Ankara Kalesi - Anıl ÇEÇEN - Prof.Dr.
Köşe Yazarı
Ankara Kalesi - Anıl ÇEÇEN - Prof.Dr.
 

CUMHURİYETİN 100. YILINDA 100 İL VE 1000 İLÇE

Cumhuriyetin yüzüncü yılında, Türkiye Cumhuriyeti genel seçimlerini yenilerken, gelecek yüz birinci yılda da yerel seçimlerini tamamlayacaktır. İki seçim arasında yüzüncü yılını kutlamaya hazırlanan Türkiye Cumhuriyeti devleti, yüzyıl değişimi ile birlikte yeni bir çağ değişimi ile karşı karşıya kalmakta ve bu doğrultuda ortaya çıkan yeni koşullar çerçevesinde ve böylesine önemli bir zaman dönüşümü içerisinde, Türkiye geleceğin dünyasında yeni yerini aramaktadır.  Cumhuriyet tarihi içinde yüz elli sayısını geride bırakacak kadar fazla bir siyasal partinin siyaset sahnesinde yerini almaya çalıştığı bir aşamada, her alanda ve her siyasal çizgide birbirinin tekrarı konumunda bir çok yeni siyasal parti kurularak, ülkenin geleceğine ve geçmişten gelen kazanılmış haklarına sahip çıkmak zorunda kalan Türk ulusu ve Türkiye Cumhuriyeti, bu doğrultuda örgütlenme çabası içine girmiş ve böylece  yüz elli civarında bir sayıda  partinin aktif olduğu bir siyasal ortamda, Atatürk cumhuriyeti  yüz yıllık bir birikimi arkasında bırakarak, geleceğin yüzyıllarına doğru açılım yapmaya çalışmıştır. Kamusal alandaki önde gelen kurumlar ile birlikte özel sektör alanındaki kuruluşlar da kendi çalışmalarıyla ilgili  tanıtım ve kutlama organizasyonları düzenleyerek ülkenin gelecekteki var oluşunu güvence altına  alabilmek doğrultusunda girişimler ile birlikte, her alanın kendine özgü özel yönelimleri  ile yapılanmaları birbiri ardı sıra kamuoyuna yansıtılarak, devlet ve millet kaynaşması içinde Türkiye Cumhuriyetinin birinci yüzyılının tamamlanmasının gerçekleştirilmesi için yoğun bir biçimde çaba gösterilmiştir. Bu tür ulusal çalışmalar ve kutlamaların birçok toplum kesimini bir araya getirmesi, ülkede giderek artmakta olan ayırımcı ve bölücü hareketlerin önünün kesilmesinde önemli katkılar sağlamıştır. Türkiye yüzüncü yılını tamamlarken ve yeni dönemde daha güçlü bir yapılanmaya doğru giderken aynı zamanda kendisine ayak bağı olan çeşitli siyasal sorunlarla her zaman karşı karşıya kalmıştır. Bu gibi sorunların aşılmasında ve iki binli yılların geleceğinde yerini sağlama almak durumunda olan Türk devleti, cumhuriyetin yüzüncü yıl törenleri ile birlikte bu tür bir yol arayışının gerçekleştirilmesi için yoğun bir program uygulama başarısını göstermiştir.                 Yüzüncü yılın gelişine önceden hazırlanan Türkiye Cumhuriyeti yılbaşından başlayarak gerekli önlemleri almış ve yayınlanan programlarda her kesim ile devletin ulusal bir zafer olarak anılması istenen yakınlaşma sürecine yönelmesi doğrultusunda, devlet ve kamu kurumları destekli sektörel plan ve programlara yüzüncü yıl boyunca yer verilmesine dikkat edilmiştir. Yirminci yüzyılın başında tarih sahnesine çıkmış olan Türkiye Cumhuriyeti yokluklar ve sorunlar karmaşası bir ortamda ulusal kurtuluş savaşı vererek önce bağımsızlığını kazanmış ve daha sonra da çağdaş devletler gibi bir siyasal örgütlenmeye giderek çağdaş uluslar dünyasının bir parçası olmak hakkını elde edebilmiştir. Türk devletinin kurucu önderi Atatürk, Türkiye’nin çağdaşlaşma yönünde yapısını ve yolunu belirlerken, merkezi coğrafyada modern dünyanın gereklerine uygun düşen bir çağdaş devletin öncelikle kuruluşunu sağlamıştır. Bugün yüzüncü yılını geride bırakmakta olan Türk devleti, ilk yüz yıl sonrasında ikinci ve üçüncü yüzyıllara doğru hazırlanırken kurucu önderin sonsuzluğa yönelen bir cumhuriyet çizgisi çizmesini iyi değerlendirerek, cumhuriyetin sonsuza kadar ayakta kalacağını ve kalması gerektiğini çeşitli söylev ve demeçleriyle, Türk halkına duyurmaya çalışmıştır. Bu doğrultuda Atatürk cumhuriyetinin hem varlığının korunması hem de aynı zamanda diğer çağdaş ülkeler ile rekabet yarışında daha ileri düzeylerde geleceğin dünyasında yerini alabilmesi için, cumhuriyetin yüzüncü yılı kutlamaları yeni bir fırsat gibi görülerek değerlendirilmeye çalışılmıştır. Bu vesile ile yapılan yeniliklerin yanı sıra Türkiye için yepyeni bir hukuk ve idari düzen araştırmalarına gidilmiş ve Türkiye’deki merkezi devlet düzeni ile birlikte, Misakı Milli anlayışı ile çizilmiş olan ulusal sınırlar içinde bütün ülkeye yayılmış olan taşra teşkilatının yenilenerek güçlendirilmesine çalışılmıştır.                 Osmanlı devletinin çöküşü üzerine yaşanan ulusal kurtuluş savaşı sırasında Anadolu ve Trakya bölgelerinde on milyon civarında insanın yaşadığı dikkate alınırsa, Türkler dünyanın merkezi bölgesinde orta boylu bir ulus devlet ancak kurabilmiştir. Osmanlı devletinin bir imparatorluk olarak Balkan, Arap ve Anadolu yarımadaları üzerinde uzanıp giden ülke toprakları, devletin çökmesi ile ortada kalınca devlet geri kalmış bir siyasal örgütlenme olarak kendisini gerektiği gibi  koruyamamıştır.  Tarih boyunca fethedilen ülkelerin  bir araya getirilerek İmparatorluk topraklarının uzayıp gitmesi Osmanlı hinterlandını fazlasıyla genişletirken, benzeri bir çizgide insan unsuru artırılamamış ve tarih boyunca devam edip giden savaşlar yüzünden de ülke nüfusunun yarıdan fazlası kırdırılmıştır. Devlet çökertilirken Osmanlı ahalisinin dağınıklığı devam etmiş ve giderilememiştir. Bu dağınıklık devam ettiği sürece yeni bir Osmanlı ulusu yaratılamamış ve çeşitli bölgelerden gelen göçmenler, Osmanlı ahalisi olarak kayda geçirilerek ülke nüfusunun artması sağlanabilmiştir. Yüz yıl önce on milyonluk nüfusu ile yola çıkan yeni Türkiye Cumhuriyeti, yüzüncü yılında yüz yıllık birikimin sonucu olarak yüz milyonluk bir nüfusa sahip olabilmesi gerekirdi ama gene de bu tür bir sonucun oluşabilmesini destekleyecek derecede nüfus işleri normal boyutlarda yürütülmüştür. Bir ara batı ülkelerinin öncülüğünde nüfus planlaması çalışmaları yapılmış ve İstanbul’da yaşayan gayrimüslim zengin ailelerin öncülüğünde, Türk halkının tıpkı Çin’de olduğu gibi bir ya da iki çocuk ile yetinmesi gerektiği, Türk devletinin gündemine zorla getirilmiştir. Yirminci yüzyılın ikinci yarısında Türkiye’nin nüfusu batılı vakıflar aracılığı ile kontrol altına alınarak, Anadolu  ve Trakya yarımadaları üzerinde  Türklerin nüfus olarak artması ya da yüz yılda yüz milyon nüfusa sahip olabilmesinin önüne geçilmek istenmiştir. İki milyara yakın bir nüfusu olan Çin ve Hindistan gibi dev ülkelerde bir türlü uygulanamayan nüfus kontrolü programları, dünya nüfusunu azaltmak için uygulamaya getirildiğinde, İstanbul merkezli nüfus kontrolü plan ve projeleri emperyalist batı ülkeleri üzerinden Türkiye’ye getirilerek, Türk nüfusunun artırılmasını engellemek için uygulanmıştır. Ankara merkezli bir yapılanma içindeki Türk devletinde İstanbul merkezli politikalar ile nüfus kontrolü düzenli olarak yapılmıştır. Böylece yüz yılda yüz milyonluk nüfus gücüne sahip olma çizgisindeki ulusal politika, emperyalist destekli nüfus kontrolü yüzünden gerçekleştirilememiştir.                 