Halit Suiçmez - Ekonomist/Yazar
Köşe Yazarı
Halit Suiçmez - Ekonomist/Yazar
 

YARDIM YERİNE ÜRETKENLİK…

Türkiye’de “yoksulluk sınırı, açlık sınırı” kavramları sürekli gündemdedir. Elbette sefalet, yoksulluk, açlık, geçinme endeksleri kapitalizmin derinleştirdiği olgulardır. Yoksulluğun ve açlığın arkasında büyük ölçüde gelirsizlik ve işsizlik vardır. Kapitalizmde belirli oranda bir “yedek işsizler ordusu” olmalı ki, mevcut çalışanların ücret ve diğer talepleri göz ardı edilebilsin. Türkiye’deki derin yoksulluğun, büyük insan kitlelerinin yardıma muhtaç duruma düşmelerinin ve satın alma güçlerindeki erime ile yüksek hayat pahalılığının arkasında gelirsizlik, işsizlik, verimsizlik ve çalışma hayatındaki olumsuzluklar bulunmaktadır. Ekonomi, politik bir olgudur ve siyasetin yönlendiriciliğindedir. Siyaset bütünüyle üretim tarzı ve ekonomik altyapı tarafından şekillendirilir. J.J.Russo siyaset-ekonomi-yönetim ilişkilerinde şöyle söyler; “Zorbalık yönetimi, uyrukları mutlu etmek amacıyla yönetecek yerde, hükmetmek için onları sefil hale getirir.”(Cevdet Kudret, Havada Bulut Yok, Evrensel Basım Yayım, Aralık 2006, s.40) Kapitalist sistemde yerel-genel yönetimler yoksulluğu azaltmak amacıyla bazı yardımlar yapmaktadırlar. Bu uygulamalar açlığı ve yoksulluğu ortadan kaldırır mı? Elbette değil. Aslında amaç tümüyle yok etmek değil, azaltmaktır. Dostoyevski Suç ve Ceza’da şunları yazar; “Ben prensip bakımından bu gibi yardımların aleyhindeyim. Çünkü yardım, ıstırabın kökünü kazımaz, bir süre daha sürüklenmesine hizmet eder.”(a.g.e. s.204) Birinci ve ikinci büyük paylaşım savaşlarında böylesi yoğun kıtlıklar, açlıklar, sefaletler yaşanmıştır ve günümüzde de bu tip ağır sorunlar, çok yüksek enflasyonlar, hayat pahalılıkları, açlık ve yoksulluk sınırlarında genişlemeler sürmektedir. İşte o savaş yıllarında, ambarlarda erzak bitince, halk ellerinde torbalar ile kapıya geldiğinde, ne cevap verilecekti? “İşte sizi birkaç ay daha yaşattık; bundan sonra ölebilirsiniz” mi denilecekti? O zaman, birkaç ay önce ölmekle, birkaç ay sonra ölmek arasında ne fark vardır? Şu halde asıl sorun; yoksullara yardım etmekte değil, yoksulluğu ortadan kaldırmaktadır. Yardım yerine, yoksullar bazı kurumlara bağlı olarak çalıştırılsa, ülkenin genel milli gelirine bir şeyler katsalar, başıboş oturmasalar, az da olsa “verimli” olabilseler, daha iyi olmaz mı? Böylesi bir “üretkenlik” durumu bazı ahlaki sorunların çözülmesine de katkı sağlar. Çalışmadan yaşamak, sadaka ile geçinmek, dilencilik etmek düşüncesi yerine, yaşamak için çalışmak gerektiği anlatılmış olur. Atatürk ne güzel söylemiş: “Çalışmadan, yorulmadan, üretmeden rahat yaşamak isteyen toplumlar; önce haysiyetlerini, sonra hürriyetlerini daha sonra da istiklal ve istikballerini kaybetmeye mahkumdurlar.” Çünkü Büyük Önder Ekonomi demek her şey demektir, düşüncesindeydi. Cumhuriyet tarihimizde de güzel- etkili örnekleri olan kamusal-devletçi kalkınma politikaları ile işsizliği önlemeliyiz. Herkese iş ve aş bulmalı-yaratmalıyız. Anayasal bir zorunluluktur bu. Türkiye Cumhuriyeti, “laik, demokratik, sosyal bir hukuk devletidir.” Bir yanda işlenecek topraklar, sanayi, tarım, hizmet sektörleri, turizm potansiyellerimiz var, öbür yanda işsiz, aç-sefil insanlarımız… Ayrı ayrı yerlerde duran bu cevherlerimizi buluşturacak politikalara, iktisat uygulamalarına ihtiyacımız var. İşsizliği tümüyle kaldıramasak da çok önemli oranda azaltabiliriz. İşsizlik azaltıldığında da yoksulluk azalacak, yardımlara gereksinim kalmayacaktır. Çalışkan, tok gözlü, zeki, dayanıklı Anadolu insanı çok daha üretken olmaya layıktır, çok daha iyi yaşama olanaklarına sahip olmalıdır.
Ekleme Tarihi: 12 Mart 2025 - Çarşamba

YARDIM YERİNE ÜRETKENLİK…

Türkiye’de “yoksulluk sınırı, açlık sınırı” kavramları sürekli gündemdedir.

