Her gün bir dostu kaybediyoruz..
Psikoloji derslerinde, boğulmak üzere olan bir adamım hayatının birkaç saniye içinde bir filim şeridi gibi gözünün önünden geçtiğini yazardı.
Her ölüm haberi, bizi saniyeler içinde, bütün bir ömrün milyonlarca karelerine götürüyor.
Bizim nesil yazlık sinemalardan hatırlar..
Bir film şeridinde birbirini takip eden siyah beyaz kareler sarıldıkları çemberin dönmesi ile ve arkasından verilen kuvvetli bir ışıkla, beyaz perdeye birleşmiş hareketler olarak aksederdi..
Yaz günü, bir açık hava sinemasında, tahta iskemleler üzerinde oturur seyrederdik..
Değirmen çarkı gibi dönen çemberin sesi, değirmeni döndüren suyun sesi gibi kulaklarımıza dolardı..
Bazen filim kopar..
Görüntü kaybolur.. Kopan film, çemberin dönmesi devam ettiği için, “ Şrak şrak.. “ diye ses çıkarırdı..
Tuhaf değil mi, filmin tam koptuğu anda, makinist ya biraz dalmış, ya da tuvalete çıkmıştır..
Gençler koro halinde, “ Makinist uyuma! “ diye bağırırlardı.
Adam koşar gelir, oje ile filmi koptuğu yerden yapıştırırdı..
Bu o kadar hayatımızın bir parçası olmuştu ki, kısa süren aşkları, gençler birbirlerine,” Filim koptu “ diye hülasa ederlerdi..
Şimdi teknoloji çok ilerledi..
Elinde akıllı bir telefon olanlar, anında canlı yayına geçiyor...
Terminoloji de değişti..
Yayın kesildiğinde, artık, “ Allah belâsını versin internet koptu !“ diye bağırılıyor.
Bizim hayatımız da , siyah beyaz karelerden ibaret..
Çekim uzun yıllar evveline dayandığı için, bu arada film sık sık kopuyor.
Her kopuşta, hayatımız filim şeridi gibi gözlerimizin önünden geçiyor.
Bir kare feda ediliyor, ilahi takdir, kopan filmi yapıştırıyor ve hayatımızın filmi “ Son “ veya “ The End” karesine doğru dönüyor..
İhsan Sabriler, Şeref Kayalarlar, Kasım Önadımlar, Barlas Küntaylar, Cemal Külâhlılar, Sadrettin Çangalar, Nail Atlılar, Necati Akghünler, Mehmet Ohriler,Nurettin Aşanlar, Karnişler, Rüştü Uzunlar, Mustafa Işığıgürler, Ahmet Yüceller,Orhan Kalkanlar, Adnan Hancıoğulları, Mehmet Yılanlılar, Adanan Hancıoğulları, Hüseyin Efeler, Minareci Süleymanlar, Benli Haliller, Ahmet Türkeller, İnal Sargınlar, Vedat Şemakiler..
Hep kopup giden kareler..
Şimdi de yeniler..
Recep Barışıcılar, Ertuğrul Seyhanlar, Hazım Adanurlar, Orhan Altınözler..
Birer birer bizi bırakıp gidenler.
Yalnızlık artıyor.
Kime sarılacaksınız, kime dert yanacaksınız, kimin omuzuna başınızı koyup ağlayacaksınız?
Hayat, genellikle bir ağaçla ifade edilir.
Ama zaman zaman o ağacın dallarının birer birer kırıldığını, kolsuz, kanatsız kaldığınızı hisseder, bir gayrete gelir, hayatınıza yeni dostlarla aşı yapmaya çalışır, o kurumakta olan bedeninizi, genç sarmaşıklarla sarılmasına umut bağlarsınız.
Yeni meşgaleler ararsınız.
Siz o sarmaşıklara hayat verirken, kendi hayatınızın tükendiğini unutursunuz..
Geride kalan günler artık sizin değildir.
Geçmişinizindir.
Biliniz ki, artık yazlık sinemalar da, o sinemalarda tahta iskemleler de, yer yer yer yırtılmış beyaz perdeler de, sizin hayatınızın filmi de yok..
O teker teker kopan kareler, filmi tek kareye indirmiş..
O tek kare “ SON ” ‘ dan ibaret.
Zaten, tek kareden ibaret filmi kim seyreder ki?
Bunun için filmin adı " Son Yaprak"..