Şu anda kendimize sormamız gereken ilk soru, partinin iktidara yürümesini sağlayacak anlamda ve bu çerçevede içerde, dışarda partiyi ayakta tutacak bir dengesi var mıdır? Kaldı ki seçimi kazanmak iktidarı kazanmak anlamına gelmeyeceğine göre iktidara doğru yürümek için gerekli kadroları ve çalışma programının şimdiden hazırlanması gerekmektedir. Aksi takdirde günlük politikalarla bir sonuç almak ve kalıcı olmak ancak koşulların beklenenin çok üstünde olmasıyla olabilir. Öte yandan iktidarın, partinin dengesini bozmaya çalıştığını ve içerden de bazılarının buna katkıda bulunduğu söylenmektedir. Ancak iktidarın bunu yapması kendi açısından doğal olarak karşılanmalıdır. Çünkü otoriter bir yapı oluşturmadan ülkeyi idare etmeleri artık çok mümkün gözükmemektedir. Peki, bu koşullarda bizim partiyi bir seçim partisine çevirmemiz ve siyasi kimliğimizi kenarda tutmamız, söz konusu denge sorununun ana sebebi değil midir?
Bu arada Tüzük kongresinden çıkan ağırlıklı sonuç seçimlerle ilgili olanlardır. Bunun da yaklaşık tamamına yakını parti içi iktidarın yaklaşımına uygundur. Demokratik bir anlayışı da yoktur. Zaten tabanın bu duruma olumlu baktığı da söylenemez. Öte yandan o aday olacak, bu aday olacak konuşulurken; seçim sürecinde bu sonuç nasıl sağlanacak konusu hiç gündeme getirilmemiştir. Örgütlerin güçleri nedir, eksikler nasıl tamamlanacaktır, zayıf olduğumuz bölgelerde hangi önlemler düşünülmektedir. Belediyeler ile bu çerçevede ne gibi ortak çalışmalar yapılacaktır. Yoksa yine derebeyleri ile mi karşılaşacağız. Çünkü burada da kolektif çözüm önerileri yerine yalnız isimler vardır. Bu konularla ilgili, ilçelerle, mahalle temsilcilikleri ve üyelerle hiç yüz yüze bir görüşme yapılmış mıdır? Aşağıdan yukarıya tüm kademelerde bir slogan ve propaganda çalışması yapılmakta mıdır? Yoksa yalnız Hak, Hukuk, Adalet ile mi yola devam edilecektir! Unutulmamalıdır ki parti bir aktivist grubu yada anket firması değildir.
Kurtuluş savaşında Atatürk'ün ısrarla bir noktayı temel olarak uygulaması bugüne de önemli bir örnektir. Atatürk'ün var olan dağınık kuvvetleri öncelikli olarak kullanması, Askeri kuvvetlerin itilaf kuvvetleri tarafından silahsızlandırılmasından doğan zorunluluklardan nedeniyle yapılmıştır. Ancak düzenli orduyu her zaman zafer için gerekli gördüğünden onu oluşturmadan tüm baskılara karşın düşmana saldırmamıştır. Savunma ve düşmanı içeri çekme stratejisi ile olması gereken alt yapıyı oluşturarak askeri zaferi kazanmıştır. O nedenle şunu unutmamak gerekir ki birileri bir şeylerin altından kalkamayınca eksikleri ve yanlışları yokmuş veya doğruymuş gibi göstermeye çalışırlar. Dolayısıyla eksiklerin ve yanlışların konuşulması gereken yerlerde dile getirilmesi ve arkasında ısrarla durulması bu koşullarda vazgeçilemez bir durumdur.
Eğer bir denge aranıyorsa, bu bir arada yaşama iradesini oluşturan toplum projesinin çerçevesi olan Altı okun ülkede ve dünyada ön plana çıkarılmasıdır. Yani yaptığımız siyasetin ne olduğu gözler önüne serilmelidir. Altı Ok un bileşenleri zaten temel noktaları vurgulamaktadır. Atatürk'ün amacının asıl gücü halkın iradesine vermek istediği ortadadır. O nedenle katı bir doktrin yerine kendisi gibi var olan konjonktürü ve gelecekteki gelişmeleri değerlendirebilen bir çerçeveyi miras bırakmaktadır. Bu nedenle Altı Ok böyle hareket eden siyasi bir proje olarak Atatürk'ün gerçek bir Devrimci olduğunu bir kez daha kanıtlamaktadır!
Artık arayışı bırakarak partinin var olan siyasi çizgisinin özünü örgüte ve halka nasıl anlatırız diye düşünmeye başlamalıyız. Partinin temelini yok sayarak yapılan tüm ideolojik yaklaşımların bir bilgi yetersizliğinden kaynaklandığı çok açıktır. Bunun partiye bir katkısı olmadığı gibi kafa karıştırıcı anlamda olumsuz bir etkisi olur. Eğer partide bir birliktelik ve bütünlük bekleniyorsa o ancak siyasi bir temelde olur, şahıslar çerçevesinde olmaz!