“Delikanlım
İyi bak yıldızlara
Onları belki bir daha göremezsin.
…
Yıldızlar ve senin kafan
Kainatın en mükemmel şeyidir…”
Gençliğin içsel zenginliklerle ve güzelliklerle dolu olduğu ifade ediliyor…
Nazım Hikmet, şiirinin bir bölümünde, yaşamın belirsizliğini ve kaçırılan fırsatları vurguluyor.
Çok tarihsel fırsat kaçırdık ülke ve toplum olarak.
Büyük bilgin Takiyüddin Efendi’nin yıldızları ve gökyüzünü gözleyen Rasathanesini, bombalayarak yıktık, 1579’da İstanbul’da Tophane Sırtlarında.
Ve yıldızları küstürdük…
Bilimi, sanatı, felsefeyi hiçe saydık asırlardır.
Zihinlerimizi, aklımızı bilim dışı şeylere esir ettik, nesnelliği, dünyanın ve hayatın somut olgularını çiğneyip geçtik...
Doğa ananın değişmez yasaları vardı, evrenin de kanunları.
Takiyüddin gibi, Kepler gibi bilginler bunları araştırıp yazıyorlardı.
Kıymetini hiç mi hiç bilemedik.
Takiyüddin’in gözlemevi yıkılmasaydı neler olurdu?
Astronomide, matematikte, fizik ve diğer bilimlerde çalışanların önü hep açılsaydı bugün neleri konuşurduk?
Bu konuda güzel bir tarihi roman var elimizde;
Haldun Eroğlu’nun Yıldızlar Küserken kitabı.
İlginç, gizemli, sürükleyici kurgusuyla, yalın anlatımıyla, gerçekçi yapısıyla, bilgilendirici bir roman.
Üzerine yakın zamanda kapsamlı bir roman inceleme çalışması yapacağım.
Zamanında uzun yıllar sadrazamlık(başbakanlık) yapmış, gerici ve çıkarcıların hedefi olmuş, hep doğruları ve gerçekleri söylemiş Sokollu Mehmet Paşa romanda şunları anlatır:
“Zaten başımıza ne geldiyse büyüden ve büyücüden medet uman, din adına ahkam kesen ve bidati din diye herkese yutturmaya çalışanlar yüzünden değil mi? Bunların zihinleri esaret altındadır…” (Yıldızlar Küserken, s.233)
Sokollu Paşa’ya yanıt olarak Bilgin Takiyüddin de şunları söyler:
“Paşam benim çalışmalarımı da din dışı saymaktalar ve yaptıklarımın felakete sebep olacağını…dillendirmektedirler…bunun başını da Şeyhülislam çekiyor.” (s.233)
Sokollu;
“…Araştırmak, öğrenmek, bilmek neden dine mugayir(aykırı)olsun. Aksine, bilmezler mi ki aslında dinimiz aklını kullanmayı emreder, ilimle uğraşmayı salık verir…yazık ki ne yazık! Dini ne hale getirdiler. Ellerinde oyuncak ettiler. Asıl felaket, ilmi yok saymak, alimleri kötülemektir. Felaketi çağıran bilgi değil bilgisizliktir… (s.233)
Ah izleme olanağımız olsaydı, Sokollu Paşa ile Takiyüddin arasındaki astronomi ve kuyruklu yıldız sohbetini…
Sadrazam Sokollu Mehmet Paşa, “…Devlet-i Aliyye’nin en önemli, en etkili, en kudretli makamındaydı. Ama bir o kadar da yalnız ve çaresizdi…” (s.256)
Osmanlının zirvede olduğu dönem aynı zamanda idare konusunda bir hayli zafiyetlerin de başladığı dönemdir. (s.230)
Çok ilginç üzerinde tez yazılması gereken bir tarihsel olgu.
Teori kelimesi Yunancada “gökyüzünü seyre dalma” anlamına geliyormuş.
Berrak gecelerde dalın bakalım gökyüzünü seyretmeye…
Nazım’ın dizelerine dönersek, geceleyin gökyüzünü izleyen bir insan kafası ve engin sonsuzlukta parıldayan yıldızlarla konuşmak…
Dünyanın en muhteşem güzelliği olsa gerek.
Ama onları küstürmeden…
Onları izleyen gözlere ve kafalara eziyet etmeden, onlarla sohbetleri kesmeden…
Tarihçi-akademisyen Haldun Eroğlu’nu bu değerli romanı için kutlar, bu yöndeki yakın tarihe ilişkin güncel-siyasal çalışmalarını da ilgi ve merakla bekleriz.