Ankara’nın doğusunda yer alan Doğu Anadolu bölgesinde ise, İngiliz emperyalizminin yüz yıl önce hazırlamış olduğu Sevr planı ve haritası doğrultusunda Ermenistan, Lazistan, Alevistan ve Kürdistan adlarını alacak dört ayrı ulus devlet kurdurulmaya çalışırken, tehcir uygulaması ile Suriye’ye gönderilen Ermenilerin geri dönüşü sağlanmaya çalışılmıştır. Kuzey Irak’da Türkiye’nin önüne kesecek derecede güçlü bir Kürdistan  ile Lazistan devletleri  ABD emperyalizmini kullanan İsrail siyonizmi çizgisinde Türkiye topraklarının doğu bölgesinde oluşturulmaya çalışılmıştır .Batı Anadolu’da nüfusun gelişimini önlemek, doğu Anadolu’da ise yaşayan bütün toplulukları alt kimlikli bir yapılanmaya sürükleyerek Türklüğün ortadan kaldırılmaya çalışılması, yüz yılda yüz milyon nüfusa erişebilen Türkiye projesinin önünü kesmiş ve Osmanlı döneminde olduğu gibi bir ulus devlet olarak kurulmasına rağmen, Türk topraklarının eskisi gibi alt kimlikli toplulukların yaşam alanı olmasının yolu açık tutulmuştur. Yüz yıl önce on milyonluk nüfus ile işe başlayan Türk devletinin kendi nüfusunu kontrol edebilmesi emperyalist ve Siyonist projeler aracılığı ile önlenirken, batı Anadolu’daki batılı vakıflar ile, doğu Anadolu bölgesindeki terör örgütleri hep beraber birlikte geleceğin Siyonist federasyonunun oluşturulması yönünde, emperyalist istihbarat örgütlerinin denetimi altında çalışmalarını sürdürmüştür. Bugün cumhuriyetin yüzüncü yılı idrak edilirken, Türkiye yüz yılda yüz milyon nüfus projesini eski Osmanlı uzantısı toplulukların ülkeye getirilmesi ile çözmeye çalışmış ama bu gibi toplulukların tamamı alt kimlikli olduğu için, zorla vatandaşlık verilen eski Osmanlı uzantıları bugün Anadolu’nun belirli bölgelerine gelip yerleşerek Ermenistan, Lazistan, Kürdistan, Alevistan, Trakya ve Ege Cumhuriyetlerini ülkenin çeşitli bölgelerinde kurmaya çalışmaktadırlar. Ulusal kurtuluş savaşı sonrasında Türk halkı ülkeye dağınık bir biçimde yerleştirildiği için devlet bu durumun yönetilmesinde etkin olamamış, Sevr projesi, Büyük Orta Doğu ve Büyük İsrail projeleri doğrultusunda, bölgesel alt kimlikler çizgisinde Türkiye parçalanmış bir devlet yapılmak istenmiştir.                 Türkiye genel seçimler aracılığı ile yeniden bir yerel yönetimler seçimi aşamasına gelirken, bu kez batı emperyalizminin bölücü planları ve İsrail’in bölge merkezli politikalarının bölücü tehditleri ile uğraşmak zorunda kalmıştır. Elli sene tam üyelik vaatleri ile Avrupa kapısında bekletilen Türkiye Cumhuriyeti Avrupa’nın güvenlik sorunlarında ve göçmen meselesinde sonuna kadar kullanılırken ve para yardımlarının esirgenmesi aşamasında, Avrupa ile karşı karşıya kalınmış ama şimdi gelinen noktada Avrupa’nın çıkarları doğrultusunda Türkiye hem Rusya hem de İran ile savaştırılmak istenmektedir. Şimdiye kadar böylesine Türkleri dışlayıcı bir politika uygulayan Avrupalılar, bu gibi olumsuz politikalarla yetinmeyerek, Barcelona merkezli uluslararası şehir devletleri ve yerel yönetimler birliğine Türkiye’yi üye yaparak, deniz kenarındaki büyük belediyeler üzerinden, Türkiye Cumhuriyeti’nin ülkesel birlik ve bütünlüğü ortadan kaldırmak istemektedirler. Türk devleti batılı devletlerle merkezi hükümetler üzerinden uluslararası ilişkilerini yürütürken, batı blokunun önde gelen emperyalist büyük devletleri Türk tarafına karşı çıkmaktadırlar. Büyük İsrail projesi çizgisinde bir İngiliz planı olan bölgesel federasyon oluşumunun önünü açmaya çalışan Türkiye’nin sahte dostlarının aslında, Türk devletine karşı düşmanca bir ortak tavır içinde oldukları görülmektedir. Kendisi birleşemeyen Avrupa Birliğinin, ya da bölünme süreci içindeki Amerika Birleşik Devletleri’nin de Türkiye’nin bölünmesinden yana oldukları, İsrail lobilerinin baskıları sayesinde Osmanlı devleti sonrasında büyük bir merkezi coğrafya federasyonu hesapları içinde hareket ettikleri açıkça görülmektedir. Türkiye yeteri kadar iç ve dış düşmana sahipken bir de yeni dönemin emperyalist plan ve projelerinin ortaya çıkarılması, Türkiye merkezli coğrafyada kurulmuş olan Türk devletinin geleceğe yönelen misyonunu görmezden gelerek, merkezi alanı bir belirsizlik sürecine doğru yönlendirmektedir.                 Yüzüncü yıl döneminde bir genel seçim yaparak ülkesindeki cumhuriyet rejiminin demokrasi ile bütünleşmesi hedefinde önemli bir siyasal adım atan Türk devletinin, toplumsal tabanının giderek genişlediği ve bu doğrultuda Anadolu coğrafyasının doğal bir süreç içerisinde eskisine oranla çok daha farklı bir yapılanma kazandığını, ortaya çıkan yeni koşullar belirlemiştir. Özellikle dünya nüfusunun sekiz milyarı geçmesi ve bu doğrultuda kendisine yerleşecek yeni yurt arayan milyonlarca insanı evlerinden ve yurtlarından uzaklaştırarak, ekmek kavgası amacıyla başka ülkelere doğru estirilen rüzgarlar aracılığı ile, sürüklenmelerinin yolunu açmıştır. Hedef ülkeler içinde yer alan Türkiye her geçen gün gelen göçmen dalgaları ile boğuşmak zorunda kalırken, özellikle Asya, Afrika ve Avrupa kıtaları arasında giderek hızlanan göçmen trafiğinin Türkiye’yi dört bir yandan tehdit ettiği ve bu yüzden Türk toplumunun ciddi bir sarsıntı içerisine doğru sürüklendiği görülmektedir. Birinci dünya savaşı sonrasında Anadolu yarımadasını bir Türk ülkesi olarak yeniden biçimlendiren Türk kavimlerinin göçleri ile Türkiye bir yüzyılı geride bırakırken, Avrupa Birliği süreci içinde uygulanan insan haklarının bölücü amaçlarla kullanılması  ve bu doğrultuda alt kimlikli insanların  giderek Türkiye’nin çeşitli bölgelerinde alt kimlikli şehir ya da eyalet devletlerinin oluşturulması için yeni politikaların uygulanması için, önemli ülkelerden emperyalist projeler ile birlikte maddi katkı ve desteklerin sürdürüldüğü açıkça ortaya çıkmıştır. Dünya haritalarındaki oransızlık ve tasnif dışı yaklaşımlar çerçevesinde küçük bir ada devleti olan Malta adası ile birlikte, kocaman bir kıtasal alan oluşturan Avustralya devleti dünya hukuk düzeni içinde, var olan çelişkileri ve de devletlerinin oransızlığı çerçevesinde yer alması karışıklık yaratmıştır. Yirminci yüzyılda devlet sayısının  iki yüzden iki binlere çıkartılması amacıyla ulus ötesi bir evrensel oluşum biçiminde şehir ve eyalet devletlerine giden yollar, küresel sermayenin tek dünya devletini kurmaya çalıştığı yeni dünya düzeni çerçevesinde zorlanmakta ve insan hakları kavramı ile üstü örtülen alt kimlikçiliğe devam edilerek, yeni yüzyıllarda  iki bin eyalet devleti ya da beş bin şehir devleti gibi yeni siyasal oluşumlar olarak, var olan ulus devletleri ortadan kaldırmak ya da yok etmek çizgisinde, yeni dünya düzeninde temel dayanak noktası durumuna getirilmek istenmektedir. Bütün ulus devletleri tehdit eden şehir ve eyalet devletçiklerine karşı var olan ulus devletler kendilerini korumaya başladığı için kaotik bir ortam öne çıkmaktadır.                 