Meşrutiyet Caddesi’ni bilmeyen Ankaralı yok gibidir.
Meşrutiyet Caddesi’yle Konur Sokağı’nın birleştiği yerde Erşan Otel vardır.
Binanın inşaat halini iyi anımsıyorum.
1974 yılında açılmıştı.
Ulus dışında diğer semtlerde, Kızılay bölgesindeki sayılı otellerden biriydi.
Şimdilerde de aynı yerde.
1974 yılıydı. Namık Kemal Ortaokulu’nda okuyordum. Sınıfta bir velvele sormayın gitsin. Ne olduğunu merak ediyordum doğrusu.
“Okul çıkışı hep beraber gideceğiz, sende gelir misin?”, dedi arkadaşımın biri.
“Gelirim de nereye?”
“Oğlum sen duymadın mı?”
“Neyi?”
“Galatasaray takımı Ankaragücü ile maç yapmaya gelmiş, Meşrutiyet Caddesi’nde, Erşan Otel’de kalıyorlarmış. Onları otel çıkışında görmeye gidiyoruz.”
Sabahçı okuyorduk. Okuldan öğlen saat on ikide çıkıyorduk. Bu haberi duyan bize katıldı. Sanki mitinge gidiyoruz. Yüz, yüz elli kişi olduk bir anda. Okul ile Erşan Otel’in arası yakın. İki yüz, üç yüz metre mesafede.
Kumrular Sokak, Güvenpark ve Atatürk Bulvarı’nı geçtik, beş dakikada Erşan Otel’in önündeyiz.
Amanın ne görelim?
Caddenin her tarafı insanlarla dolmuş. Sanki fener alayı geçecek ya da resmi geçit var da onu izlemeye gelmişler adeta. İte kaka önlerden kendimize bir mevzi bulduk ve sipere yattık. Futbolcuların çıkış anını bekliyoruz.
O yıllar gece maçları yoktu.
Maçlar öğleden sonra oynanırdı. O sebeple, teyakkuz halinde otelden futbolcuların çıkmasını bekliyoruz.
Herkes bir fikir yürütüyor tabi; “çıktılar, çıkacaklar, ne zaman çıkacaklar” vs.
Neyse biraz sonra otelin kapsında bir hareketlilik başladı. Hepimizde bir heyecan sormayın gitsin. Otelin çıkış kapısında kaleci Yasin göründü. Yakışıklı cüsseli bir adam.
Ardından diğer oyuncular. Kardeşi Gökmen, Fatih Terim, Şevki Şenlen, “Büyük Mehmet” Mehmet Oğuz, Metin Kurt, Ali Yavaş, Bülent Ünder çıktılar.
Ortalık yıkılıyor. Futbolcular ablukaya alındı, forma isteyenler, defterlerine imza isteyenler.
Futbolcuların kalabalıktan kurtulma imkanı yok. Polis imdatlarına yetişti öyle kurtuldular. Allah'tan o yıllar öz çekim falan yoktu. Fotoğraf vermekten takım maça yetişemezdi.
Tezahüratlar, bağırışlar, marşlar derken;
Önümüzde bir adam…
Kolunda dolu bir servis sepeti, diğer elinde ekmek dolu file, merakla bekliyor. Bizden bile çok heyecanlı. Adam sadece beyaz camdan izlediği oyuncuları canlı canlı görünce şaşırmış olmalı. Futbolcular otelden çıkar çıkmaz, “Amaan, bunlar da bizim gibi adammış heri!” diye söylenerek yanımızdan uzaklaştı.
Demek ki, televizyonda izlediklerini olağanüstü bir varlık sanıyormuş?
Meşrutiyet Caddesi’nden her geçtiğimde bu olayı anımsar ve tebessüm ederim. Televizyonun ilk yıllarıydı. Televizyon ülkemiz için olağanüstü bir gelişmeydi. İnsanların sanal ile gerçeği birbirinden ayırt edebilmesi epey zaman aldı.
Ne hikâyeler vardır, insanla televizyon arasında yaşanan…
Anlatmaya kalksak sayfalar yetmez…