“Fikret Hakan tiyatrosunu sahneleyeceği, Zorba oyununun provalarını izlemek için, işe erken gelmiş kafe de çay içiyor, marlbora sigarıma keyifle tüttürüyordum.
Kafasında fötr şapkası, sırtında güderi püsküllü yeleği, ayağında mahmuzlu Amerikan kovboy botlu bir adam yanı başımdaydı. Kafamı kaldırdığımda, Onur üstüme düşecek gibiydi.
- Hayırdır Onur?
- Oturabilir miyim abi?
“Sevgi pıtırcığı bir ses yankılandı, (Aslında benden büyüktü). Lakin herkese abi, diye hitap ederdi.”
- Müsaadeye ne gerek var dükkan senin. İstediğin yere otur.
- Abi yanına oturmak istiyorum?
- Dükkân senin dedim ya, ne fark eder?
Onur resim öğretmeni, dublaj sanatçısı, tiyatro oyuncusuydu. Üç işi bir arada yürütüyordu. Tiyatro ilk aşkı olmasına rağmen, öğretmenlik Onur’un yaşam sigortasıydı, ihmal etmezdi.
Harika karakalem resimleri yapardı. Kimden bir talebi olursa ki, mutlaka karakalem resim sözü verir. Abi sana bir karakalem resmi hediye edeceğim der, asla sözünü yerine getirmezdi. O, kaba görüntüsüne nazaran karıncaezmez, güzel yürekli, çok kibar ve mütevazıydı.
Oturdu yanıma. Sordum. Çok keyifsiz görüyorum, hayırdır? Sorma be abi (bu klasik cevabıydı her zaman) den sonra, sigarandan bir dal alabilir miyim? (Marllboro masada) Sözümü olur Onur’cum al tabi…
- Kahve !
- Süpersin abi ya…
Ismarladığım kahve gelmeden sigarasını bitirmişti bile. Hemen yapıştırdı. Abi kahve de sigarasız içilmez ki değil mi ya?
Ne demek buyur. Paketi zarifçe aldı, burnuna götürdü kokladı. Bu nasıl meret kardeşim insanı kendine mest ediyor vallahi. Onur hikâye yazmana gerek yok, yak hadi yak yak.
Fikret Hakan provaya başlamak üzereydi. İzlemek üzere masadan kalktım salona doğru yöneldiğimde, Onur üçüncü sigarayı istiyordu.
Yuh be Onur;
Ben kendi sigaramdan daha bir tane içtim, sen üçüncüyü istiyorsun? Al pakette senin olsun bir daha isteme bari! Gözlerinin içi gülüyordu.
Sen çok büyüksün be abi! Yine yağ yakmaya başlamıştı. Ardından hemen lafı yapıştırdı.
Abi senden sigara istiyorum, istiyorum da neden istediğimi sormuyorsun bile?
Neyini sorayım Onur? Her zaman alışık olduğumuz bir durum, değil mi? Keşke cevap vermeseydim.
Başladı anlatmaya;
Hanımı sabah evden çıkarken tembihlemiş, akşam misafir gelecek, diye. Eve gelirken alması gereken ihtiyaçları sipariş etmiş.
Kimmiş misafirler?
Eşinin annesi ve babası. Yani, “kayınpeder ve kaynanası”
Ne var bunda?
Abi epeydir ilk defa geliyorlar. Önlerine bir şeyler koymak lazım. Aldı beni sıkıntı. Abi cepte kuruş yok. Tiyatro yeni açıldı para alamıyorum. TRT’de dublaj (seslendirme) yaptım epeydir onlarda ödeme yapmıyor. Hanımın siparişlerini nasıl alacağım diye kara kara düşünüyorum.
Bakkala borçluyum yüzüm yok. Manav desen o da öyle. Çekine çekine ekmekçi Mustafa abiye uğradım. Selamlaştık. Buyur Onur, dedi. Abi kusura bakma borcumda var, biliyorsun. İki ekmek daha alabilir miyim? Canın sağ olsun Onur iki ekmeğin sözümü olur? Dükkan senin.
Mustafa abi iki ekmeği kese kağıdına koyup elime tutuşturdu. İyi akşamlar abi, çok teşekkür ederim. Kısa sürede olan borcumu ödeyeceğimi söyledim, ama kesinlikle inanmadığını adım gibi biliyorum. Neden inansın ki adam haklı. Ben bile inanmıyorum ödeyeceğime.
Elimde ekmeklerin olduğu kese kağıdı, merdivenleri aheste aheste çıkıyorum. Ayaklarım gitmemek için direniyor, ama başka çarem yok. Boş elim titreyerek bastım zile. Hanım açtı kapıyı. Bir bana baktı, bir elimde getirdiğim poşete. (Allah canın alsın senin Onur) diyen tavrıyla yüzünü buluşturdu, hiçbir şey söylemeden hanım önde ben ardında içeri girdik.