Dünya hegemonya kavgasının cereyan ettiği orta bölgedeki bütün ulus devletlerin birliği ve ulusal sınırlar içinde bütünlüğü küresel sermayenin bölücülüğü karşısında fazlasıyla önem kazanırken, yerel ve genel seçimlerin konumları farklı boyutlar kazanmıştır. Genel seçimler sırasında ülkenin birliği ve bütünlüğü yerine bölgelerin farklılığı ve bu doğrultuda ayrı bir yapılanma içinde olması dile getirilirken, yerel seçimler sırasında da yerel kimlikler ya da alt kimliklerin hortlatılmasına dikkat edilerek, ülke içinde birbirinden farklı bölgelerde yerelcilik ya da bölgecilik politikaları önemsenerek ortaya Avrupa Birliği gibi bölgesel devlet olmak isteyen oluşumlar siyasal gündeme getirilmektedir. Böylesine var olan siyasal düzeni dışlayan ya da görmezden gelerek gereklerini yerine getirmeyen devletlerin ya da benzeri uluslararası kuruluşların, yaşanmakta olan çözülme ve dağılmaya yönelik konjonktürlerinde  ülkenin birliği ve bütünlüğünden yana olan milliyetçi ya da ulusalcı toplum kesimlerinin bu gibi yerelci ya da bölgeci yaklaşımlara karşı gereken dikkati göstermeleri ve bu tür olumsuz yaklaşımların devlet ve millet bütünlüğünü ortadan kaldırma girişimlerine karşı, hem dağılmayı önleyen hem de ülkedeki ulus devlet ile ulusal toplumun parçalanmadan, tek ve bütün bir konumda kalabilmek ya da yola böylesine güçlü bir biçimde devam edebilmek üzere, anti bölücü ya da anti emperyalist çizgide kararlı karşı çıkışları ve politik tepkileri milliyetçi toplum kesimleri tarafından ortaya koymak gerekmektedir. Bu doğrultuda her ulus devlet gereken önlemleri anayasa ve yasalar çerçevesinde almak durumundadır. Eğer devletin kurumları ve kadroları alt kimlikçi etnik gruplar ya da dinsel  topluluklar tarafından işgal edilirse ve ulus devletin mekanizmalarının çalışmasına engel çıkarılarak kamu düzenine zarar verilirse, o zaman bir ulus devlet çatısı altında vatandaş konumunda olan herkes, sahip olduğu bireysel hakları doğrultusunda ülkenin birlik ve beraberlik içinde varlığını koruyabilmesi için harekete geçebilir ve suç duyurusunda bulunarak,  bölücü ve yıkıcı siyasal kuruluşları ya da hareketleri izleyerek bunlara destek verebilir ya da finansal kaynak sağlayabilir. Tüm ülkeyi genel hatlarıyla desteklemek ve bu çizgide ulus devlet yapılanmasının korunabilmesi için gerekli olan siyasal adımların atılması, ulusalcıların örgütlenmesine ve de toplumun milli kanatlarında yaşayan insanların daha aktif bir politikaya yönelerek, hareket etmesine bağlı bulunmaktadır.                 Türkiye Avrupa üzerinden gelen bölücü hareketlerin parçalayıcı girişimlerinin etkileri altına girerken, yeni açılan mecliste ele alınması istenen Türkiye’nin yeni idari yapılanması kamuoyuna yansıtılmıştır. Bu doğrultuda cumhuriyet devletinin yüzüncü yılının kutlandığı bu tarihi aşamada ülkedeki vilayet sayısının yüze ve ilçe sayısının da bine çıkartılması önerisi dile getirilmiştir. Böylece ülkede giderek artan nüfusun yerleşim gereksinmelerinin daha kolay karşılanabileceği ve kentler arasındaki var olan geçmişten gelen idari taksimatın daha geliştirilerek, ülkenin her yanına dağılmış olan göçmen nüfus ile  işsiz halk kitlelerine iş bulmak ve bunlar için ülkede yerleşik düzeni daha da büyüterek devletin yapısının genişletilmesi ve değişen koşullarda yeni dengelerin devletin modeline uygun bir çizgide  öne çıkartılması, var olan hukuk düzeni çerçevesinde  geliştirilebilecek yeni devlet aklı uygulamaları aracılığı ile sorunlar çözüme kavuşturulabilir. Böylesine bir aşamadan geçmekte olan Türkiye Cumhuriyeti dış konjonktür ile iç oluşum süreçleri karşısında yeni bir ikileme doğru sürüklenmeye çalışılmaktadır. Bölücüler ve emperyalistler Türkiye’nin yerine yeni bir emperyal plan ya da proje gündeme getirerek ülkeyi yok etmeye doğru var olan konjonktürü derinleştirirlerken, bölücülüğe ve ayrılmaya karşı çıkan ulusalcı kesimler, ülkeyi ayakta tutabilmek ve bu çizgide devletin devamlılık çizgisinin kesintisiz devam etmesini istemekte ve ülkeyi bölebilecek her türlü girişime karşı tehditleri ortadan kaldırabilecek yeni adımları atabilmektedirler. Var olan hukuk devleti çatısı altında Türkiye Cumhuriyeti’nin ulusalcı yapısı ve kimliği korunarak hareket edildiği zaman h er türlü bölücü ve de ayrımcı senaryoların devre dışı kaldıklarını geçmişten bugüne gelen senaryolar ortaya koymaktadır. Yeni bir dünya düzenine geçilirken imparatorluk peşinde koşan emperyalistlere karşı yeni dönemde ulus devletlerin yeni savunma stratejileri devreye girmektedir. Saldırgan emperyalistlere karşı kazanılmış haklar düzenini korumak isteyen ulus devletler, bu duruma karşı çıkarak kendilerinin geleceğin yeni dünyasında var olabilecekleri uluslararası bir dayanışma düzeni istemektedirler.                 Tarih boyunca ulus devletler kendi toplumsal ya da yönetsel yapılarını değişen koşullara göre yeniden ayarlayan yönetim reformlarına giderek, varlıklarını güvence altına almak ve bu doğrultuda yeni ortaya çıkan koşullar ile durumlara göre kendi siyasal ve hukuksal yapılarını yenilemek durumundadırlar. Ulus devletlerin geçen yüzyıldan gelen kazanılmış hakları doğrultusunda kendi yapılarını korumak için yaptıkları reform çalışmalarının benzerleri yüz yıllık cumhuriyet döneminde gündeme getirilmiştir. Özellikle 27 Mayıs sonrasında Süleyman Demirel ve Mümtaz Soysal ikilisinin yürüttüğü çalışmalar ile Türkiye ve Orta Doğu Amme İdaresi merkezli çok kapsamlı bir reform çalışması Başbakanlık üzerinden yapılarak, yirminci yüzyılın ikinci yarısında, Türk devletinin soğuk savaş döneminin koşullarına uyarak daha güçlendirilmesinin yolları aranmıştır. Yirminci yüzyılın ikinci yarısında Türk devletinin yenilenmesi çalışmaları doğrultusunda üç büyük idari reform çalışması TODAİE adını taşıyan devletin kendini yenileme merkezinde hazırlanarak, yeni bir düzen için uygulama alanına aktarılmıştır. Başbakanlık raporu sonrasında İdari Reform ve Kamu Yönetimi Araştırması adı ile yayınlanan iki ayrı idari reform çalışması, değişen koşulların dikkate alınmasıyla hazırlanarak devreye sokulmuş ve böylece her on yılda bir gündeme gelen ara rejimlerin kamu yönetimine yönelik yansımaları gerçekleştirilmiştir. Batı dünyasının önde gelen büyük devletlerinin gündeme getirdiği idari yenilikler ara rejimler sonrasında gündeme gelen idari reform kanunları ile düzene konulmaya çalışılmıştır. Batı dünyasının yanında kurulmuş olan batı tipi bir ulus devlet olarak Türkiye özellikle Avrupa ve Amerika merkezli idari gelişmeleri yakından izlemiş ve bu uygar ülkelerdeki idari gelişmelere uzak durmamak ve geçmişten gelen uluslararası düzeni desteklemek çizgisinde, reform çalışmaları üst düzey idari kurumlar ve üniversitelerin yardım ve destekleri ile tamamlanmaya çalışılmıştır. Yüz yıllık Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan bu yana çağdaş bir devlet yapılanmasını benimsemesi sayesinde batıdan esen rüzgarlar doğrultusunda Türkiye Cumhuriyeti genç bir cumhuriyet olarak varlığını koruyabilmiş ve yüzüncü yılını tamamlayarak ne kadar güçlü bir devlet yapılanmasına sahip çıktığını ortaya koymuştur.                 