Bi mekup aldım:
«Küçük yaşta babasız kaldım. Anam el işlerinde çalışarak, beni okutup adam etmek istedi, bu uğurda yegâne varlığı evini de sattı. Ama ben kötü arkadaşlarıma uyup, tahsilimi yarıda bıraktığım gibi, kadıncağızın elinde, avucunda ne varsa yedim. Üstelik ona karşı çok haşin davrandım. Askerlik yıllarında ruhumda derin bir değişme oldu. Terhisimde bir benzinci dükkânına girerek namusumla çalışmaya ve iyi insan olmak yolunda yürümeye başladım. Ama bir ailenin yanına dadı olarak giren annemi, ne oradan alabildim, ne kendimi af ettirebildim. Şimdi maddi imkânlarım iyi olduğu halde, onu el kapısından alamadığım ve sevgisini tekrar kazanamadığım için yanıyorum. Her seferinde beni görmek istemediğini söylüyor. Yazılarınızı takip eden patronum, bir kere de size sormamda ısrar etti...»Diye yazıyordu.
Bu mektubun cevabını Anneler Gününe rastlamasını arzulayarak biraz geciktirdim. Gerçekten zor ve üzücü bir durum.
Evvel zaman içinde Dâel Kanişka, isminde genç bir çocuk, kabilesi arasında ok atmaktaki kabiliyetiyle şöhret sahibi olur. On sekiz yaşına girdiği zaman artık havada uçan kartalı gözünden vuracak kadar maharet kazanır Kabilesi ona kral gibi itibar eder. Bu üstünlüğüne rağmen hayatta yegâne varlığı olan annesine çok zalim davranır. İhtiyar kadını her sabah karşısına diker, başına küçük bir taş parçası koyar, bütün yalvarmalarına, göz yaşlarına aldırmayarak, korkudan titriyen annesinin başındaki bu taşı en ufak parçalara bölünceye kadar ok talimi yapar.
Zamanının Sultanı bu meşhur okçunun şöhretini duyunca maiyetine alır. Sarayda bilgin kişilerle tanışan delikanlı, zekâsı ile, bilgi ve imân yönünde kısa zamanda gelişir. Merhamet gömleğini itibarla sırtına geçirince, gözleri insanlığa açılır. Annesine yaptıklarına derin bir pişmanlık duyar. Ottan bir kulübede fakir yaşayan ihtiyar kadına ağır hediyelerle gidip ayaklarına kapanarak of diler ve yanına almak ister. Fakat annesi her seferinde «Harcadığın yıllarımı ödeyemezsin, bana yaptığın zulmün izlerini dünyaları versen ruhumdan silemem.» Diye geri çevirir:
Dâel çok mahzun olur. Istırabından yemek, içmekten kesilir. Bir gün Sultan, çok sevdiği bu okçusunun derdini sorar. Teferruatıyla öğrenince:
-Haklısın! der ama üzülme, ben seni ona af ettiririm. Ana yüreğinin zaaflarını bilirim. der.
Beraberce verdikleri karara uygun olarak, törenle büyük bir ateş yaktırır. İhtiyar kadını da törene çağırtan sultan, kendisine iltifat eder. Böyle mahir bir okçu yetiştirdiği için tebrik eder.
Sonra, ancak, töremize göre anaya isyan eden, kral bile olsa yakılır. Dâel'in sana yaptıklarını yeni öğrenmiş bulunuyorum. der.
Az sonra da Dâel yarı çıplak bir vaziyette iki kişi arasında elleri bağlı olarak ateşe doğru sürüklenir.
Şaşkın ve üzgün kadın sultanın önüne atılır; Efendimiz, yalvarırım ben af ettim, siz de af ediniz diye yerlere kapanır. Orada ana oğul kendilerini seyredenlerin gözyaşları arasında kucaklaşırlar...
Dȧel, annesinin sevgi ve merhametine seslenerek kendisini af ettiren sultanın yanında, annesi ile beraber uzun yıllar mesut yaşar.
Birisi Hz. Ali'ye:
- Ya Ali der, ne kadar suçlu olursa olsun bir ana evlâdını ateşe atip yakamaz. Halbuki Allah insanları yakacağını bildiriyor. Rabbimizin kullarına olan sevgisi, bir ananın evladına olan sevgisinden az mıdır?
Hz. Ali der ki:
-Allah da kullarını adaletine uygun olarak bağışlayacaktır, yalnız kendisini inkar edenleri mutlaka yakacaktır.
Annelerin, evlatlarına kırılmaları, sevgileri kadar derin olur. Bir anne ne kadar dargın olursa olsun, tövbe kapısından geçtiğine inandığı evladının bedbaht olmasına gönlü razı olmaz. Sizi af etmediği müddetçe, işinizden, huzurunuzdan olacağınızı, ona karşı sonsuz bir sevgi duyduğunuzu hissettirerek analık zaaf ve şefkatin: sığınmak suretiyle af dileyiniz. Göreceksiniz netice hayırlı olacaktır.' İnsanın hatalarından dönüp hayırlı yolu bulması, kendisi ve geleceği için en mühim bir dönüştür.
Bir insanın kalbinde kusurları bağışlamaya bir yer ayrılmamışsa, bütün faziletlerde yer bulamayacaklardır ama bir annenin kalbinde hiçbir şeye yer bulunmasa da, evladını bağışlamaya bir köşe vardır. Yeter ki gerçekten tövbekâr olduğunuza inandırıp, oraya seslenmesini bilesiniz.
Yunus Emre der ki:
Enbiya, evliya geçer bu yoldan, Duygun yok mu miskin bu halden. Kalem böyle çalınmıştır ezelden, Kul hatasız olmaz tövbe Yarabbi.
Hz. Peygamber bir Hadiste:
-Gençlik hali deliliklerden bir şubedir.» Der. Bir diğerinde de; “Bütün insanlar hata edebilir, ama hayırlı olanlar tövbekâr olanlardır» Buyurmuştur.
Gençlik ve cahillik dolayısıyla hata ettiğinizi, pişman olduğunuzu, ona en içli yalvarmalarınızla anlatınız ve mutlaka kendinizi af ettirip ölünceye kadar ona rahat bir hayat vermek için çalışınız. Böylece de kalbini yeniden kazanınız. Şunu unutmayınız ki, annesinin kal- bini kazanamayan bir kişi; ne Abid, ne Zahid olsa, başı Secdeden kalkmasa, yine Allah’ın sevgisini kazanamaz.