TDK ilkesizliği ve omurgasızlığı söyle açıklıyor.
“İlke, her türlü tartışmanın dışında, üstünde sayılan, ana düşünce ve inanış, baş kural ve prensip. Omurgasızlık ise, düşüncelerini çıkarları uğrunda değiştirebilen ilkesizlik olarak açıklıyor”
Sözlükte, ilkeli olmak: temel olarak alınan düşünce ve kurallara uygun biçimde davranmak, bu kuralların dışına çıkmamaya öze göstermek biçiminde tanımlanır, diyor.
Her bireyin, aldığı eğitime, yetişme biçimine göre edindiği düşünceleri ve bunların ışığında kendisiyle özdeşleşmiş olan davranış biçimleri söz konusudur. Bu düşünce ve davranış biçimlerinin toplamı, o bireyin yaşam çizgisindeki ilkelerini oluşturur. Bireyin kişiliğini oluşturan da bu ilkelerin toplamıdır, denilebilir.
İnsana dair iki önemli sözcük bu toprakları terk edeli hayli zaman oldu. Bu iklimle bulabileceğimizi de sanmıyorum.
Günümüzde;
İyi bir insanda olması gereken temel özellikler bana göre şöyle sıralanabilir. İlk önce insan değerler (insana dair tüm özellikler), daha sonra dünya görüşü. İlkeli bir insan hangi dünya görüşünü benimsemişse ve inandığı değerlerin temel doğru olduğuna inanıyorsa sonuna kadar, hem sosyal görüşüyle hem de ayakta duruşuyla bunu sergileyebilmelidir.
İyi insan olmak, insani duruş sergilemek, bir dünya görüşüne sahip olmak, iyi insan olmanın erdemleridir. Haksızlıklara, ölümlere, hak gasplarına, cinsiyet ayrımlarına, ilkel töre kurallarına karşı olmak ve çocuk haklarından ve çağdaş ve bilimsel eğitimden yana olmaktır.
Son dönemlerde ülkemizde yaşanan bireysel ve toplumsal yaşamda bir tutarsızlık ve ilkesizlik görülüyor. Halk deyimiyle “At izi İt izine karışmış durumdadır”. Gericiyle gerici, ülkücüyle ülkücü, solcuyla solcu olunmaz.
Tarihin dramatik sayfalarına baktığımızda, kimlerle kol kola olduğunuzu iyi göreceksiniz. 1978 de Çorum da, Maraş ta, 1993 Sivas’ta, 1995 Gazi’de, 2013 de Gezi’de neler yaşandı unutmamalıyız? 1993 de Sivas da alevler içinde insanlar can verirken, Madımak otelinin önünde avaz avaz tekbir getirerek zevk alan zihniyeti ne de çabuk unutuyoruz.
Şunu bilmekte fayda var;
İlericiler ve devrimciler, ölüm ve insan hayatı üzerinden siyaset yapmaz. Yaparsa devrimci olmaz. İnsan olmanın devrimci olmanın erdemi, yaşamını yitiren kimseye sağcıydı, solcuydu diye değil insan diye bakmaktır. Doğru olan erdemli olan da budur, sonuçta bir yaşam yok olmuştur.
Doğal olarak, siyasette ilkeler; hayatın gerçeklerinden ya da oyunun kurallarından falan değil, düpedüz sahibi olduğumuz, karşımızdaki insana sunduğumuz, inşasına talip olduğumuz hedeflerden türetilir. Hedefler ile ilkeler, rastlantısal ya da gelişigüzel değil, yaşamsal ve zorunlu bir bağla birbirine bağlanır. İlkelerini yitiren ya da göz ardı edenlerin, hedeflerinden söz etme imkânı ve hakkı da ortadan kalkar. O nedenle ortaya bir hedef koyanlardan, ilkeli olmayı da beklemek en doğal hakkımız.
Yoksa;
Bu ülkede gericilerle kol kola devrimcileri taşlayıp kendisini ilerici, solcu ilan edenler var. Kadına yönelik en aşağılayıcı hakaret ve baskıları uygulayan kendine sosyalist sıfatı ekleyenler de var. Sağ partilerin kuyruğuna takılmaktan utanmayıp kendisine “devrimci” diyenler var. Bütün bunlar varsa, ilkesizlik de olacak elbette.
İlkesizlik olduğu için, birileri çıkıp kim sana daha çok veriyorsa, ona yaklaş diyebilecektir. Hadi birileri bunu dedi diyelim peki kendisine devrimci, sosyalist, solcu” diyenlere ne oluyor?
İlkeli olmak, yalnızca bireye özgü bir durum değildir;
Bu durum, kurumlar için, sivil toplum kuruluşları için; siyasal partiler, dernekler, sendikalar, vakıflar, için de geçerlidir. Onların ilkeleri, uzun uzun düşünülerek, tartışılarak yasalarla, tüzüklerle, yönetmeliklerle belirlenmiş, böylece onlardaki işlerlik daha sağlam temellere bağlanmıştır.
Bugün ülkemiz, ne yazık ki ilkesizlikler cenneti durumuna geldi. Yasalar ve Mahkeme kararları idari erk tarafından uygulanmamaktadır, ayrıca devleti yöneten erk kendi işlerine nasıl geliyorsa öyle uygulamaktadırlar.
Devletin en yaşamsal ilkelerini belirleyen Anayasa için, T.B.M.M.’de yemin ettikleri halde anayasal kuralları ve kaideleri sürekli aşındırarak işlemez hale getirmeye çalışmaktadırlar ve getirmişlerdir.
Önce,"Demokrasi benim için bir araçtır" diyen, sonra bunu yadsıyan, daha sonra da bu sözün gereklerini yerine getirmek için yoğun çabalar içine giren siyasetçilerimiz yok mu? Elbette var ve mevcut durumun en muktediri.
Yetki almadan önce çok demokrat, eşitlikçi, hoşgörülü tavırlar takınan, yetki aldıktan sonra da çok baskıcı, tek adamcı, susturucu bir yol izleyen liderler, genel başkanlar, başkanlar olmadı mı? Hem de nasıl bir baskı. Bu gün T.B.M.M.’de görüşülmekte olan iç güvenlik tasarısı.
İyilik ve yardımsever görünümle ortaya çıkıp da vurgunlarıyla, kirli işleriyle ilişkilerine uluslararası boyutlar kazandıran STÖ'ler türemedi mi? Elbette türedi ve yoğunluklu olarak ülkenin zeminini ha bire kaydırmaya çalışmaktadırlar.
Her gün ülke gündeminde rüşvet, soygun, baskı, yıldırma, kabalık, tehdit, şantaj, sövgü, yalan dolan kol gezmiyor mu? Hem de katmerlisi.
Saymakla bitmez, nerede kaldı ilkeli ve omurgalı olmak!
Bu ülkeye veda edeli yıllar oldu!