Genel seçimler atmosferinde yerelci yaklaşımların öne çıkarılarak tartışma konusu yapılması ve bu doğrultuda emperyalist baskıların giderek artması nedeniyle ulus devletten yana olan milliyetçi ve vatansever kesimler geçmişten gelen bir ulusal isteği dillendirmeye başlayarak, Türk devletini daha da güçlendirmek için Türkiye’deki il sayısını 1OO’e ilçe sayısını ise 1000’e çıkartılması gerektiğini kamuoyuna yansıtmışlardır. Yüz yıllık cumhuriyetin doğal hedefi olarak 100 milyon nüfus ile 100 vilayete sahip olma düşüncesi uzun süredir gündemde olan bir talep olarak, daha önceleri de Ulusal Güç Birliği Programı ile gündeme getirilmişti. O zaman bu girişimi bölücülük olarak gören ve karşı çıkan milliyetçi kesimlerin bazı kuruluşları Ulusalcı kesimlerin başından bu yana destekledikleri 100 il ve 1000ilçe programının ülkenin bölünmesine karşı yeni bir idari reform girişimi olarak kabul etmek mümkündür. Merkezi coğrafyada 100 vilayete dayanan ve bu çizgide yüz milyonluk bir nüfusa sahip olacak bir Türk devleti bu aşamadan sonra gelecekteki nüfus yapısını çok daha dikkatli olarak ele almak ve incelemek durumundadır. Siyonizm ve emperyalizm Anadolu’dan Türklüğü dışarı atmaya öncelik verirken, bazı siyaset adamlarının ülkeyi Arap, Rus, Ukrayna ve de Asya ya da Afrika kökenli başka ulusların temsilcileriyle Anadolu ve Trakya topraklarını doldurmaya çalıştıkları görülmektedir. Türkiye bugün Osmanlı hinterlandının merkez ülkesi olarak geçmişten gelen Osmanlı ahalisini teslim alarak onlara Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olma hakkını tanımış olan bir demokratik cumhuriyet devleti olmanın bütün gereklerini yerine getirmiştir. Ne var ki başta Siyonist İsrail olmak üzere Türkiye’nin nüfus yapısını oluşturan eski Osmanlı mirası nüfus içindeki gayrimüslimler ile yabancı devletlerin vatandaşı konumundaki alt kimlikli göçmenler bugünün Türkiye’sinde bu ülkeye izinsiz gelerek ciddi bir nüfus kargaşası ve siyasal sorunlar ortaya çıkarmaktadırlar. Sevr haritası doğrultusunda Kenan Evrenin söylediği gibi Türkiye’den sekiz ya da on devlet çıkarmak isteyen emperyalizm, devletin üst kimliği olan Türklüğü yok etmeye çalışırken, Balkanizasyon oluşumunu Balkanlar’dan sonra Anadolu’ya emperyalizm ve Siyonizm elbirliği ile taşımaya çalışmaktadırlar.                 Türkiye Cumhuriyeti yeni dönemin rüzgarları arasında silinip gitmemek için kendisini yenilemek zorundadır. Bu aşamada dördüncü bir idari reform olarak, “100  İL – 1000 İLÇE “ tanımlaması ile  açıklanan yapılanmaya yerel seçimler sonrasında gidilebilir ve Sevr haritaları doğrultusunda oluşturulan yeni eyalet devletlerin önü böylesine bir idari reform ile kesilebilir. Türkiye’nin coğrafi bölgelerinde Bizans imparatorluğu sırasında da yedi bölgede yedi ayrı devlet kurulması için eyaletler üzerinden federasyona gidilmek istenmiş ama başarılı olamamıştır. Roma imparatorluğu bu yüzden çökerken geleceğin parçalı devletleri Bizans toprakları üzerinde kurulmaya çalışılmıştır. Daha sonraki aşamada Selçuklular aracılığı ile Türk boyları merkezi coğrafyaya gelerek Hazar imparatorluğunun devamı çizgisinde orta alanın çeşitli bölgelerine yerleşmişlerdir. Türklerin sayısının göçler yolu ile çoğalması üzerine, önce Selçuklu sonra da Osmanlı yönetimleri devletleşme şansını elde etmiştir. Üç kıta üzerinde kurulan merkezi devletlerin imparatorluklar çağında on ya da on beş civarında eyaletler oluşturarak imparatorluk yönetimlerine yönelmişlerdir. Bizans döneminde olduğu gibi eski Osmanlı topraklarının Balkanizasyon devletlerine mahkum edilmemesi için, merkez ülke Türkiye’nin idari örgütlenmesinin yenilenmesi ve çok büyüyen ilçelerin il yapılması ve yeni gelen göçmenlerin yerleştikleri yerlerde oluşturdukları yeni yerleşim yerlerinin de öncelikli olarak ilçe statüsüne kavuşturularak, bunların da yavaş yavaş devreye girdiği yeni bir yerleşim düzeni aracılığı ile iller arasındaki çekişmelerin önlenmesi ve bölgesel eyaletleşmelere izin verilmemesi için ilan edilecek 1000 ilçe 100 il düzeni ile emperyalistlerin 7 ya da  8 alt kimlikli küçük devletçikler önlenebilir ve dördüncü bir idari reform ile Türkiye bölünmekten kurtulabilir. Balkanlaşma olgusunu önleyecek ama bu arada giderek sayısı artan göçmenlerin bölücü devlet kurmalarına izin vermeyecek adımlar atılabilir. Bizans eyaletleri ya da mikro milliyetçi Balkanlaşma eğilimlerine karşı 100 il ve 1000 ilçe modeli ile ulusal birlik ve devletin bütünlüğü gibi temel hukuk kuralları güvence altına alınabilir ve bu doğrultuda yerel seçimlere giderken dış güçlerin Türk halkının kafasını karıştırmalarına engel olunabilir. Şehir devletlerini önlemek için 100 il, bölgesel eyaletleri engellemek için de 1000 ilçenin kurulması devletin toplumsal tabanının daha da güçlenmesine ve de taşra örgütlenmesinin merkezi devlete daha sıkı bir biçimde bağlanmasını sağlayarak, ülkenin merkezinde ya da bölgelerinde yönetim krizlerinin çıkması önlenebilecektir.                 Şu an 81 vilayet ve 945 ilçeden oluşan Türkiye Cumhuriyeti’nin ülke yapılanması giderek artan nüfus sayısı ve yeni yerleşim yerlerinin oluşmasıyla 81 vilayetin 100 ile, 945ilçenin ise 1000 ilçeye dönüştürülmesi ile birlikte, Türkiye yepyeni bir yeni düzene kavuşacak ve bunun sonucunda Türkler Anadolu yarımadası ille Trakya bölgelerine yeniden yerleşmek durumunda kalacaklardır. Günümüzde Cumhuriyetin 100 yıldönümünde Türk dünyasına açılarak yeni dünya dengelerine yönelecek, Türkiye Cumhuriyeti ülkesi ve milletiyle bütünleşmek üzere yola çıkacak, Balkanlaşmanın getirebileceği her türlü bölücülüğe karşı yeni oluşturulacak 100 il – 1000 ilçe modeli ile Türkiye merkezini ve ülkesini güçlendirerek ve bütünleşerek güçlenme alternatifine yönelmek durumundadır. Yeni iller ve ilçeler kurulurken, var olan eski düzenlere dikkat edilmeli ve geçmişten gelen çekişmelerin ve sorunların günümüzde yeniden hortlatılmasına izin verilmemelidir. Son günlerde basına yansıyan İskenderun ilçesinin vilayet olması Hatay’ın bölünmesine giden yolu açmamalıdır. Reform yapılırken ve İl ile ilçeler yeniden değerlendirilirken her bölge ve yerleşim yerinin durumları açığa kavuşturulmalıdır. Yeni merkezler yaratılırken, şehirlerin devletleşmesi önlenmeli belirli bölgelerde toplanan halk kitlesi ya da göçmenlerin alt kimlikle yer alabileceği eyalet devletleri yaratılmamalıdır. Güçlü bir başkent olarak Ankara yeniden yapılandırılmalı ve iller, ilçeler ve diğer yerleşim merkezlerinin de güçlü başkentin çatısı altında yeniden yapılanmaları sağlanmalıdır. Türkiye’nin Avrupa birliğine üyeliğini önleyen yerel yönetimler özerklik şartı gibi bölücü ve karıştırıcı antlaşmalara yer verilmemelidir. Türkiye’ye kasten dayatılan bu özerklik şartına hiçbir Avrupa ülkesi ulus devlet olarak katılmamıştır. Uluslararası toplantılarda halkı aldatmak için alınan kararlar doğrultusunda Avrupa ülkeleri yeni yasaları meclis kararı ile kabul etmedikleri için, bize dayattıkları şartları kendileri uygulamamaktadırlar. 
Ekleme Tarihi: 10 Temmuz 2023 - Pazartesi

