“Bu türkü onların türküsüdür,
6 Mayıs şafağında,
Darağacına korkusuzca gidenlerin,
Deniz’lerin, Yusuf’ların, Hüseyin’lerin Türküsüdür…”
6 Mayıs 1972 yılının Cumartesi sabahıydı…
Okul yoktu ama erken kalkmıştım…
Ev ahalisinin yüzüne baktığımda kötü bir güne kalktığımın farkındaydım. Hepsinin yüzünde derin bir sessizlik hâkimdi. Kötü birşey olduğunu anlamıştım, ama korkudan bir şey sormaya cesaret edemiyordum. Henüz ilkokulu yeni bitirmiş, ortaokul birinci sınıftaydım…
Malum seneler ülkede yaşanan olayları anlıyor, lakin algılamakta zorluk çekiyordum…
Kahvaltı masası yerli yerindeydi. Kimse bir şeye dokunmamıştı. Masaya oturmuşlar, Deniz’lerin idam haberini aldıklarında öylece kalakalmışlardı.
Haber alma olanakları çok kısıtlıydı. Bir tek siyah beyaz televizyon, o da haftada bir iki gün akşam paket yayın yapardı. Radyo desen yine öyleydi…
Ve iktidarın yayın organı sayılabilecek birkaç gazete. Bu yayın organlarından sağlıklı, doğru haber almak imkânı yoktu…
Kulaktan kulağa fısıltılar dolaşırdı...
Kapı tak tak çalındığında içim cız etmişti. Gelen komşumuz Veli amcaydı…
Kederli bir yüz ifadesiyle, duydunuz mu? demişti. Deniz Gezmiş’i, Hüseyin İnan’ı ve Yusuf Aslan’ı sabaha karşı asmışlar! Dediğinde çok şaşkındım. Asmışlar ne demek oluyordu? Veli amcanın verdiği haberle ev halkı tarifsiz bir hüzne boğulmuştu. Onların yüz ifadesinden etkilenmiştim ve ağlamaya başlamıştım...
Aslında bizimkiler önceden duymuşlar ama emin değillerdi sanırım. Veli amca idamların doğruluğunu teyit etmişti. Birde sürekli idam kelimesi geçiyordu konuşmalarında. İdam neydi? Ne demek oluyordu? Bilmiyordum, ama için için ağlıyordum…
O, akşama doğru Özgür abi gelmişti. Başımı okşadı bir şeyler anlattı, ama hiçbir şey anlamamıştım. Özgür abi Erzurum Atatürk Üniversitesi Ziraat Fakültesinde okuyordu. Deniz Gezmiş’lere yakın yaştaydı. Annemlerden duyduğum kadarıyla Özgür abiyi de Ziraat Fakültesine almıyorlarmış…
Çok dayak yediğini, yaralandığını anlatırlardı bizimkiler…
Özgür abi, benim çok üzgün olduğumu görünce başımı okşayarak üzülme koçum, dedi. Denizler tükenmez…
“Bir Deniz gider bin Deniz” gelir, demişti. Daha birçok şey anlatmıştı. Devrim, THKO, Sol, idam, darağacı gibi kelimeleri ilk defa Özgür abiden duymuştum. Anlatıyordu fakat yine de bazı kavramları kafamda bir yere koyamıyordum…
Deniz Gezmiş’i haberlerden ve gazetelerden biliyordum. Benim yaşımdaki çocukların idolüydü…
Mahallede oyunlar oynarken bile herkes Deniz olmak isterdi. Gazetelerde çarşaf çarşaf haberleri ve fotoğrafları yayınlanıyordu. Manşetleri her gün şöyleydi…
Anarşistler, Eşkıyalar, Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan isimli teröristler yakalandı, yakalanacaklar, şurayı bastılar, Amerikalıları kaçırdılar…
Deniz Gezmiş, benim için olduğu üzere bütün çocukların, adeta bir masal kahramanıydı. “Deniz ve Gezmiş” kelimeleri bende deniz de gezen adamı çağrıştırıyordu. Deniz’i bile görmemiştim ama Deniz de gezen adam hayalleri kurardım. “Deniz de nasıl gezilirdi”? Diye merak ederdim. Hafızam da işte öyle yer etmişti.
Çocuk aklı işte…
Deniz Gezmiş, Deniz gezen biriydi aklımda öyle kalmalıydı…
Öylede kaldı…
Bazen de şöyle hayal ederdim ve rüyalar görürdüm;
Pencerenin pervazına beyaz bir kuş konardı. Kocaman beyaz kanatları gümüş parıltılar saçardı. Büyük kanatları ok gibi bakışları vardı…
Hayalimde yarattığım beyazdan kocaman geniş kanatlı bir beyaz kuş olurdu. O, bazen narin bedenli, ince yürekli uslu olur insanlara iyiliği ve güzelliği getirirdi…
Bazen de kış aylarının yaklaştığında sıcak iklimlere kanat çırpan göçmen kuş olur, baharda havalarını ısınmasıyla Mayıs ayında tekrar geleceğini söylerdi. Onları, uzun ve yorucu bir yolculuktan sonra, bedensel olarak olmasa da geri geleceklerini hep hayal ederdim…
Deniz'e, Yusuf'a ve Hüseyin'e...
Özlem ve Sevgiyle…