Geçenlerde yerli ve milli basınımızda bir haber gözüme çaptı.
Sevineyim mi, güleyim mi, ağlayayım mı bilemedim.
Haberde “ İngiltere’de bir müzayedede satıldığı farkedilen, MÖ.6. yüzyıla tarihlenen, Milet Antik Kentinden bir “Kore Torsosu” Metropolitan (Londra) Polisi tarafından, Kültür ve Turizm Bakanlığından üst düzey yetkililerinin de hazır bulunduğu bir törenle Londra Büyükelçiliğimize teslim edildi” deniliyordu.
Çok sevindim.
Sonra güleyim mi, ağlayayım mı ikilemine düştüm.
Bu “Kore Torsosu” nasıl bir şeydi acaba ? Güney Kore'den mi gelmişti, yoksa Kore Demokratik Kalk Cumhuriyeti (Kuzey Kore) mi sözkonusuydu? da Bu Korelerin torsosu da neydi acaba?
“Torso”, bildiğiniz üzere, gövde demektir.
“Kore”diye, ne olduğu bilinmeden yazılan kelimenin aslı ise “Core” sözcüğüdür. Burada kullanıldığı şekliyle “çekirdek, öz” anlamındadır. “Kore Torsosu” diye bir söz olamaz. Olsa olsa “Kor Torso” olur. Bu da özellikle yontular için olmak üzere “çekirdek gövde” veya “kafa, kol ve bacakları olmayan gövde betimlemesi” anlamında kullanılır.
Eğitimi, birikimi,, bilmediğini araştırma alışkanlığı olmayan, eli kalem tutan (veya klavye kullanan) herkesin “Gazeteci” geçindiği günümüzde yukarıdaki yazıyı gördüyse eğer sevgili Özgen Acar’ın tüyleri diken diken olmuştur.
Dışişleri Bakanlığından bir meslektaşımız ile evli olan ve benim de tanımaktan gurur duyduğum deneyimli gazeteci Özgen Acar, bildiğiniz üzere, Türkiye’den yurt dışına yasadışı yollarla kaçırılan tarihi eserlerin izini titizlikle ve adeta bir dedektif gibi takip ederdi.
Cumhuriyet Gazetesindeki “Kavşak” başlığını taşıyan köşesinde yılmadan, usanmadan bunları yazdı, çizdi, öncelikle Türk yetkili makamları olmak üzere kamuoyunun dikkatini çekti ve sözkonusu eserlerin geri getirilmesinde önemli rol oynadı. Bu çabaları soucunda, yanlış hatırlamıyorsam başta Karun Hazinesi olmak üzere Likya ve Elmalı Hazinelerinin geri getirilmesine önayak oldu..
Şimdikiler ise arkeolojik eserleri “Kore”den (!) getiriyorlar, maşallah.
………………………..
Bulundukları yer dışına çıkarılan, kaçırılan arkeolojik eserler ya müzelerde sergileniyor, ya da özel koleksiyonlarda yer alıyor. Tesbit edilebildiği takdirde özel kişilere ait koleksiyonlardaki tarihi eserlerin, uzun bir uğraş gerektirse de, kimi kez geri alınabilmesi mümkün olabiliyor. Aynı imkanı müzelerdeki eserler için söylemek pek mümkün değil.
Daha önceki yazılarımda bahsettiğim gibi, Atina Akropolünden, İngiltere’nin Konstantiniyye Büyükelçisi Elgin Lordu Thomas Bruce tarafından kaçırılan ve Londra’daki British Museum’da “Elgin Mermerleri” olarak sergilenen eserleri Yunanistan yıllardır uğraşmasına rağmen geri alamadı. Hatta bu konu kısa süre önce iki ülke Başbakanı arasında, mevkilerine yanaşmayacak ifadeler içeren atışmalara, suçlamalara, beyanatlara yol açtı. Bir taraf “isterim de isterim” diye tuttururken, öbür taraf “vermem de vermem” inatçılığını sürdürmekte
Büyük ülkelerin hemen hepsinin müzelerinde başka ülkelerden apartılmış eserler yer alıyor……Çoğu da Osmanlı topraklarından çalınmış.
Öyle “ufacık tefecik içi dolu turşucuk” misali küçük toprak kaplardan, minicik yontulardan, kırık dökük seramik parçalarından bahsetmiyorum. Adamlar deveyi hamuduyla götürmüşler, bir heykeli değil tüm mabetleri araklamışlar.
Berlin’deki Bergama Müzesine gidenler bilir. Athena Tapınağı, Milet’ten yürütülen Angora Kapısı….Öyle kocaman anıtlardır ki bunlar en üst kısımlarını görmek için başınızı kaldırsanız şapkanız kafanızdan düşer.
İlginçtir ki Antik Dünyanın 7 Harikasından hepsi de bir zamanlar Osmanlının sahip olduğu topraklarda yer almaktaydı.. Bunlardan Babil’in Asma Bahçeleri, Rodos Heykeli, İskenderiye Feneri zaman içinde çeşitli nedenlerle yıkıldı, harap olup gitti. Olimpos Dağındaki Zeus heykelini Fransızlar çaldı, Luvr Müzesinde sergiliyorlar. Bodrum’daki Kral Mausolus’un un anıt mezarına da İngililer “kalk gidelim” dedi. Kalan iki Harikadan sadece biri hala bizim topraklarımızda: Efesteki Athena Tapınağı. Diğeri Kahire yakınlarında Giza Platosundaki Piramitler. Daha doğrusu Keops (Kafu) Piramiti. Hani adamlar lojistik teknolojiye ve imkana sahip olsalar onu bile kaldırıp götürürlerdi, kuşkusuz.
Adil olmak gerekirse bu soygun furyasında sadece İngiltere’yi, Fransa’yı, Almanya’yı suçlamamamız lazım. Amerika’sından, İtalya’sına, hatta Belçika’sına, İsveç’ine kadar birçok ülke de bu klasmanda yer alıyor.
“ Ee, ne var bunda, sen de malına sahip çıksaydın ” diyenleriniz olacaktır. Yahu, Nasreddin hocanın dediği gibi “Hırsızın hiç mi suçu yok ?”. Osmanlı Padişahları “ Bu taşlardan bizde çok var, alıp gitsinler, n’olur ki” mi dediler sanıyorsunuz? Peki, Alman tüccar. Schillmann’ın 1873’te Truva’da bulup ülkesine kaçırdığı, bir de hiç utanç duymadan, fütursuzca kaknem karısının başına, güğsüne takıp takıştırıp fotoğrafını çektirdiği Truva Hazinelerini de Sultan Abdülaziz’in fermanı ile çalma izni mi verilmişti?
Kimse malını isteyerek başkasına teslim etmez. 2.Dünya Savaşı sırasında önce Nazilerin (Almanya), ardından komünistlerin (SSCB), en nihayetinde de emperyalistlerin (ABD) çalıp ülkelerine götürdüğü sanat eserlerini Fransızların gönüllü olarak mı verdiklerini zannediyorsunuz? Ya da Körfez Savaşında Bağdat Müzesinden arakladıklarını Koalisyon Güçlerine Irak halkı mı hediye etti diye mi düşünüyorsunuz? Yoksa sorumlu olanın aslında lüplemenin olduğu zamanın koşulları mıdır dersiniz?
Yazıma şimdilik burada ara veriyorum. Gelecek sefere “Gazetedeki Köşenin” adının çizdiği çerçeve içinde yani Londra’daki müzelerde bulunan, sergilenen ülkemizden yürütülmüş belli başlı eserleri ve bunların nasıl “kalk gidelim” yapıldığını anlatacağım.