Elbette sefalet, yoksulluk, açlık, geçinme endeksleri kapitalizmin derinleştirdiği olgulardır.

Yoksulluğun ve açlığın arkasında büyük ölçüde gelirsizlik ve işsizlik vardır.

Kapitalizmde belirli oranda bir “yedek işsizler ordusu” olmalı ki, mevcut çalışanların ücret ve diğer talepleri göz ardı edilebilsin.

Türkiye’deki derin yoksulluğun, büyük insan kitlelerinin yardıma muhtaç duruma düşmelerinin ve satın alma güçlerindeki erime ile yüksek hayat pahalılığının arkasında gelirsizlik, işsizlik, verimsizlik ve çalışma hayatındaki olumsuzluklar bulunmaktadır.

Ekonomi, politik bir olgudur ve siyasetin yönlendiriciliğindedir.

Siyaset bütünüyle üretim tarzı ve ekonomik altyapı tarafından şekillendirilir.

J.J.Russo siyaset-ekonomi-yönetim ilişkilerinde şöyle söyler;

“Zorbalık yönetimi, uyrukları mutlu etmek amacıyla yönetecek yerde, hükmetmek için onları sefil hale getirir.”(Cevdet Kudret, Havada Bulut Yok, Evrensel Basım Yayım, Aralık 2006, s.40)

Kapitalist sistemde yerel-genel yönetimler yoksulluğu azaltmak amacıyla bazı yardımlar yapmaktadırlar.

Bu uygulamalar açlığı ve yoksulluğu ortadan kaldırır mı?

Elbette değil.

Aslında amaç tümüyle yok etmek değil, azaltmaktır.

Dostoyevski Suç ve Ceza’da şunları yazar;

“Ben prensip bakımından bu gibi yardımların aleyhindeyim. Çünkü yardım, ıstırabın kökünü kazımaz, bir süre daha sürüklenmesine hizmet eder.”(a.g.e. s.204)

Birinci ve ikinci büyük paylaşım savaşlarında böylesi yoğun kıtlıklar, açlıklar, sefaletler yaşanmıştır ve günümüzde de bu tip ağır sorunlar, çok yüksek enflasyonlar, hayat pahalılıkları, açlık ve yoksulluk sınırlarında genişlemeler sürmektedir.

İşte o savaş yıllarında, ambarlarda erzak bitince, halk ellerinde torbalar ile kapıya geldiğinde, ne cevap verilecekti?

“İşte sizi birkaç ay daha yaşattık; bundan sonra ölebilirsiniz” mi denilecekti?

O zaman, birkaç ay önce ölmekle, birkaç ay sonra ölmek arasında ne fark vardır?

Şu halde asıl sorun; yoksullara yardım etmekte değil, yoksulluğu ortadan kaldırmaktadır.

Yardım yerine, yoksullar bazı kurumlara bağlı olarak çalıştırılsa, ülkenin genel milli gelirine bir şeyler katsalar, başıboş oturmasalar, az da olsa “verimli” olabilseler, daha iyi olmaz mı?

Böylesi bir “üretkenlik” durumu bazı ahlaki sorunların çözülmesine de katkı sağlar.

Çalışmadan yaşamak, sadaka ile geçinmek, dilencilik etmek düşüncesi yerine, yaşamak için çalışmak gerektiği anlatılmış olur.

Atatürk ne güzel söylemiş: “Çalışmadan, yorulmadan, üretmeden rahat yaşamak isteyen toplumlar; önce haysiyetlerini, sonra hürriyetlerini daha sonra da istiklal ve istikballerini kaybetmeye mahkumdurlar.”

Çünkü Büyük Önder Ekonomi demek her şey demektir, düşüncesindeydi.

Cumhuriyet tarihimizde de güzel- etkili örnekleri olan kamusal-devletçi kalkınma politikaları ile işsizliği önlemeliyiz.

Herkese iş ve aş bulmalı-yaratmalıyız.

Anayasal bir zorunluluktur bu.

Türkiye Cumhuriyeti, “laik, demokratik, sosyal bir hukuk devletidir.”

Bir yanda işlenecek topraklar, sanayi, tarım, hizmet sektörleri, turizm potansiyellerimiz var, öbür yanda işsiz, aç-sefil insanlarımız…

Ayrı ayrı yerlerde duran bu cevherlerimizi buluşturacak politikalara, iktisat uygulamalarına ihtiyacımız var.

İşsizliği tümüyle kaldıramasak da çok önemli oranda azaltabiliriz.

İşsizlik azaltıldığında da yoksulluk azalacak, yardımlara gereksinim kalmayacaktır.

Çalışkan, tok gözlü, zeki, dayanıklı Anadolu insanı çok daha üretken olmaya layıktır, çok daha iyi yaşama olanaklarına sahip olmalıdır.

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve ulusgazetesi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.