CUMHURİYETİN 100. YILINDA 100 İL VE 1000 İLÇE

Cumhuriyetin yüzüncü yılında, Türkiye Cumhuriyeti genel seçimlerini yenilerken, gelecek yüz birinci yılda da yerel seçimlerini tamamlayacaktır. İki seçim arasında yüzüncü yılını kutlamaya hazırlanan Türkiye Cumhuriyeti devleti, yüzyıl değişimi ile birlikte yeni bir çağ değişimi ile karşı karşıya kalmakta ve bu doğrultuda ortaya çıkan yeni koşullar çerçevesinde ve böylesine önemli bir zaman dönüşümü içerisinde, Türkiye geleceğin dünyasında yeni yerini aramaktadır. 

Cumhuriyet tarihi içinde yüz elli sayısını geride bırakacak kadar fazla bir siyasal partinin siyaset sahnesinde yerini almaya çalıştığı bir aşamada, her alanda ve her siyasal çizgide birbirinin tekrarı konumunda bir çok yeni siyasal parti kurularak, ülkenin geleceğine ve geçmişten gelen kazanılmış haklarına sahip çıkmak zorunda kalan Türk ulusu ve Türkiye Cumhuriyeti, bu doğrultuda örgütlenme çabası içine girmiş ve böylece  yüz elli civarında bir sayıda  partinin aktif olduğu bir siyasal ortamda, Atatürk cumhuriyeti  yüz yıllık bir birikimi arkasında bırakarak, geleceğin yüzyıllarına doğru açılım yapmaya çalışmıştır. Kamusal alandaki önde gelen kurumlar ile birlikte özel sektör alanındaki kuruluşlar da kendi çalışmalarıyla ilgili  tanıtım ve kutlama organizasyonları düzenleyerek ülkenin gelecekteki var oluşunu güvence altına  alabilmek doğrultusunda girişimler ile birlikte, her alanın kendine özgü özel yönelimleri  ile yapılanmaları birbiri ardı sıra kamuoyuna yansıtılarak, devlet ve millet kaynaşması içinde Türkiye Cumhuriyetinin birinci yüzyılının tamamlanmasının gerçekleştirilmesi için yoğun bir biçimde çaba gösterilmiştir. Bu tür ulusal çalışmalar ve kutlamaların birçok toplum kesimini bir araya getirmesi, ülkede giderek artmakta olan ayırımcı ve bölücü hareketlerin önünün kesilmesinde önemli katkılar sağlamıştır. Türkiye yüzüncü yılını tamamlarken ve yeni dönemde daha güçlü bir yapılanmaya doğru giderken aynı zamanda kendisine ayak bağı olan çeşitli siyasal sorunlarla her zaman karşı karşıya kalmıştır. Bu gibi sorunların aşılmasında ve iki binli yılların geleceğinde yerini sağlama almak durumunda olan Türk devleti, cumhuriyetin yüzüncü yıl törenleri ile birlikte bu tür bir yol arayışının gerçekleştirilmesi için yoğun bir program uygulama başarısını göstermiştir.

                Yüzüncü yılın gelişine önceden hazırlanan Türkiye Cumhuriyeti yılbaşından başlayarak gerekli önlemleri almış ve yayınlanan programlarda her kesim ile devletin ulusal bir zafer olarak anılması istenen yakınlaşma sürecine yönelmesi doğrultusunda, devlet ve kamu kurumları destekli sektörel plan ve programlara yüzüncü yıl boyunca yer verilmesine dikkat edilmiştir. Yirminci yüzyılın başında tarih sahnesine çıkmış olan Türkiye Cumhuriyeti yokluklar ve sorunlar karmaşası bir ortamda ulusal kurtuluş savaşı vererek önce bağımsızlığını kazanmış ve daha sonra da çağdaş devletler gibi bir siyasal örgütlenmeye giderek çağdaş uluslar dünyasının bir parçası olmak hakkını elde edebilmiştir. Türk devletinin kurucu önderi Atatürk, Türkiye’nin çağdaşlaşma yönünde yapısını ve yolunu belirlerken, merkezi coğrafyada modern dünyanın gereklerine uygun düşen bir çağdaş devletin öncelikle kuruluşunu sağlamıştır. Bugün yüzüncü yılını geride bırakmakta olan Türk devleti, ilk yüz yıl sonrasında ikinci ve üçüncü yüzyıllara doğru hazırlanırken kurucu önderin sonsuzluğa yönelen bir cumhuriyet çizgisi çizmesini iyi değerlendirerek, cumhuriyetin sonsuza kadar ayakta kalacağını ve kalması gerektiğini çeşitli söylev ve demeçleriyle, Türk halkına duyurmaya çalışmıştır. Bu doğrultuda Atatürk cumhuriyetinin hem varlığının korunması hem de aynı zamanda diğer çağdaş ülkeler ile rekabet yarışında daha ileri düzeylerde geleceğin dünyasında yerini alabilmesi için, cumhuriyetin yüzüncü yılı kutlamaları yeni bir fırsat gibi görülerek değerlendirilmeye çalışılmıştır. Bu vesile ile yapılan yeniliklerin yanı sıra Türkiye için yepyeni bir hukuk ve idari düzen araştırmalarına gidilmiş ve Türkiye’deki merkezi devlet düzeni ile birlikte, Misakı Milli anlayışı ile çizilmiş olan ulusal sınırlar içinde bütün ülkeye yayılmış olan taşra teşkilatının yenilenerek güçlendirilmesine çalışılmıştır.

                Osmanlı devletinin çöküşü üzerine yaşanan ulusal kurtuluş savaşı sırasında Anadolu ve Trakya bölgelerinde on milyon civarında insanın yaşadığı dikkate alınırsa, Türkler dünyanın merkezi bölgesinde orta boylu bir ulus devlet ancak kurabilmiştir. Osmanlı devletinin bir imparatorluk olarak Balkan, Arap ve Anadolu yarımadaları üzerinde uzanıp giden ülke toprakları, devletin çökmesi ile ortada kalınca devlet geri kalmış bir siyasal örgütlenme olarak kendisini gerektiği gibi  koruyamamıştır.  Tarih boyunca fethedilen ülkelerin  bir araya getirilerek İmparatorluk topraklarının uzayıp gitmesi Osmanlı hinterlandını fazlasıyla genişletirken, benzeri bir çizgide insan unsuru artırılamamış ve tarih boyunca devam edip giden savaşlar yüzünden de ülke nüfusunun yarıdan fazlası kırdırılmıştır. Devlet çökertilirken Osmanlı ahalisinin dağınıklığı devam etmiş ve giderilememiştir. Bu dağınıklık devam ettiği sürece yeni bir Osmanlı ulusu yaratılamamış ve çeşitli bölgelerden gelen göçmenler, Osmanlı ahalisi olarak kayda geçirilerek ülke nüfusunun artması sağlanabilmiştir. Yüz yıl önce on milyonluk nüfusu ile yola çıkan yeni Türkiye Cumhuriyeti, yüzüncü yılında yüz yıllık birikimin sonucu olarak yüz milyonluk bir nüfusa sahip olabilmesi gerekirdi ama gene de bu tür bir sonucun oluşabilmesini destekleyecek derecede nüfus işleri normal boyutlarda yürütülmüştür. Bir ara batı ülkelerinin öncülüğünde nüfus planlaması çalışmaları yapılmış ve İstanbul’da yaşayan gayrimüslim zengin ailelerin öncülüğünde, Türk halkının tıpkı Çin’de olduğu gibi bir ya da iki çocuk ile yetinmesi gerektiği, Türk devletinin gündemine zorla getirilmiştir. Yirminci yüzyılın ikinci yarısında Türkiye’nin nüfusu batılı vakıflar aracılığı ile kontrol altına alınarak, Anadolu  ve Trakya yarımadaları üzerinde  Türklerin nüfus olarak artması ya da yüz yılda yüz milyon nüfusa sahip olabilmesinin önüne geçilmek istenmiştir. İki milyara yakın bir nüfusu olan Çin ve Hindistan gibi dev ülkelerde bir türlü uygulanamayan nüfus kontrolü programları, dünya nüfusunu azaltmak için uygulamaya getirildiğinde, İstanbul merkezli nüfus kontrolü plan ve projeleri emperyalist batı ülkeleri üzerinden Türkiye’ye getirilerek, Türk nüfusunun artırılmasını engellemek için uygulanmıştır. Ankara merkezli bir yapılanma içindeki Türk devletinde İstanbul merkezli politikalar ile nüfus kontrolü düzenli olarak yapılmıştır. Böylece yüz yılda yüz milyonluk nüfus gücüne sahip olma çizgisindeki ulusal politika, emperyalist destekli nüfus kontrolü yüzünden gerçekleştirilememiştir.