Hanımın anne babasıyla merhabalaşıp, hal hatırdan sonra, sofraya geçtik. Hanımdan Allah razı olsun. Yine de epey bir şeyler yapmış, sofrayı hazır etmişti. Yemek sonrası kahvelerimiz geldi. Bu merette sigarasız içilmez ki. Sigaramda yok. Numaradan sigara arıyormuş gibi ceplerimi karıştırırken, kayın peder paketi uzattı. Kayınpedere ne “mübarek” adamsın demek geldi içimden.
TRT’de dublajını yaptığım filmi izleyeceğim, tiyatro da yeni oyunun tekstini okumam gerekiyor Sigarasız nasıl yapacağım, diye düşünüyorum. Kayınpederin paketinde üç dal sigarası varmış zaten. İkisini kahveyle birlikte içtik, kaldı bir tane. Onu da alsam ayıp olur, diye düşünürken birden aklıma geldi!
“Evlerde ikili, üçlü büyük dolaplar olurdu eskiden. Bu mobilyanın bir Televizyon kısmı olur, diğer kısımlarına, bardak, biblo gibi şeyler konurdu”.
Onur bir süre önce, o dolabın en tepesine bir Maltepe sigarası olduğunu hatırlamış!
Sandalyeyi dolabın önüne çekip üstüne çıktım, sigarayı arıyorum nereye koydum, diye. Kayınpederde merak ve şaşkınlıkla beni izliyor. Acaba! Bu adam ne yapıyor, diye.
Nihayet uzun bir uğraş sonrası buldum Maltepe sigarasını. Pakette dört dal kalmış. Üstelik beyaz filtreleri de isten sapsarı olmuş. Yine isyan ettim kendime. Ulan Onur, isten sararmış filtreler bir yana, insan dolu paket koyar be adam!
İndim sandalyeden yerine koydum. Kayınpedere sigara alması için paket uzattım. Filtresi sararmış sigarayı aldı, evirdi çevirdi uzunca inceledikten sonra (seni vereceğin sigaraya lanet olsun demiştir ihtimal) oğlum benim bir sigaram var, sen içersin dediğinde çok sevindim.
Yakıtımı bulduktan sonra, misafirlere iyi akşamlar, yarın çok işim var müsaade eder misiniz? Dedim. Kayınpeder, kaynana iyi akşamlar dilerken, hanımın bunu hesabını sana sorarım Onur diyen sert bakışıyla, odama yöneldim.
Dublaj’ını yaptığım filmi izlerken sigaram da bitti. Oyun tekstini bile okuyamadım. Yarın Grev oyunun provası vardı. Yönetmen kesin ağzıma sıçar, endişesiyle uyumuşum.
Sabah herkes uyurken attım kendimi dışarı. Her yer kapalı. Dolaştım durdum. Cepte yok kör kuruş. İki saattir tiyatronun açılmasını bekledim. Ne kahvaltı yapabildim, ne bir sigara içebildim.
Günaydın Onur?
Bir saattir konuşuyorsun. Anlattıklarından kesin doğru olan şu;
Köksal Abinin senin ağzına kesin “mıçar” onu iyi biliyorum. Senin iyi oyuncu olduğunu, ayrıca iyi bir karakalem sanatçısı olduğunu, üstelik iyi bir resim öğretmeni olduğunu da biliyorum.
İyi de kardeşim iki saattir bana bu eziyeti neden reva görüyorsun? Bir sigara için böyle bir senaryoya ne gerek var? Kısa yoldan anlatsaydın?
Zorba oyunun provasını kaçırmazdık değil mi?
Neden senden iki de bir sigara istediğimi sormadın ki be abi? Demez mi pişkin bir gülümsemeyle. Bende güldüm.
Dur sana bir kıyak yapayım bugün. Hemen kulakları havaya dikti.
Nasıl bir kıyak abi?
Köksal Abiye durumu anlatayım da sana biraz avans verelim. Para mevzuunu duyar duymaz hemen gevşedi, başladı övgüye.
Bunu yapmasam elinden kurtulamazdım Onur’un.
Abi sen ne muhterem adamsın, iyi ki varsın, bildiği en güzel sözlerle bana atıfta bulunuyor.
Oyun provası başlamadan önce söylememi istiyor avans için Köksal Engür’e. Ben avans istersem mümkün değil vermez. Zaten altı haftalık içerideyim abi, diyor.
Merak etme provadan sonra söylerim. Hele bir sakin ol, diye konuşurken, Fikret Hakan kadrolarına Ankaralı bir oyuncu bulabilir miyiz? Diye sordu. Onur ile göz göze geldik. Onur’a dedim ki, ulan anan seni Kadir gecesi doğurmuş. Bak para ayağına geldi, kalk yürü para seni çağırıyor.
Kırk beş yıl önceydi, ağzı kulaklarındaydı. Onur’u hep öyle anımsarım.
Şimdi nerelerdedir? Acaba!