Hikâye değil gerçek.
Yetmiş yaşına yakın bir büyük anne kapalı çarşıda bir çantacıdan ilk okul talebesine yarayacak küçük bir çanta çalar...
Amma ömründe ilk defa yaptığı bu işin heyecanı ile yakalanır.
Çantacı kendisini bütün yalvarmalarına rağmen bağışlamayınca gerekli işlemlerden sonra ihtiyar, hâkimin huzuruna çıkar.
Gözyaşları ile der ki:
-Bütün hayatım bir yokluk ve mücadele içinde geçti. Şimdi annesiz, babasız kalan torunuma da ben bakıyorum.
Babaanne, bana " Bir çanta "diye günlerce yalvardı.
Kimseden isteyemedim, denk getiremedim alamadım Ama bir gün kapalı çarşıdan geçerken caddenin ortasına kadar taşmış çantalara dayanamadım. Sanki torunumun sesi kulağımı ve içimi tırmaladı. Allahım ömrümde ilk defa harama şu torunumun ağlamasına dayanamadığım için uzanıyorum dedim ve aldım. Ama bilmiyorum neden birden gözyaşlarımı tutamadım ellerim titredi, kaçamadim, şaşırdım ve yakalandım. İlk önce gittiğim polis "Bana 'yaşından utan be!'dediği zaman nasıl oldu da ölmedim bilmiyorum.
Hâkim bu ifadeyi dikkatle dinler ve kanunun kendisine verdiği yetkiden yararlanarak bu büyük anneyi bağışlar...
Şüphesiz ki hüküm verecek kimselerin kanunun katı kalıplarına sıkışıp kalmaktan vicdanlarına göre hareket etmeleri ve yapıcı olmaları güçlü bir meziyettir.
Öyle vak'alar vardır ki onların karşısında kanunlar çok zayıf kalır. Bazı hallerde yasaların gerçek maksadına uygun kararlar veren hakimler, ayni zamanda ilâhi rızaya da hizmet etmiş olurlar.
Batı dünyasında (Averroes) diye tanınan büyük islâm filozofu ibn Ruşd'un büyük babası Ebul Valit, bir hukukçu olarak şöhreti memleket hudutlarını aşmış biridir. O zamanlar verdiği fetvalar İspanya'da ve Kuzey Afrika'da bir otorite olarak kabul edilir. Paris milli kütüphanesinde onun fetvalarının zengin bir koleksiyonu vardir. Ebu Valit; Kurtuba'da ünlü bir kadı olarak bulunduğu yıllarda bir gün kendisini ünlü bilginler ziyaret ederler. Oturup konuşacakları zaman ihtiyar bir adamı karşısına suçlu olarak getirirler.
Adam meşhur Kurtuba kapalı çarşısından bir tas ve bir tarak çalmakla suçlandırılir Ebul Vâlid misafirlerinden izin alarak ihtiyara döner ve bu yaptığı hareketin sebebini sorar.
Korkudan titreyen ihtiyar İspanya savaşında aldığı madalyayı da göstererek derki:
Ben bir zamanlar Müslümanlar safında döğüşmüş bir gaziyim. Oğlum da savaşta öldü, gelinim de bir başkası ile evlendi, gitti. Torunumu ben güçlükle büyüttüm. Hiç bir yerden hiç bir yardım almadık.
Onu şehit babasının hatırına da arayan olmadı. Şimdi onu evlendiriyorum. Ama çeyizine gücüm yetmedi. Ufak tefek bir şeyler hazırladım. Çarşıdan tartı ile çarşaf alırken, çarşaflar arasına çok arzu ettiği bir hamam tasını ve bir tarağı sıkıştırıverdim. Ne olur beni bağışlayınız. Ömrümce ilk defa bir suç işledim. O da kendim için değil...
Ebul Vâlid gerekli şahitleri dinler, adamın sözlerinin hakikat olduğuna inanır ve;
- Hâkim, karşısına çıkan insanı tartacak güçte ise sadece suç ve suçluyu değil, onu bu suça iten sebebleri de görür.
Biri şehid, biri gazi olan bir ailede kalan küçük bir kıza bunca zaman el uzatamayan bir cemiyet suçludur.. O, bu cemiyetin çocuğu idi ona şimdiye kadar sen baktın şimdi bu ihtiyar hâlinde bu büyük görevi yapan birini mahkûm etmek suçundan Allah beni korusun der.
İhtiyarı beraat ettirir. Ona küçük bir maaş bağlattırır, torununa da çeyiz yardımı yapılması için gereken yerlere haber verir...
- Ağlayarak çıkan ihtiyar gittikten sonra bilgin, misafirleri ile çocukların cemiyet üzerindeki haklarını konuşur.. Ayrılacakları zaman her birisi tas tarak ve tartı hakkında bir güzel söz söylerler ve bugünün hâtırası olarak bir kenara not ederler...
«İnsanın vicdanı gümüş tas gibidir aşk ve sevgi ile ovulmazsa kararır kalır.>> .
«Her insan kendini güçlü görür ama insanlar tarak dişleri gibi yan yana olmadan hayat saçlarının düğümlerini çözemezler.>>
«Gerçek insan her an kendi suçlarını tartar.>>
«Haksızlık ederek kazanan kişi, altın tastan zehir içen hükümdara benzer.
İkinci bilgin de tas tarak ve tartı üzerine bir kaç güzel söz söyler.
«Tartısı Allahın rızası olan insan hiç yanılmaz.>>
«Binlerce altın tası olan insan olmaktansa, altını işleyen evladı olmak hayırlıdır.»>
Üçüncü bilgin de bu sözlere yakışan üç güzel söz söyler.
*Herkes başkasını kendi gözünde büyüttüğü tartı ile tartar. Alim ilmiyle, hırsli kişi servet ve şöhretle, insan kişi merhamet ve alçak gönüllülükle, âsi insan zulm ile ölçer. Ama gönlü mâna alemine açılmış insanın tartısı sevgi olur.>>
«Çoğunlukla boş başları elmas süslü taraklar süsler.>>
«Güzel bir öğüt derviş kişinin şifalı tasından su içmeye benzer.>>
Ebul Vâlit bu güzel sözleri yazdığı kağıdı katlar ve sohbetimize tanık olsun diye saklar." Rüzgâr bir gün asırlar ötesinde bu sözleri gönlü açık bir kişiye iletsin,."Der. Şüphesizki hâkimlik çok sorumlu, çok bilgi ve gönül açıklığı isteyen bir görevdir. Onun için Kur'an Kerim bir çok yerinde bu haktan bahis ederek «Ey inananlar adaletli hüküm verin» demiştir.