisi dairede geçtiği için
ilaçların üçte ikisini daireye getirdim ve çalışma masamın sol yanındaki kapalı dolabın üst
kısmına dizdim. 2-3 saatte bir ölçek içmeye devam....
İşte böyle bir ortamda Turgut ÖZAL bir Cuma gününün akşam saatlerinde arayarak,
Pazartesi günü başlayacak Fransa seyahati için bazı bilgilerin tablolar halinde hazırlanmasını ve
hazırlanan tabloların Pazartesi sabah 09:00’da masasında olmasını istedi. İstediği şeyler birkaç
kişinin ancak birkaç günde hazırlayabileceği boyutta... Ama dairede neredeyse hiç kimse
kalmamış...
Çaresiz, kolları sıvayıp, o andan itibaren işe giriştim. Cumartesi günü de öyle geçti ve
Pazar günü sabah erken saatte yine daireye gelip çalışmaya başladım. Ben evrakların ve
tabloların üzerinde yoğunlaşmış çalışırken, masamın üzerine bir gölge düşmesiyle başımı

kaldırdım ve karşımda 1,90’a yakın boyu ve spor kıyafetleriyle İdare’nin Başkanı Vahit ERDEM’i
gördüm.
Vahit Bey, Daire’nin hemen üst kısmındaki bir lojmanda oturuyordu ve söylediğine göre
sabah yürüyüşüne çıkmış, dairenin önünde gece bekçisini görüp, “Dairede ne var ne yok?”
sorusuna “ Efendim Feyzullah Bey Dairede çalışıyor” cevabı alınca merak edip yukarı çıkmış.
Ben işe öyle dalmışım ki 1,90’lık adam odanın ortasına kadar girerek, masamın yanından
pencere tarafına geçip, masamın üzerine gölgesi düşmeden onu fark edemiyorum.
Selamlaştık ve “Bu Pazar sabahının köründe Dairede ne yaptığımı” sordu. Anlattım...
Vahit Bey daha önce odama hiç gelmemiş olmalı ki, yerleşim durumu merak ederek öylesine,
gelişigüzel şekilde sol yanımdaki dolaplara doğru gitti ve üst kapaklardan birini açıverdi. Orada
yaklaşık bir metre boyunca dizili duran Mukain şişelerini görünce, “bunlar ne yahu?” diye sordu.
Hikayeyi kısaca anlattım.
Vahit Bey bir an düşündü ve masamın sol yanındaki koltuğa ağır ağır oturdu. Sonra da çok
samimi bir ses tonuyla yine ağır ağır konuşmaya başladı;
- Bak Sevgili Feyzullah’cığım. Sana bir uzman görüşü vereyim. Ben, hayatında iki defa
mide kanaması geçirmiş bir insanım. Dolayısıyla bu işin pratikten uzmanıyım. Yani konu uzmanı
konuşuyor, onun için beni iyi dinle... Şimdi, elindeki bu işini bitir ama işin bittikten sonra mutlaka
arabana atlayıp doğruca Cebeci Asri Mezarlığı’na git. Oradaki mezar taşlarına ve üzerlerindeki
yazılara iyi bak... Şu an Cebeci Mezarlığında yatanların çoğu sağlığında “Eğer ben ölürsem bu
dünyanın hali ne olur? Bu işleri benden başka kim yapabilir ki?” diye düşünüyorlardı. Ama bak,
onlar yıllardan beri orada yatıyor ve dünyanın düzeni de aynen devam ediyor. Yani demem o ki;
Bu ilaçlar senin mideni iyi etmez, ta ki sen huyunu düzeltmedikçe... Sevgili Kardeşim! Senin
maiyetinde onlarca uzman personel yok mu? Neden onları çağırarak bu işleri onlara dağıtmıyor
ve sonuçlarını kontrol etmiyorsun? Biraz rahat ol ve senin yerine başkalarının da biraz iş
yapmasına izin ver. Başkalarının ve herkesin yapacağı tüm işleri tek başına yapmaya kalkma.
Böyle yapmaya devam ettiğin sürece, dünyanın ilacını içsen de mideni düzeltemezsin.
Hayatımdaki en önemli derslerden birisiydi. O andan sonraki hayatımda Vahit ERDEM’in
orada söylediklerini aynen uyguladım ve yıllardan beri çektiğim mide sancıları bir daha
gelmemek üzere tümüyle kaybolup gitti. Binlerce teşekkürler, değerli büyüğüm Vahit ERDEM.

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (1)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve ulusgazetesi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Erdoğan Pamuk
(02.09.2024 19:29 - #1871)
İdare kuralı: Amirin çalışması maiyetini çalıştırması ile ölçülür.
Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve ulusgazetesi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
(0) (0)
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.