                Ankara’nın doğusunda yer alan Doğu Anadolu bölgesinde ise, İngiliz emperyalizminin yüz yıl önce hazırlamış olduğu Sevr planı ve haritası doğrultusunda Ermenistan, Lazistan, Alevistan ve Kürdistan adlarını alacak dört ayrı ulus devlet kurdurulmaya çalışırken, tehcir uygulaması ile Suriye’ye gönderilen Ermenilerin geri dönüşü sağlanmaya çalışılmıştır. Kuzey Irak’da Türkiye’nin önüne kesecek derecede güçlü bir Kürdistan  ile Lazistan devletleri  ABD emperyalizmini kullanan İsrail siyonizmi çizgisinde Türkiye topraklarının doğu bölgesinde oluşturulmaya çalışılmıştır .Batı Anadolu’da nüfusun gelişimini önlemek, doğu Anadolu’da ise yaşayan bütün toplulukları alt kimlikli bir yapılanmaya sürükleyerek Türklüğün ortadan kaldırılmaya çalışılması, yüz yılda yüz milyon nüfusa erişebilen Türkiye projesinin önünü kesmiş ve Osmanlı döneminde olduğu gibi bir ulus devlet olarak kurulmasına rağmen, Türk topraklarının eskisi gibi alt kimlikli toplulukların yaşam alanı olmasının yolu açık tutulmuştur. Yüz yıl önce on milyonluk nüfus ile işe başlayan Türk devletinin kendi nüfusunu kontrol edebilmesi emperyalist ve Siyonist projeler aracılığı ile önlenirken, batı Anadolu’daki batılı vakıflar ile, doğu Anadolu bölgesindeki terör örgütleri hep beraber birlikte geleceğin Siyonist federasyonunun oluşturulması yönünde, emperyalist istihbarat örgütlerinin denetimi altında çalışmalarını sürdürmüştür. Bugün cumhuriyetin yüzüncü yılı idrak edilirken, Türkiye yüz yılda yüz milyon nüfus projesini eski Osmanlı uzantısı toplulukların ülkeye getirilmesi ile çözmeye çalışmış ama bu gibi toplulukların tamamı alt kimlikli olduğu için, zorla vatandaşlık verilen eski Osmanlı uzantıları bugün Anadolu’nun belirli bölgelerine gelip yerleşerek Ermenistan, Lazistan, Kürdistan, Alevistan, Trakya ve Ege Cumhuriyetlerini ülkenin çeşitli bölgelerinde kurmaya çalışmaktadırlar. Ulusal kurtuluş savaşı sonrasında Türk halkı ülkeye dağınık bir biçimde yerleştirildiği için devlet bu durumun yönetilmesinde etkin olamamış, Sevr projesi, Büyük Orta Doğu ve Büyük İsrail projeleri doğrultusunda, bölgesel alt kimlikler çizgisinde Türkiye parçalanmış bir devlet yapılmak istenmiştir.

                Türkiye genel seçimler aracılığı ile yeniden bir yerel yönetimler seçimi aşamasına gelirken, bu kez batı emperyalizminin bölücü planları ve İsrail’in bölge merkezli politikalarının bölücü tehditleri ile uğraşmak zorunda kalmıştır. Elli sene tam üyelik vaatleri ile Avrupa kapısında bekletilen Türkiye Cumhuriyeti Avrupa’nın güvenlik sorunlarında ve göçmen meselesinde sonuna kadar kullanılırken ve para yardımlarının esirgenmesi aşamasında, Avrupa ile karşı karşıya kalınmış ama şimdi gelinen noktada Avrupa’nın çıkarları doğrultusunda Türkiye hem Rusya hem de İran ile savaştırılmak istenmektedir. Şimdiye kadar böylesine Türkleri dışlayıcı bir politika uygulayan Avrupalılar, bu gibi olumsuz politikalarla yetinmeyerek, Barcelona merkezli uluslararası şehir devletleri ve yerel yönetimler birliğine Türkiye’yi üye yaparak, deniz kenarındaki büyük belediyeler üzerinden, Türkiye Cumhuriyeti’nin ülkesel birlik ve bütünlüğü ortadan kaldırmak istemektedirler. Türk devleti batılı devletlerle merkezi hükümetler üzerinden uluslararası ilişkilerini yürütürken, batı blokunun önde gelen emperyalist büyük devletleri Türk tarafına karşı çıkmaktadırlar. Büyük İsrail projesi çizgisinde bir İngiliz planı olan bölgesel federasyon oluşumunun önünü açmaya çalışan Türkiye’nin sahte dostlarının aslında, Türk devletine karşı düşmanca bir ortak tavır içinde oldukları görülmektedir. Kendisi birleşemeyen Avrupa Birliğinin, ya da bölünme süreci içindeki Amerika Birleşik Devletleri’nin de Türkiye’nin bölünmesinden yana oldukları, İsrail lobilerinin baskıları sayesinde Osmanlı devleti sonrasında büyük bir merkezi coğrafya federasyonu hesapları içinde hareket ettikleri açıkça görülmektedir. Türkiye yeteri kadar iç ve dış düşmana sahipken bir de yeni dönemin emperyalist plan ve projelerinin ortaya çıkarılması, Türkiye merkezli coğrafyada kurulmuş olan Türk devletinin geleceğe yönelen misyonunu görmezden gelerek, merkezi alanı bir belirsizlik sürecine doğru yönlendirmektedir.

                Yüzüncü yıl döneminde bir genel seçim yaparak ülkesindeki cumhuriyet rejiminin demokrasi ile bütünleşmesi hedefinde önemli bir siyasal adım atan Türk devletinin, toplumsal tabanının giderek genişlediği ve bu doğrultuda Anadolu coğrafyasının doğal bir süreç içerisinde eskisine oranla çok daha farklı bir yapılanma kazandığını, ortaya çıkan yeni koşullar belirlemiştir. Özellikle dünya nüfusunun sekiz milyarı geçmesi ve bu doğrultuda kendisine yerleşecek yeni yurt arayan milyonlarca insanı evlerinden ve yurtlarından uzaklaştırarak, ekmek kavgası amacıyla başka ülkelere doğru estirilen rüzgarlar aracılığı ile, sürüklenmelerinin yolunu açmıştır. Hedef ülkeler içinde yer alan Türkiye her geçen gün gelen göçmen dalgaları ile boğuşmak zorunda kalırken, özellikle Asya, Afrika ve Avrupa kıtaları arasında giderek hızlanan göçmen trafiğinin Türkiye’yi dört bir yandan tehdit ettiği ve bu yüzden Türk toplumunun ciddi bir sarsıntı içerisine doğru sürüklendiği görülmektedir. Birinci dünya savaşı sonrasında Anadolu yarımadasını bir Türk ülkesi olarak yeniden biçimlendiren Türk kavimlerinin göçleri ile Türkiye bir yüzyılı geride bırakırken, Avrupa Birliği süreci içinde uygulanan insan haklarının bölücü amaçlarla kullanılması  ve bu doğrultuda alt kimlikli insanların  giderek Türkiye’nin çeşitli bölgelerinde alt kimlikli şehir ya da eyalet devletlerinin oluşturulması için yeni politikaların uygulanması için, önemli ülkelerden emperyalist projeler ile birlikte maddi katkı ve desteklerin sürdürüldüğü açıkça ortaya çıkmıştır. Dünya haritalarındaki oransızlık ve tasnif dışı yaklaşımlar çerçevesinde küçük bir ada devleti olan Malta adası ile birlikte, kocaman bir kıtasal alan oluşturan Avustralya devleti dünya hukuk düzeni içinde, var olan çelişkileri ve de devletlerinin oransızlığı çerçevesinde yer alması karışıklık yaratmıştır. Yirminci yüzyılda devlet sayısının  iki yüzden iki binlere çıkartılması amacıyla ulus ötesi bir evrensel oluşum biçiminde şehir ve eyalet devletlerine giden yollar, küresel sermayenin tek dünya devletini kurmaya çalıştığı yeni dünya düzeni çerçevesinde zorlanmakta ve insan hakları kavramı ile üstü örtülen alt kimlikçiliğe devam edilerek, yeni yüzyıllarda  iki bin eyalet devleti ya da beş bin şehir devleti gibi yeni siyasal oluşumlar olarak, var olan ulus devletleri ortadan kaldırmak ya da yok etmek çizgisinde, yeni dünya düzeninde temel dayanak noktası durumuna getirilmek istenmektedir. Bütün ulus devletleri tehdit eden şehir ve eyalet devletçiklerine karşı var olan ulus devletler kendilerini korumaya başladığı için kaotik bir ortam öne çıkmaktadır.

