AKBIYIK Sultan, Fatih Sultan Mehmet devrinin meşhur mutasavvıflarındandır.
İstanbul'un fethinde Akşemseddin ile beraber Padișahın yanında bulunur. Çok zengin olduğu için Bursa da Hayratlar yaptırır. Bilhassa Ramazan günleri konağında büyük iftar sofraları hazırlanır.
Bir Ramazan Akbıyık Sultana doğudan dört yaşlı ve saygılı misafir gelir. İkindi namazından sonra oturup sohbet ederler. Söz döner dolaşır insanlarla ilgi kurmaya ve insanlar arasında yaşarken çekilen sıkıntılara dökülür. Misafirlerden biri derki:
- Ben insanlardan daima uzak kalmayı tercih etmişimdir. Nefsime hâkim olarak her türlü eğlence ve azdırıcı hallerden, birbirinin şeytanı olan insanlardan uzak kaldıkça rahat ettiğimi hissettim. İnsanoğluna ulaşan O güzel yiyeceklerin bile sonunda ne hâle geldiğini ibret le gördükçe hâlime hak verdim.
İkinci ihtiyar derki:
- Benim mesleğim nalbantlıktır. Onun için insanlarla ve hayvanlarla mecburi bir beraberliğim var. Kaç hayvan canı yandığında tekme atmıştır. Ama aklı idraki ile hayvandan ayrılan insanlardan azmı tekme yemişimdir. Her hareketi, her kırılışı kendine dert edinen, derinden
derine gücenen bir miza'cım var. Bu bakımdan çok titiz davranır ve işimin dışında fazla samimiyet kurmam kırılacak ortamdan kaçarım.
Üçüncü misafir,
- Etrafla alış verişte çok dikkatli olmak da bir eğitimdir, diye söze başlar.
Ben az konuşup az kimse ile ilgi kurmayı denedim ama huzursuz oldum. Önceleri arzum ve dileğim kimseden kırılmamaktı. Ama hayatın mânâsını kimseyi kırmamayı öğrendiğim zaman anladım.
Dördüncü ihtiyar gülerek;
-Bu üç yoldan sonra bir gerçek yol başlar, der. İnsanlar arasında yaşarken incinmeden kırılmadan yaşamayı öğrenmek daha ince bir yoldur. Her ortamda sebep yerine mâzeret arayabilmek ne kadar özlü bir davranıştır. İşte burada hoş görü deryası başlar. Bütün kirleri çöpleri bu deryanın dalgaları alır götürür. Bu geniş hoş görü içinde insanları tanıma, sevgi, sabır, her şeyi hak- tan bilme, öfkeyi yenme gibi ne yüce sırlar saklıdır. Nice büyükler bu yoldan ilâhi sırları çözmüşlerdir.
Sohbet böylece devam ederken odaya bir mürid girip Akbıyık Sultana doğru eğilip.
- Efendi hazretleri komşumuz fırıncı akşam için bir büyük mangal kor yığını göndermiş, dağdan gelen bir seveninizde çuval içinde bir yığın kar getirmiş. Akbıyık Sultan «Eyvallah» diye memnun olarak, «Kor yığınını mutfakta muhafaza ediniz, akşam etleri onda kızartılsın. Kar yığınını da hoşaf kazanlarına koyarsınız.» der...
Sonra misafirlerine dönerek,
- Ne güzel bir tesadüfle ilâhi bir temsil önümüze geldi diye sözlerine başlar.
İnsanların bir kısmı kor yığını gibidir. Dokunsanız yakar. Yerinde kullanırsanız ısıtır, yerinde kullanmazsanız bir felaket olur. Bir kısmı kar yığını gibidir. Şerbetiniz de bile, sizi serinletici olabilir. Kenara bırakırsanız, erir gider. Kiminin soğuk kiminin sıcak mizaçta yaratılmasındaki hikmeti gören, ona göre davranan ne ince bir bilgidedir.
Halk arasında yaşayıp her birini yaradanın ince bir eseri olarak kabul edecek bilgiye gelmiş kişiler gerçekten büyük kişilerdir. Böyleleri herkeste kusur arayan insanlarla yeryüzü ile gökyüzü kadar ayrıdırlar.
Bu sözlerden sonra misafirler hep birden,
"Rabbim bizi kulların arasında yaşayarak kırılmayacak ve kırmayacak bir ahlakla güçlü kıl!" diye dua ederler.
Gerçekten de halk arasında halka faydalı olarak yaşıyan bir insanın ibadetide kenara çekilmiş bir kimseden kutludur.
Her insan hayatının bir devresinde kendini tartar. Bazen yalnız kalmayı bazan kimseye aldırış etmemeyi talim eder.
Ama, hoş görür olmak en ince eğitimdir. San'atta- ilimde, ticarette her sahada etrafına faydalı olarak yaşa mak yalnız başına çekilmekten daha büyük güç ve sabr ister. Insan bilgide yüceldikçe hoş görü hayatının felsefesi olur...
Onun için Yunus Emre:
"Nazar eyle ileri
Pazar eyle götürü
Yaradılanı hoş gör
Yaradandan ötürü". demiştir......