                Dünya hegemonya kavgasının cereyan ettiği orta bölgedeki bütün ulus devletlerin birliği ve ulusal sınırlar içinde bütünlüğü küresel sermayenin bölücülüğü karşısında fazlasıyla önem kazanırken, yerel ve genel seçimlerin konumları farklı boyutlar kazanmıştır. Genel seçimler sırasında ülkenin birliği ve bütünlüğü yerine bölgelerin farklılığı ve bu doğrultuda ayrı bir yapılanma içinde olması dile getirilirken, yerel seçimler sırasında da yerel kimlikler ya da alt kimliklerin hortlatılmasına dikkat edilerek, ülke içinde birbirinden farklı bölgelerde yerelcilik ya da bölgecilik politikaları önemsenerek ortaya Avrupa Birliği gibi bölgesel devlet olmak isteyen oluşumlar siyasal gündeme getirilmektedir. Böylesine var olan siyasal düzeni dışlayan ya da görmezden gelerek gereklerini yerine getirmeyen devletlerin ya da benzeri uluslararası kuruluşların, yaşanmakta olan çözülme ve dağılmaya yönelik konjonktürlerinde  ülkenin birliği ve bütünlüğünden yana olan milliyetçi ya da ulusalcı toplum kesimlerinin bu gibi yerelci ya da bölgeci yaklaşımlara karşı gereken dikkati göstermeleri ve bu tür olumsuz yaklaşımların devlet ve millet bütünlüğünü ortadan kaldırma girişimlerine karşı, hem dağılmayı önleyen hem de ülkedeki ulus devlet ile ulusal toplumun parçalanmadan, tek ve bütün bir konumda kalabilmek ya da yola böylesine güçlü bir biçimde devam edebilmek üzere, anti bölücü ya da anti emperyalist çizgide kararlı karşı çıkışları ve politik tepkileri milliyetçi toplum kesimleri tarafından ortaya koymak gerekmektedir. Bu doğrultuda her ulus devlet gereken önlemleri anayasa ve yasalar çerçevesinde almak durumundadır. Eğer devletin kurumları ve kadroları alt kimlikçi etnik gruplar ya da dinsel  topluluklar tarafından işgal edilirse ve ulus devletin mekanizmalarının çalışmasına engel çıkarılarak kamu düzenine zarar verilirse, o zaman bir ulus devlet çatısı altında vatandaş konumunda olan herkes, sahip olduğu bireysel hakları doğrultusunda ülkenin birlik ve beraberlik içinde varlığını koruyabilmesi için harekete geçebilir ve suç duyurusunda bulunarak,  bölücü ve yıkıcı siyasal kuruluşları ya da hareketleri izleyerek bunlara destek verebilir ya da finansal kaynak sağlayabilir. Tüm ülkeyi genel hatlarıyla desteklemek ve bu çizgide ulus devlet yapılanmasının korunabilmesi için gerekli olan siyasal adımların atılması, ulusalcıların örgütlenmesine ve de toplumun milli kanatlarında yaşayan insanların daha aktif bir politikaya yönelerek, hareket etmesine bağlı bulunmaktadır.

                Türkiye Avrupa üzerinden gelen bölücü hareketlerin parçalayıcı girişimlerinin etkileri altına girerken, yeni açılan mecliste ele alınması istenen Türkiye’nin yeni idari yapılanması kamuoyuna yansıtılmıştır. Bu doğrultuda cumhuriyet devletinin yüzüncü yılının kutlandığı bu tarihi aşamada ülkedeki vilayet sayısının yüze ve ilçe sayısının da bine çıkartılması önerisi dile getirilmiştir. Böylece ülkede giderek artan nüfusun yerleşim gereksinmelerinin daha kolay karşılanabileceği ve kentler arasındaki var olan geçmişten gelen idari taksimatın daha geliştirilerek, ülkenin her yanına dağılmış olan göçmen nüfus ile  işsiz halk kitlelerine iş bulmak ve bunlar için ülkede yerleşik düzeni daha da büyüterek devletin yapısının genişletilmesi ve değişen koşullarda yeni dengelerin devletin modeline uygun bir çizgide  öne çıkartılması, var olan hukuk düzeni çerçevesinde  geliştirilebilecek yeni devlet aklı uygulamaları aracılığı ile sorunlar çözüme kavuşturulabilir. Böylesine bir aşamadan geçmekte olan Türkiye Cumhuriyeti dış konjonktür ile iç oluşum süreçleri karşısında yeni bir ikileme doğru sürüklenmeye çalışılmaktadır. Bölücüler ve emperyalistler Türkiye’nin yerine yeni bir emperyal plan ya da proje gündeme getirerek ülkeyi yok etmeye doğru var olan konjonktürü derinleştirirlerken, bölücülüğe ve ayrılmaya karşı çıkan ulusalcı kesimler, ülkeyi ayakta tutabilmek ve bu çizgide devletin devamlılık çizgisinin kesintisiz devam etmesini istemekte ve ülkeyi bölebilecek her türlü girişime karşı tehditleri ortadan kaldırabilecek yeni adımları atabilmektedirler. Var olan hukuk devleti çatısı altında Türkiye Cumhuriyeti’nin ulusalcı yapısı ve kimliği korunarak hareket edildiği zaman h er türlü bölücü ve de ayrımcı senaryoların devre dışı kaldıklarını geçmişten bugüne gelen senaryolar ortaya koymaktadır. Yeni bir dünya düzenine geçilirken imparatorluk peşinde koşan emperyalistlere karşı yeni dönemde ulus devletlerin yeni savunma stratejileri devreye girmektedir. Saldırgan emperyalistlere karşı kazanılmış haklar düzenini korumak isteyen ulus devletler, bu duruma karşı çıkarak kendilerinin geleceğin yeni dünyasında var olabilecekleri uluslararası bir dayanışma düzeni istemektedirler.

                Tarih boyunca ulus devletler kendi toplumsal ya da yönetsel yapılarını değişen koşullara göre yeniden ayarlayan yönetim reformlarına giderek, varlıklarını güvence altına almak ve bu doğrultuda yeni ortaya çıkan koşullar ile durumlara göre kendi siyasal ve hukuksal yapılarını yenilemek durumundadırlar. Ulus devletlerin geçen yüzyıldan gelen kazanılmış hakları doğrultusunda kendi yapılarını korumak için yaptıkları reform çalışmalarının benzerleri yüz yıllık cumhuriyet döneminde gündeme getirilmiştir. Özellikle 27 Mayıs sonrasında Süleyman Demirel ve Mümtaz Soysal ikilisinin yürüttüğü çalışmalar ile Türkiye ve Orta Doğu Amme İdaresi merkezli çok kapsamlı bir reform çalışması Başbakanlık üzerinden yapılarak, yirminci yüzyılın ikinci yarısında, Türk devletinin soğuk savaş döneminin koşullarına uyarak daha güçlendirilmesinin yolları aranmıştır. Yirminci yüzyılın ikinci yarısında Türk devletinin yenilenmesi çalışmaları doğrultusunda üç büyük idari reform çalışması TODAİE adını taşıyan devletin kendini yenileme merkezinde hazırlanarak, yeni bir düzen için uygulama alanına aktarılmıştır. Başbakanlık raporu sonrasında İdari Reform ve Kamu Yönetimi Araştırması adı ile yayınlanan iki ayrı idari reform çalışması, değişen koşulların dikkate alınmasıyla hazırlanarak devreye sokulmuş ve böylece her on yılda bir gündeme gelen ara rejimlerin kamu yönetimine yönelik yansımaları gerçekleştirilmiştir. Batı dünyasının önde gelen büyük devletlerinin gündeme getirdiği idari yenilikler ara rejimler sonrasında gündeme gelen idari reform kanunları ile düzene konulmaya çalışılmıştır. Batı dünyasının yanında kurulmuş olan batı tipi bir ulus devlet olarak Türkiye özellikle Avrupa ve Amerika merkezli idari gelişmeleri yakından izlemiş ve bu uygar ülkelerdeki idari gelişmelere uzak durmamak ve geçmişten gelen uluslararası düzeni desteklemek çizgisinde, reform çalışmaları üst düzey idari kurumlar ve üniversitelerin yardım ve destekleri ile tamamlanmaya çalışılmıştır. Yüz yıllık Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan bu yana çağdaş bir devlet yapılanmasını benimsemesi sayesinde batıdan esen rüzgarlar doğrultusunda Türkiye Cumhuriyeti genç bir cumhuriyet olarak varlığını koruyabilmiş ve yüzüncü yılını tamamlayarak ne kadar güçlü bir devlet yapılanmasına sahip çıktığını ortaya koymuştur.

                Genel seçimler atmosferinde yerelci yaklaşımların öne çıkarılarak tartışma konusu yapılması ve bu doğrultuda emperyalist baskıların giderek artması nedeniyle ulus devletten yana olan milliyetçi ve vatansever kesimler geçmişten gelen bir ulusal isteği dillendirmeye başlayarak, Türk devletini daha da güçlendirmek için Türkiye’deki il sayısını 1OO’e ilçe sayısını ise 1000’e çıkartılması gerektiğini kamuoyuna yansıtmışlardır. Yüz yıllık cumhuriyetin doğal hedefi olarak 100 milyon nüfus ile 100 vilayete sahip olma düşüncesi uzun süredir gündemde olan bir talep olarak, daha önceleri de Ulusal Güç Birliği Programı ile gündeme getirilmişti. O zaman bu girişimi bölücülük olarak gören ve karşı çıkan milliyetçi kesimlerin bazı kuruluşları Ulusalcı kesimlerin başından bu yana destekledikleri 100 il ve 1000ilçe programının ülkenin bölünmesine karşı yeni bir idari reform girişimi olarak kabul etmek mümkündür. Merkezi coğrafyada 100 vilayete dayanan ve bu çizgide yüz milyonluk bir nüfusa sahip olacak bir Türk devleti bu aşamadan sonra gelecekteki nüfus yapısını çok daha dikkatli olarak ele almak ve incelemek durumundadır. Siyonizm ve emperyalizm Anadolu’dan Türklüğü dışarı atmaya öncelik verirken, bazı siyaset adamlarının ülkeyi Arap, Rus, Ukrayna ve de Asya ya da Afrika kökenli başka ulusların temsilcileriyle Anadolu ve Trakya topraklarını doldurmaya çalıştıkları görülmektedir. Türkiye bugün Osmanlı hinterlandının merkez ülkesi olarak geçmişten gelen Osmanlı ahalisini teslim alarak onlara Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olma hakkını tanımış olan bir demokratik cumhuriyet devleti olmanın bütün gereklerini yerine getirmiştir. Ne var ki başta Siyonist İsrail olmak üzere Türkiye’nin nüfus yapısını oluşturan eski Osmanlı mirası nüfus içindeki gayrimüslimler ile yabancı devletlerin vatandaşı konumundaki alt kimlikli göçmenler bugünün Türkiye’sinde bu ülkeye izinsiz gelerek ciddi bir nüfus kargaşası ve siyasal sorunlar ortaya çıkarmaktadırlar. Sevr haritası doğrultusunda Kenan Evrenin söylediği gibi Türkiye’den sekiz ya da on devlet çıkarmak isteyen emperyalizm, devletin üst kimliği olan Türklüğü yok etmeye çalışırken, Balkanizasyon oluşumunu Balkanlar’dan sonra Anadolu’ya emperyalizm ve Siyonizm elbirliği ile taşımaya çalışmaktadırlar.

                Türkiye Cumhuriyeti yeni dönemin rüzgarları arasında silinip gitmemek için kendisini yenilemek zorundadır. Bu aşamada dördüncü bir idari reform olarak, “100  İL – 1000 İLÇE “ tanımlaması ile  açıklanan yapılanmaya yerel seçimler sonrasında gidilebilir ve Sevr haritaları doğrultusunda oluşturulan yeni eyalet devletlerin önü böylesine bir idari reform ile kesilebilir. Türkiye’nin coğrafi bölgelerinde Bizans imparatorluğu sırasında da yedi bölgede yedi ayrı devlet kurulması için eyaletler üzerinden federasyona gidilmek istenmiş ama başarılı olamamıştır. Roma imparatorluğu bu yüzden çökerken geleceğin parçalı devletleri Bizans toprakları üzerinde kurulmaya çalışılmıştır. Daha sonraki aşamada Selçuklular aracılığı ile Türk boyları merkezi coğrafyaya gelerek Hazar imparatorluğunun devamı çizgisinde orta alanın çeşitli bölgelerine yerleşmişlerdir. Türklerin sayısının göçler yolu ile çoğalması üzerine, önce Selçuklu sonra da Osmanlı yönetimleri devletleşme şansını elde etmiştir. Üç kıta üzerinde kurulan merkezi devletlerin imparatorluklar çağında on ya da on beş civarında eyaletler oluşturarak imparatorluk yönetimlerine yönelmişlerdir. Bizans döneminde olduğu gibi eski Osmanlı topraklarının Balkanizasyon devletlerine mahkum edilmemesi için, merkez ülke Türkiye’nin idari örgütlenmesinin yenilenmesi ve çok büyüyen ilçelerin il yapılması ve yeni gelen göçmenlerin yerleştikleri yerlerde oluşturdukları yeni yerleşim yerlerinin de öncelikli olarak ilçe statüsüne kavuşturularak, bunların da yavaş yavaş devreye girdiği yeni bir yerleşim düzeni aracılığı ile iller arasındaki çekişmelerin önlenmesi ve bölgesel eyaletleşmelere izin verilmemesi için ilan edilecek 1000 ilçe 100 il düzeni ile emperyalistlerin 7 ya da  8 alt kimlikli küçük devletçikler önlenebilir ve dördüncü bir idari reform ile Türkiye bölünmekten kurtulabilir. Balkanlaşma olgusunu önleyecek ama bu arada giderek sayısı artan göçmenlerin bölücü devlet kurmalarına izin vermeyecek adımlar atılabilir. Bizans eyaletleri ya da mikro milliyetçi Balkanlaşma eğilimlerine karşı 100 il ve 1000 ilçe modeli ile ulusal birlik ve devletin bütünlüğü gibi temel hukuk kuralları güvence altına alınabilir ve bu doğrultuda yerel seçimlere giderken dış güçlerin Türk halkının kafasını karıştırmalarına engel olunabilir. Şehir devletlerini önlemek için 100 il, bölgesel eyaletleri engellemek için de 1000 ilçenin kurulması devletin toplumsal tabanının daha da güçlenmesine ve de taşra örgütlenmesinin merkezi devlete daha sıkı bir biçimde bağlanmasını sağlayarak, ülkenin merkezinde ya da bölgelerinde yönetim krizlerinin çıkması önlenebilecektir.

                Şu an 81 vilayet ve 945 ilçeden oluşan Türkiye Cumhuriyeti’nin ülke yapılanması giderek artan nüfus sayısı ve yeni yerleşim yerlerinin oluşmasıyla 81 vilayetin 100 ile, 945ilçenin ise 1000 ilçeye dönüştürülmesi ile birlikte, Türkiye yepyeni bir yeni düzene kavuşacak ve bunun sonucunda Türkler Anadolu yarımadası ille Trakya bölgelerine yeniden yerleşmek durumunda kalacaklardır. Günümüzde Cumhuriyetin 100 yıldönümünde Türk dünyasına açılarak yeni dünya dengelerine yönelecek, Türkiye Cumhuriyeti ülkesi ve milletiyle bütünleşmek üzere yola çıkacak, Balkanlaşmanın getirebileceği her türlü bölücülüğe karşı yeni oluşturulacak 100 il – 1000 ilçe modeli ile Türkiye merkezini ve ülkesini güçlendirerek ve bütünleşerek güçlenme alternatifine yönelmek durumundadır. Yeni iller ve ilçeler kurulurken, var olan eski düzenlere dikkat edilmeli ve geçmişten gelen çekişmelerin ve sorunların günümüzde yeniden hortlatılmasına izin verilmemelidir. Son günlerde basına yansıyan İskenderun ilçesinin vilayet olması Hatay’ın bölünmesine giden yolu açmamalıdır. Reform yapılırken ve İl ile ilçeler yeniden değerlendirilirken her bölge ve yerleşim yerinin durumları açığa kavuşturulmalıdır. Yeni merkezler yaratılırken, şehirlerin devletleşmesi önlenmeli belirli bölgelerde toplanan halk kitlesi ya da göçmenlerin alt kimlikle yer alabileceği eyalet devletleri yaratılmamalıdır. Güçlü bir başkent olarak Ankara yeniden yapılandırılmalı ve iller, ilçeler ve diğer yerleşim merkezlerinin de güçlü başkentin çatısı altında yeniden yapılanmaları sağlanmalıdır. Türkiye’nin Avrupa birliğine üyeliğini önleyen yerel yönetimler özerklik şartı gibi bölücü ve karıştırıcı antlaşmalara yer verilmemelidir. Türkiye’ye kasten dayatılan bu özerklik şartına hiçbir Avrupa ülkesi ulus devlet olarak katılmamıştır. Uluslararası toplantılarda halkı aldatmak için alınan kararlar doğrultusunda Avrupa ülkeleri yeni yasaları meclis kararı ile kabul etmedikleri için, bize dayattıkları şartları kendileri uygulamamaktadırlar. 

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve ulusgazetesi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.